
Hamide Yiğit: Libya müdahalesi Türkiye’yi bataklığa sürükleyecek
- 09:04 22 Ocak 2020
- Güncel
Habibe Eren
ANKARA - Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Suriye’deki cihatçı terörü Libya’ya taşımakla suçlandığını ve “ihvancı terörün lideri” olarak görüldüğünü belirten Ortadoğu uzmanı Hamide Yiğit, Libya’da “Osmanlı işgali” olarak görülen müdahalenin Türkiye’yi bataklığa sürükleyeceğini söyledi.
İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından İran ve ABD arasında artan gerilim devam ediyor. ABD-İran gerilimi akabinde Libya’da da iç çatışmalar arttı. Türkiye, Suriye topraklarında desteklediği kimi grupları Libya’ya gönderirken, general Hafter sunulan ateşkes anlaşmasında Türkiye’yi de yakından ilgilendiren birçok maddeye karşı çıktı ve ateşkesi kabul etmedi. Pazar günü ise Libya'da kalıcı ateşkes ve siyasi sürecin başlatılması amacıyla Almanya’nın başkenti Berlin'de Libya Konferansı düzenlendi. Konferansın sonuç bildirgesinde, ateşkes ve amborgoya saygı duyulması gerektiği ve Uluslararası İzleme Komitesi’nin oluşturulacağı belirtildi.
Ortadoğu uzmanı ve yazar Hamide Yiğit, ABD-İran arasındaki gerilimi, Libya’da devam eden savaşı ve Türkiye’nin Libya politikasına dair değerlendirmelerde bulundu.
‘İran’la savaş hiçbir zaman Pentagon’un gündeminde yer almadı’
ABD’nin İran Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşd el Şabi Başkanı Ebu Mehdi el Mühendis’e yönelik suikastının, Ortadoğu’da geniş bir coğrafyadaki halklar tarafından tepki ile karşılaştığını söyleyen Hamide, bu suikastı, ABD’nin İran’la savaşı tutuşturma hamlesi olarak okuyanların olduğunu ifade etti. Hamide, “Ancak ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki esas hedefi İran olmasına ve yaklaşık on yıldır İran’la savaş gerilimini yüksek tutmasına rağmen İran’la savaş, hiçbir zaman Pentagon’un gündeminde yer almadı. Obama döneminde İsrail’in onca kışkırtmasına rağmen İran’la bir cephe savaşını ABD’nin tercih etmediğini gözlemledik. Hatta Obama, savaş gerilimini en aza indirmek üzere İran’la nükleer anlaşmayı imzaladı” dedi.
‘İran ile gerilim derinleştirildi’
ABD Başkanı Donald Trump döneminin Barack Obama dönemine göre belirgin farkının İran’a yönelik savaş tehditlerinin azami düzeye çıkarmasının bir devlet politikası haline getirmek olduğunu kaydeden Hamide, şöyle konuştu: “Trump Beyaz Saray’a girdiği andan itibaren dış politikada iki temel argümanı öne çıkardı. Birincisi İran’la gerilimi derinleştirmek. Ve bu yönde adım da attı, İran’la nükleer anlaşmayı tek taraflı olarak bozdu. İkincisi de İsrail’in güvenliğini sağlamanın sigortası olarak görülen ‘yüzyılın anlaşmasını’ hayata geçirmek. Bunun için de Kudüs’ün İsrail başkenti olarak yine tek taraflı ilanı ile Arap ülkelerince İsrail ile normalleşme süreci yönünde adımlar atıldı. İsrail ile normalleşme sürecinin işlemesi için İran’la gerilim yüksek tutuldu. Trump’ı destekleyen bütün Arap monarşilerinin gündemine ‘İran ve Şii yayılmacılığı’ gibi bir düşmanın girmesi gerekti. Ancak Trump’ın bütün bu savaş kışkırtıcı politikalarına rağmen ABD açısından İran’la savaş hiçbir zaman bir tercih olmadı. Kasım Süleymani suikastını da bu açıdan değerlendirmek gerekir.”
‘Azil sürecini kendi lehine etkilemek istedi’
Kongre ve Pentagon’un onayını almadan Donald Trump’ın suikast emrini verdiğini söyleyen Hamide, ABD’de Donald’ın bu emrinin ciddi krizlere neden olduğunu ve Donald’ın azil sürecinde hızlıca, durumu kendi lehine çevirmek için aldığı bir karar biçiminde yorumlandığını aktardı. Hamide, “IŞİD lideri El Bağdadi’yi öldürten Trump, ‘iki terörist başını daha ortadan kaldıran’ bir lider olmak istedi, azil sürecini kendi lehine etkilemek istedi. Ama İran’la yarattığı gerilim, hatta savaş suçu sayılabilecek dini ve kültür varlıkları imha etme tehdidi, ABD’nin devlet politikasıyla uyumlu değildi. O yüzden diyebiliriz ki, devreye ‘devlet aklı’ girdi. Hem ABD hem İran’da bu devlet aklıyla hareket edildiği anlaşılıyor. Çünkü İran’ın misilleme yapması kaçınılmaz olarak duruyordu. Halkın öfkesini başka türlü dindiremezdi. Nitekim İran, ABD’nin Irak’taki iki üssüne büyük çaplı bir misilleme gerçekleştirdi” diye belirtti.
‘Bölgede ABD’cilik yapmak daha da zorlaşacak’
ABD’nin bölgedeki varlığına dönük bir ilk gerçekleştirdiğini söyleyen Hamide, “ABD de vurulabilir, üsleri yerle bir edilebilir” algısının önünün açıldığını vurguladı. Bu yüzden ABD’nin bölgeden çıkarılması yönünde seslerin yükselmeye başladığını kaydeden Hamide, İran’la gerilimin daha da tırmandırılabileceğini ancak bir cephe savaşına dönüşmesinin beklenmediğini dile getirdi. ABD’nin Ortadoğu’da varlığının tartışılır hale geldiğini ifade eden Hamide, “Bölgeye yansıması da şu yönde olabilir: Öncelikle İran’a düşmanca tutum içinde olan ABD müttefiki Araplar, tutumlarını zaten devam ettirirler, ama İran’ın misillemesi, Arap monarşilerini de tedirgin etti. Bu da onları geriye itebilir, savaş kışkırtıcılığının da düzeyini azaltabilir. Ancak bundan böyle bölgede ABD’cilik yapmak daha da zorlaşacağa benziyor. Zira halkların öfke patlamasına sebep olacak en riskli şey şu anda bu görünüyor” diye konuştu.
‘Libya halkı Türkiye’ye tutum olarak Hafter’i destekledi’
Libya’daki gelişmelere de değinen Hamide, AKP’nin Suriye politikasındaki tutumunun aynısının Libya politikasına yansıdığını belirtti. “Suriye’de yolların bir devlet aklıyla değil, AKP ve liderliğinin hırslarıyla döşenmiş bir politika izlendiği açıktır” diyen Hamide, Suriye’de devrim yapmaya gidenlerin hepsinin şimdi AKP’nin paralı askerleri durumunda olduğunu söyledi. Aynı paralı askerler üzerinden Libya’daki iç savaşa doğrudan müdahil olunduğunu ifade eden Hamide, sözlerini şöyle sürdürdü: “Her şeyden önce bütün dış güçlerin Libya’ya müdahale etmesinden ‘iyi’ bir niyet beklemek olanaksızdır. Çünkü bombalarla felç edilen bir ülke olarak Libya, devlet olma kudretini NATO müdahalesinde kaybetti zaten. Dolayısıyla NATO’ya onay veren hiçbir devlet, Libya halkının nezdinde ‘dost’ değildir. Türkiye’nin NATO müdahalesi dönemindeki tutumunu Libya halkı unutmadı. Şu an ki sözde Libyalıları darbeciye karşı koruma söylemlerinin de sahada bir karşılığı yoktur. Hatta ‘NATO’nun komutanı’ olarak bilinen Halife Hafter’e de, yine NATO müdahalesinin ürünü olan İhvancı Trablus hükümetine de öfkeli olan Libyalılar, Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahale söylemlerinden sonra Türkiye’ye karşı bir tutum aldılar ve Hafter’i desteklemeye başladılar.”
‘Türkiye’nin düşmanca tutumu Hafter’i güçlü kıldı’
Libya tezkeresinin onaylanmasından sonra Hafter güçlerinin yanında saf tutan kabileler ve kent örgütlerinin sayılarının çoğaldığına dikkat çeken Hamide şöyle devam etti: “AKP’nin hamlesi, Libya’da büyük bir tepkiyle karşılandı, Hafter’e olan desteği daha da genişletti. Keza Libya’nın komşuları olan Mısır, Tunus ve Cezayir de doğrudan Türkiye karşıtı bir tutumda birleştiler. Zaten askeri anlamda Libya’nın yüzde 96’sına hakim olan Hafter, şimdi bu kadar geniş bir desteği bulmuşken ve Trablus’u çembere almak üzereyken, ateşkes masasına oturmaya pek hevesli değildi. Aslında başta ret cevabı verdi. Fakat çağrıyı yapan taraflardan birinin Rusya olması, bu çağrıya icabet etmesine sebep oldu diyebiliriz. Ancak diğer çağırıcı tarafın Türkiye olması, imzalamadan masadan kalkmasına neden olduğu yönünde kanaatler var. Türkiye’nin ‘düşmanca’ tutumu Libya içinde Hafter’i güçlü kıldı, ama aynı Türkiye’nin müzakereci olduğu bir anlaşmayı imzalaması, O’nu hem eleştirilerin hedefi haline getirecekti, hem de Türkiye’nin sözcülüğünü yaptığı Serrac hükümetini meşrulaştırmış olacaktı.”
‘Libya’nın iki erk arasında paylaşılması anlamına geliyor’
Bütün bunlardan dolayı, Trablus hükümetinin askeri gücünü oluşturan İslamcı milislerin silah bırakıp yargıya teslim olmalarını şart koştuğunu ve bunu imzalamadan ayrıldığını kaydeden Hamide’ye göre Hafter’in öne sürdüğü bu koşul, Birleşmiş Miletler’in (BM) kararı. Öte yandan bu müzakerede Türkiye’nin, sözcülüğünü yaptığı Trablus hükümetini bir erk olarak kabul ettirmek istediğine dikkat çeken Hamide, bunun Libya’nın iki erk arasında müzakere edilmesi, yani paylaşılması anlamına geldiğini dile getirdi.
‘Libya halkının refleksini izlemek gerekecek’
Hafter’in ordusunun, askeri çözümden sonra siyasi çözüme onay vereceğini yani Trablus’a yönelmekte kararlı olduğunu söyleyen Hamide, müzakere sürecinin yönetiminde Türkiye’nin yer almasına hiçbir şekilde onay vermediklerini belirtti. Hamide, “Üçüncüsü, siyasi çözüm sürecinin Rusya-Türkiye ikilisinde sıkışıp kalmasına da razı değiller. O yüzden Libya meselesinin uluslararasılaşması yönündeki adımlara destek verecekler gibi duruyor. Örneğin Berlin sürecini daha çok olumladıklarını gözlemliyoruz. Uluslararası toplumun Libya sürecine dâhil olma talebi var. Sonuç ne olur, şimdiden kestirmek güç, ama bu uluslararasılaşma, Libya’yı kana bulayan tarafların tekrar soruna el atması anlamına geliyor bir yerde... Bu durumda Libya halkının refleksini izlemek gerekecek” dedi.
‘Arap Birliği’nden Batı dünyasına kadar Türkiye’nin müdahaleciliği reddedildi’
Libya müdahalesiyle ilgili Türkiye’ye yönelik tepkilerin Suriye’ye yönelik müdahalesine benzer olduğunu ifade eden Hamide, Arap Birliği’nden, Batı dünyasında kadar Türkiye’nin bu müdahaleciliğinin reddedildiğini vurguladı. Hamide, “Türkiye’nin yanında Rusya vardı. Rusya’nın yeşil ışık yakmadığı bir adımda mutlaka ABD olurdu, ama Cerablus’tan Afrin’e ve Fırat’ın doğusuna kadar her operasyondaki yeşil ışık Rusya’dan geldi. Esas olarak Türkiye her adım için önce iç kamuoyunu ajite edercesine hazır hale getiriyor, sonra Rusya’nın devreye girmesiyle süreç bir pazarlığa dönüşüyor, orta yol bulunuyor. AKP hamleye hazırlanıp ilan ediyor, Rusya devreye girdiğinde ise bu hamle sadece sınırlandırılıyor. Libya’da da aynı süreç işledi. Rusya askeri müdahalenin önüne geçmek için ateşkes sürecini birlikte yönetmeyi teklif etti. Yalnız bu, Rusya’nın Türkiye’yi desteklediği ya da askeri müdahalesini onayladığı anlamına gelmez. Libya’ya Suriye’den cihatçıların gönderildiğini ilk teşhir eden ve bu konuda sürekli uyarılarını yapan Rusya’dır. Muhtemel ki, İdlib ve Libya dosyası birlikte açıldı, her iki yerde ateşkes konusunda ortaklaşma yaşandı” diye kaydetti.
‘Erdoğan İhvancı terörün lideri olarak görülüyor’
Rusya’nın Türkiye’yi ABD müttefiki olarak yanında tutmak ve ilişkiyi belli bir çizgide sürdürmek için “kontrolör” gibi davrandığını söyleyen Hamide, “Libya, komşu Türkiye’nin müdahalesine şiddetle karşı çıkar. Arap Ligi de karşı, AB de karşı… Türkiye’yi sadece Katar ve bir ölçüde Somali destekliyor. Bu açıdan bakınca Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya dair emellerinden dolayı tamamen yalnızlaştırılmış durumda. Hala aynı yanlış politika ısrarı yüzünden geniş bir öfkenin de hedefinde. Örneğin Müslüman Kardeşler ideolojisinin sözcülüğü yüzünden Mısır’da Rabiacı tutumu, Mısır’ın düşmanlığını kazandırdı. Libya’da yine İhvan kardeşliği uğruna müdahaleci olması, Libyalıların öfkesini çekti. Keza Tunus’un İhvancısı Gannüşü’yi (Nahda lideri ve şimdiki Tunus Meclis Başkanı) gizlice Türkiye’ye çağırıp görüşmesi adeta bir infiale neden oldu. Tunus parlamentosu, Erdoğan’la görüşmesinden dolayı Gannüşi’yi sorgulamak üzere bir meclis oturumu gerçekleştirdi. Yani kısacası Erdoğan, ‘ihvancı terörün lideri’ olarak görülüyor, Suriye’deki cihatçı terörü Libya’ya taşımakla suçlanıyor, Libya’nın Kuzey Afrika’ya açılan bir cihat kapısı olmasından endişe ediliyor. Bütün bunlar Erdoğan’a bağlanıyor. Dolayısıyla Türkiye’ye kimse ‘hoş geldin’ demiyor, politikası da yeni bir ‘Osmanlı işgali’ olarak görülüyor. Bu durumda Libya’ya asker göndermesi hala söz konusu ise Türkiye’yi burada bir bataklıktan başka bir şey beklemiyor olacak” uyarısında bulundu.
‘Cihatçıların savaş suçlarının muhatabı Türkiye olacak’
Suriye’den Libya’ya cihatçı akışı iddialarına da dikkat çeken Hamide, bunun yeni bir durum olmadığını uzun zamandır Rusya tarafından Türkiye’nin Libya’ya paralı asker gönderdiği söylentilerinin olduğunu söyledi.
Suriye muhalefetinden bu duruma öfkelenen kimi grupların haber sitelerinin de bu durumu teşhir ettiğini aktaran Hamide, sözlerini şöyle noktaladı:
“Cihatçı grupların Türkiye’den gelen emir üzerine Libya’ya gönüllü gitmek isteyenlerin listelerini yapmaya başladıklarından İstanbul ve Antep havaalanından gruplar halinde Libya’ya cihatçı transferi yapıldığına ve hatta vaat edilen maaşlara kadar çok şey yazıldı. En son Guardian gazetesi, bütün bu haberlerin toplamını bize duyurmuş oldu sadece. Evet, sayının 2 bini aştığını öğrenmiş olduk. Bunlara Serrac hükümeti 2 bin dolar maaş ödemeyi üstlenmiş. Türkiye ise ilaç ve tedavi giderlerini üstlenmiş. Ama bir iddiaya göre Libya’da ölen her savaşçının ailesine tazminat ödeme taahhüdü verilmiş, kimi iddialara göre, altı aylık sözleşme karşılığında T.C. vatandaşlığı sözü verilmiş. Bir iddiaya göre ise, gönüllü gitmeye hevesli birçok cihatçının ya Libya vatandaşlığı almak ya da denizden İtalya’ya ve oradan Avrupa’ya geçme garantisi aldılar. Sonuç itibarıyla 2011’den itibaren uzun yıllar boyunca Libya’dan Suriye’ye cihatçı akışı Türkiye üzerinden gerçekleşti, ama hep inkar edildi. Şimdi Suriye’den Libya’ya tersine bir cihatçı transferi söz konusu ve bu kez gönderilen cihatçılar, Türkiye’nin emrindeki bir ordunun mensubu… Bunun inkârı yok ve bu cihatçılardan dolayı oluşuverecek savaş suçlarının muhatabı olmaktan kaçınmak da olası değil.”