Feray Salman: Kürt meselesi ve sokağa çıkma yasakları gündeme gelmedi

  • 09:11 29 Ocak 2020
  • Güncel
ANKARA - BM’nin Türkiye EPİ oturumunu değerlendiren İHOP Genel Koordinatörü Feray Salman,  ikinci raporun ardından geçen beş yıllık sürecin bir yandan 90’lı bir yandan da 80’li yıllara benzediğini belirterek, bu süreçte gündemde olan Kürt meselesi, sokağa çıkma yasakları, aşırı güç kullanımı ve cezasızlığın oturumun gündemine gelmediğini söyledi. 
 
Birleşmiş Milletler (BM) Evrensel Periyodik İnceleme (EPİ) Çalışma Grubu’nun 2020 Türkiye Oturumu’nda üçüncü kez Türkiye’nin insan hakları sicili ele alındı. En son 2015 yılında yapılan değerlendirmenin ardından 5 yıllık süreç içerisinde Türkiye’nin insan hakları performansı bir kez daha gündeme geldi.
 
EPİ oturumu öncesi HRW (İnsan Hakları İzleme Örgütü), internet sayfası üzerinden paylaştığı metinde Türkiye’nin üçüncü kez incelemeye alınmasının önemli olduğunu belirterek katılımcı ülkelerden Ankara’ya baskı yapmalarını istedi. HRW’nin açıklamasında gözden geçirme toplantısının “Türkiye’deki insan hakları krizi ve hukukun üstünlüğü konusunda yaşanan dramatik aşınmanın kabul edilmesi ve bu sorunun ele alınması için bir fırsat sunduğu” ifade edildi. Ancak tüm bu uyarı ve çok sayıda sivil toplum örgütünün raporlarına rağmen başta yaşam hakkı ihlali olmak üzere, cezaevleri hasta tutsaklar ve sokağa çıkma yasakları EPİ oturumunda gündeme gelmedi.
 
Kurumsal olarak BM EPİ Çalışma Grubu’na rapor sunan kurumlardan biri de İnsan Hakları Platformu (İHOP) idi.  İHOP Genel Koordinatörü Feray Salman, üçüncü kez ele alınan Türkiye oturumunu değerlendirdi.
 
‘EPİ BM’nin en zayıf mekanizması’
 
EPİ’nin BM’nin en zayıf mekanizması olduğunu dile getiren Feray, devletler arası ilişkilerin son derece önemli rol oynadığını söyledi. Jeopolitik konumundan uluslararası ilişkilere kadar birçok faktörün bu durumu etkilediğine dikkat çeken Feray, “Ancak bence önemli bir araç. Son yıllarda popüler hale de geldi” dedi.  
 
‘Koruyucu bir taraf olduğunu görüyoruz, bu korkutucu’
 
EPİ içerisinde cezalandırma süreci olmadığını ve tavsiyelerin yerine getirilmediği takdirde bir yaptırım uygulanmadığını aktaran Feray, “Fakat yine de belli temel kaygıların dillendirilmiş olması bence önemli. Ben hiç bir konunun diğer bir konudan daha az öneme sahip olduğunu düşünmüyorum fakat hangi ülkenin hangi tavsiyeyi verdiğine bakarken aslında bir koruyucu taraf olduğunu görüyorsunuz. Bu korkutucu bir durum. Aslında bir yandan da bize dünyadaki eğilimleri de gösteriyor. İnsan haklarına verilen değerin nerede daha yoğunlaştığı meselesini gösteriyor. Bütün bu ilişkiler nedeniyle bahse konu olan tavsiyelerin orada yer almasını zaten beklemiyorduk” dedi.
 
‘Kürt meselesi ve sokağa çıkma yasakları gündeme gelmedi’
 
Tüm bu eleştirilerin yanı sıra temel konu başlıklarının gündeme geldiğini söyleyen Feray, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin aslında belli biçimde olmayı arzu ettiği Avrupa Birliği (AB) ya da Avrupa Konseyi (AK) içerisinde getirilen tavsiyeler, yapılan yorumlar ve sorulan sorular bence önemliydi. Dolayısıyla Türkiye’nin bunlara samimiyetle cevap veriyor olması lazım. Bizim işimiz de samimiyetle bunlara yanıt vereceği bir izleme sistematiği tutturabilmek. O yüzden çok büyük bir beklenti içerisinde değiliz. Ama bazı çok temel sorunların dillendirilmediğini de gördük. Bunlar raporlar da yazıldılar. Bunların içerisinde Kürt meselesinde gelinen yer var, barış sürecini ortadan kalkması hali var, onun ardından sokağa çıkma yasakları var. Bu sokağa çıkma yasaklarında aşırı güç kullanımı ve bunları yapanların cezasız kalma durumu var.”
 
‘Devletin raporunu keşke tartışabilseydik’
 
İnsan hakları örgütleri olarak aşağı doğru giden bir eğilim olduğunu bildiklerini ve bu durumu izlediklerini belirten Feray, hükümetin ‘Yargı Reformu’ ve ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı gündemine aldığını anımsattı. Feray, “Umarım madalyonun bir yüzü değildir. Dolayısıyla bu tür mekanizmalardan gelen tavsiyeler aslında devleti bu konuda daha ciddi yanıt vermeye yöneltebilir. Devletin raporunu çok geç okuduk. Keşke onu Türkiye’de tartışabilseymişisiz” ifadelerini kullandı.  
 
‘Hükümete ‘samimi ve şeffaf ol’ diyoruz’
 
Feray, Türkiye’de yıllardır süren ve geçmişten de gelen çok önemli sorunlar olduğunu ve bunların başında zaman aşımı meselesinin çok önemli bir yerde durduğunu kaydetti. “Biz diyoruz ki; yargısız infazlar, zorla kaybetmeler ve davalar var. Dolayısıyla burada hesap verilebilirlik meselesi yapısal olarak bir şeyin değişmesi anlamına gelir” diyen Feray, “ Burada hükümete ‘samimi ol’ diyoruz. Gerçekten şeffaşlaştırmaya çalış. EPİ bunları zorlayacak güce sahip mi diye baktığımız zaman EPİ’yi tek başına bir mesele olarak görmemek lazım. Çünkü EPİ meselesi Türkiye’nin yükümlü olduğu bütün sözleşmelerden bakımından da aslında bir şey söylüyor” diye ekledi.
 
‘Devletin yükümlülüklerini takip etmeye devam edeceğiz’
 
Türkiye’nin ‘Kişisel ve Siyasi Haklar’ meselesinde 2016 yılında vermesi gereken raporu vermediğini aktaran Feray, “Bu ikinci raporu olacaktı. Ne zaman vereceğini de bilmiyoruz. Ama bugün çok ciddi ve somut olarak ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, toplantı gösteriş hakkı, siyasilerin alıkonulması ve zorla kaybedilme meselesi o sözleşmenin ana parçalarından biri. Biz EPİ’de bunu devam ederken başka bir yerden de onu zorlayacağız. Bu bizim meşru alanlarımızdan bir tanesi. Biz buradan yürüyeceğiz.  Devlete burada söyledikleri ‘teşekkür ediyoruz tavsiyelerini değerlendireceğiz’ söylemlerini üstlendiği bir yükümlülük olarak ele alıyoruz. Bu yükümlüğü yerine getirip getirmediğini takip etmek de bizim işimiz” şeklinde konuştu.
 
‘Beş yılda bir yandan 90’ları bir yandan da 80’leri yaşadığımız süreç oldu’
 
Türkiye’ye yönelik ikinci raporun değerlendirilmesi ardından geçen beş yıllık süreci ve gelinen aşamayı değerlendiren Feray, şunları söyledi: “Bu beş yıl bence Türkiye’nin hem yapılan ve edilenler bakımından bir yandan 1990’lı yıllara benzettiğimiz, bir yandan da ondan farklılaşan ve 1980’leri anımsatan tedbirleri ile bütün hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran, bütün tedbirlerin bir arada kullanıldığı bir dönem. Bu tabi bir otoriterleşme meselesi ile de çok alakalı. ‘Başına bunlar gelirse bir yargı var çözer’ diyemiyoruz. Bir yargı yok. Dolayısıyla kurumların alt üst edildiği bir zemin içerisinde çok daha kötüye gidiyor. ‘Kötü şeylerin giderilmesi için bir umut var mı?’ diye bakarsak kamu idaresinin kendiliğinden bekleyeceğimiz bir umut yok ama insanlar bunun farkına varıyorlar. Yani daha çok talebinde bulundukları sürece umudumuz var demektir.”