‘Kendi iç hukukunu uygulamayan bir ülke gerçekliği var’

  • 09:06 25 Ocak 2020
  • Güncel
Rengin Azizoğlu
 
DİYARBAKIR - Bir yandan bakanlıklar aracılığıyla “şiddetle mücadele” genelgeleri yayınlayan, diğer taraftan da istismar faillerinin affını öngören tasarıyı gündeme getiren iktidarın tutumunu değerlendiren avukat Suzan Akipa, “Bu genelgelerin çok önemli ve ciddi bir adım olduğunu varsaysak bile kendi iç hukukunu uygulamayan bir ülke gerçekliği var karşımızda” dedi.
 
İki bakanlık tarafından yayınlanan “kadına yönelik şiddetle mücadeleyi” amaçlayan genelgelere karşın İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Kadına Yönelik Şiddetle Topyekûn Mücadele Genelgesi’ni değerlendiren Avukat Suzan Akipa, “Genelgede bazı maddelerde çok tehlikeli ve ucu açık unsurların da barınıyor. Kadınların talepleri göz önüne alınmadan şiddetle mücadelede yol alınamaz” dedi.
 
İktidarın iki kurumunun kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında hazırladığı genelgeler birçok kadın örgütü tarafından “yetersiz” olarak tanımlandı. İlk olarak 18 Aralık 2019 tarihinde Adalet Bakanlığı’nın, ardından 1 Ocak’ta İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı ve “şiddetle mücadeleyi” amaçlayan genelgelerin hazırlık aşamasında kadın kurumlarının, hareketlerinin görüşünün alınmaması eleştirilen taraflarından biri oldu. “Şiddetle mücadele” adı altında genelgeler yayımlanırken, diğer taraftan da istismar faillerinin, istismara maruz bıraktıkları çocukla evlenmeleri durumunda cezanın affını öngören yargı paketi gündemde. Diyarbakır’da Kadın Akademisi Derneği yöneticisi avukat Suzan Akipa, yayımlanan genelgeleri, iktidarın kadın ve çocuğa yönelik politikalarını değerlendirdi.
 
‘Şiddetin asıl kaynağı çarpıtılıyor’
 
İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı genelgenin “tehlikeli ve ucu açık unsurlar” barındırdığını söyleyen Suzan, genelgenin içeriğini şu şekilde değerlendirdi: “Genelgede şiddet uygulayanlara öfke kontrolü, şiddetle başa çıkma noktasında eğitimler verileceğinden bahsediliyor. Bu şiddetin asıl kaynağının çarpıtıldığı bir madde. Şiddet asla biyolojik veya psikolojik değildir, politiktir, bir zihniyettir. İktidar sahipleri, kanun koyucular eğer şiddetle mücadelede ciddi bir adım atmak istiyorlarsa şiddetin asıl kaynağının belirlenmesi, iyi tespit edilmesi ve buna dönük ciddi, kalıcı ve ısrarcı çözümlerin geliştirilmesi gerekiyor. Bunun esasları da kadın mücadelesinde mevcuttur. Bir diğer maddede ise Jandarma Genel Komutanlığı’nda ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda askerlik yapan er ve erbaşlara şiddetin sonuçları hakkında bilgi verileceği söyleniyor. Bu tabi ki önemli bir adım ancak işin buradan başlatılması sorunlu. Şiddetin sebepleri belirtilmeden sonuçları hakkında bilgi verilmesi bizi doğru bir sonuca götürmeyecektir.”
 
‘Mesele zihniyetin yok edilmesidir’
 
Genelgede yer alan maddelerden birisinin de “şiddet uygulayanların varsa ruhsatlı silahına el konulması” olduğuna işaret eden Suzan, “Ancak şiddet uygulamak isteyen ruhsatlı silah dışında bir araçla saldırmak isterse ne yapacağız? Asıl mesele araçların yok edilmesi değil zihniyetin yok edilmesidir” vurgusunu yaptı. Yaşam hakkına dönük bir tehditte kadının sığınma evine gönderileceğine dair maddeye değinen Suzan, “Ama şiddet uygulayana ne olacak? Failin kendisi toplum için bir sorunken mağdurun talebi olmaksızın toplumdan koparılması bir çözüm olarak veriliyor” diye konuştu.
 
‘Maddeler İstanbul Sözleşmesinde mevcut’
 
Genelgede ilk defa keşfedilmiş ve hukuksal bir metne konu edilmiş bir durumun olmadığına dikkat çeken Suzan, genelgede yayınlanan tüm maddelerin 6284 sayılı yasada, İstanbul Sözleşmesi’nde bulunan ve iç hukuka göre uygulanması zorunlu olan durumlar olduğunu belirtti. Suzan, “2006 yılında Başbakanlık tarafından ‘Şiddetle Mücadele’ adı altında bir genelge yayınlanmıştı. Bu genelge kararlı bir şekilde uygulansaydı bu kadar kadın cinayeti yaşanmayacaktı. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde en önemli iki metin 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği esası üzerineyken 6284 sayılı yasa da şiddeti önleme üzerine kuruludur. Bir yandan bu iki düzenlemeye çok ciddi saldırılar yapılırken bir yandan da kadına şiddetle topyekûn mücadele etme anlayışı çok da samimi gelmiyor. Asıl sorunu bu iki yasal mevzuatın uygulanmamasında görüyoruz. Bakanlıklar, etkili ve yetkili kurumlar kadına yönelik şiddetle mücadelede ciddi adımlar atmak istiyorlarsa var olan mevzuatın toplum politikası olarak benimsenmesi gerekmektedir” diye konuştu.
 
‘Genelge toplum kandırmasıdır’
 
“Bu önergenin çok önemli ve çok ciddi bir adım olduğunu varsaysak bile kendi iç hukukunu uygulamayan bir ülke gerçekliği var karşımızda” diyen Suzan, iktidarın bir taraftan her gün cinsiyetçilik üretirken, şiddet dili kullanılırken diğer taraftan uluslararası alanda kamuflaj görevi gören bir genelge çıkarmasının toplumun kandırılması olduğunu aktardı. Kadına yönelik şiddetle mücadelede ciddi bir emek, tüm araçların etkili ve yetkili şekilde kullanılması gerektiğinin altını çizen Suzan, samimiyet ve etkili politikaların yaşamsallaştırılmasıyla şiddetle mücadelenin mümkün olacağını ifade etti. Suzan, “Normlar hiyerarşisinde gerek kanunlar gerek usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmeler genelgelere göre daha üst bir konumdadır. Bir sözleşmenin ya da bir kanunun uygulanmadığı bir ülkede bir genelge ne kadar uygulanabilir bilmiyoruz. Türkiye İstanbul Sözleşmesi kapsamında çocuk yaşta evlilikleri durdurmanın sözünü vermesine rağmen gündeme baktığımızda kadınların tepkisiyle iki kere geri çekilen bir düzenleme mevcut. Çocuk istismarına evlilik yoluyla af gibi bir yasa tasarısı var. İktidar tarafından kadına ve çocuklara yönelik bir şiddet söz konusudur. Tecavüzlerin, istismarların yasa adı altında meşrulaştırma gibi bir amaç var ve bundan güç alan eril akıl var” dedi.
 
‘İktidar odakları kendilerini masum göstermekten vazgeçsin’
 
Kadına yönelik mücadelenin uzun soluklu bir yol olduğunu vurgulayan Suzan, karşılarında 5 bin yıllık bir eril aklın bulunduğunu söyledi. Çözümün de en az bunun kadar kapsamlı olması gerektiğini dile getiren Suzan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadınlara yönelik mücadele samimiyet, bütünlük ve tutarlılık ister. Bir yandan kadın kazanımlarına saldırılar yapılırken bir yandan genelge yayınlamak kadınları kandırmaktır. Şiddetle mücadele için hiç politik sorumluluk almayan, yaşamın her alanında, her fırsatta kadınlara saldıran, şiddeti meşrulaştırmaya çalışan tüm iktidar odakları kendilerini bu genelge ile masum göstermekten vazgeçsinler. Elbette ki şiddetle mücadelede hukuksal düzenlemeye ihtiyaç duyulacaktır ancak bu metinlerin ortaya çıkmasında sorunun asıl kaynağının tespiti gereklidir. Uygulamalarda da geriye gidilmemesi gerektiğine inanıyorum. Tüm dünya kadınları hukuksal düzenlemenin daha ileri gitmesi için gerekli mücadeleyi veriyor. Özelde Türkiye genelde tüm dünyada kadın kazanımları noktasında en ufak bir adım da atıldıysa bunda kadınların başat rolünü unutmamak gerekir.”
 
‘Kadınların talebi önemlidir’
 
Kadına yönelik şiddetle mücadelede nasıl bir yol ve yöntem izlenilmesi gerektiğine dair görüşlerini paylaşan Suzan, eril bir akılla, erkek egemen sistemin oluşturduğu anayasalarla, genelgelerle şiddete çözüm oluşturulamayacağının altını çizdi. Var olan yasaların mevcut haliyle cinsiyetçiliği ortadan kaldırmadığını söyleyen Suzan, “Kadına yönelik şiddetle mücadelede kadınların talepleri göz önüne alınmadan yol alınamaz. Tüm sorunların kaynağında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kadınlık aleyhinde ve erkeklik lehine kurulu olan düzenden kaynaklandığının bilinciyle ortak mücadele ve tavır sergilenmesi gerekmektedir. Kadın mücadelesi hukuksal bir metin ortaya çıkarırken, nasıl olması gerektiğinin rehberini ortaya koymuştur. Kadınların birbiri ile ve toplumun diğer üyeleri ile eşit, özgür ve adil ilişkiler kurmasının garantisi yürüttükleri mücadelenin ilkeleridir” ifadelerini kullandı.
 
‘Açıklama kadını bir mülk olarak görmenin çıktısıdır’
 
Cumhurbaşkanının “gençlerin evlenmemesine dönük” açıklamalarını da hatırlatan Suzan, şöyle konuştu: “Gençlerin evlenmediği hatta 30 yaş altı gençlerin evde kaldığına vurgu yaptı. Bir cümleden kelime düzeyinde bir anlam çıkarmak tek başına yeterli olmayacaktır. ’Evde kalmak’ ibaresiyle aşağılayıcı bir algı yaratılıyor. Evliliği tercih etmeyenler, kendi hayatını doğrudan etkileyen bu kararı belki sonra verecek olan kadınlar için böylesi tabirleri kabul etmiyoruz. Bu açıklamadan güç alabilecek, açıklamayı esas alabilecek ve belki de erken yaşta evlilikleri hızlandırabilecek bir erkek gerçekliği mevcut. Bu cümlenin kendisi kadını bir mülk ve meta olarak görmenin çıktısıdır. Aslında Cumhurbaşkanı’nın bu cümlesi meclise sokulması düşünülen çocuk istismarının evlilik yolu ile düzenlenmesi önerisinden çok da bağımsız değil. İkisi de birbiriyle uyumlu ve gayet tutarlı olarak cinsiyetçilik ideolojisine hizmet etmektedir.”