
Kadınlar savaş, şiddet ve hak ihlallerini konuştu
- 15:59 29 Aralık 2019
- Güncel
DİYARBAKIR - “Savaş, şiddet ve hak ihlalleri” başlıklı forumda konuşan avukat Öykü Çakmak, tutsak kadınların kelepçeli olarak muayene edildiğini ve muayene sırasında askerlerin odadan çıkmadığını kaydetti. Avukat Gazal Bayram Koluman ise “İstanbul Sözleşmesi kolay kazanılmış bir kazanım değil, kolay da yok sayılamaz. Biz bu yönelimlerin de başarılı olabileceğine inanmıyoruz” dedi.
Tevgera Jinên Azad (TJA), Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır il binasında “Savaş, şiddet ve hak ihlalleri” başlıklı forum düzenledi. Foruma Barış Anneleri Meclisi, TJA aktivistleri, HDP Diyarbakır milletvekilleri, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, HDP’li belediye eşbaşkanları ve çok sayıda kadın katıldı. Forumda konuşmacı olarak HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, avukat Gazal Bayram Koluman ve avukat Öykü Çakmak, moderatör olarak ise TJA aktivisti Zelal Bilgin bulundu. Forum katledilen ve mücadelede yaşamını yitiren tüm kadınlar için saygı duruşuyla başladı.
Forumda ilk olarak HDP’li Milletvekili Filiz Kerestecioğlu konuştu. Ardından ise avukat Öykü Çakmak tutsak kadınların yaşadığı hak ihlallerine ilişkin sunum gerçekleştirdi.
‘Muayene sırasında kelepçe çıkarılmıyor’
Öykü Çakmak, kadınların özellikle sağlık hakkına erişimde güçlük çektiğini söyledi. Hastanelere sevklerinin kelepçeli gerçekleştiğine değinen Öykü, birçok hekimin muayene sırasında kelepçe çıkarmaması ve askeri görevlinin odadan çıkmaması gibi uygulamaların olduğunu kaydetti. Öykü, “Hekimler de bu uygulamaların ortağı oluyor ve ses çıkarmıyor. Aynı şekilde cezaevi içerisinde mahpusların revir ihtiyacını ve kantin ihtiyacını karşılamak istediklerinde engellemeyle karşılaşıyorlar. Tırnak makası, ped ve günlük yaşamdan onlarca talepleri yasaklama kararlarıyla yerine getirilmiyor. Sürekli gözetlenir olmaları da yine bir diğer hak ihlali sayılabilir. Havalandırma avlusunda bulunan camekan alanların tek taraflı filmli yapılması kadınların kendilerinin gözetlendiğini hissetmesine yol açıyor. Kadınların avluda ya da ortak yaşam alanlarında şortla askılıyla gezme özgürlükleri ellerinden alındı. İçeride kendilerini izleyen kameralar var, dışarıda ise camlar bulunuyor. Bu yaptırıma karşı kadınlar bir özsavunma içerisindeler. Ancak bu da disiplin soruşturmaları ile cevaplanıyor. Bunun yanında cezaevinde çocuklarıyla bulunan kadın tutsaklar süt, bez ve mama temin etme noktasında sorun yaşıyor” diye konuştu.
‘Mahpuslara yönelik bir tecrit politikası olduğunu görebiliyoruz’
Kadınların Kürtçe kitaplara, renkli boya kalemlerine, bir kaleme dahi ulaşamaması gibi engellemelerin de mevcut olduğunu ifade eden Öykü, tutsakların kantinde bulunan hiçbir eşyayı dışarıdan alamadığını ve ücretleri oldukça yüksek olan kantinlere mecbur edildiğini aktardı. Öykü, “Bunun yanında yemeklerin hayati tehlike oluşturabilecek bir düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuya ilişkin gerekli suç duyurularında bulunduk. E tipinde bulunan kadın tutsaklar yeni yapılan kampüs cezaevlerine nakledildi. Kadınların E tipi cezaevinde ‘görüldü’ ibaresi olan kitaplarına yeni kampüs cezaevinde el konuldu. Bu konuya ilişkin görüşmeler yaptık ancak bir sonuç alamadık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin işkence yasağı maddeleri ve BM’nin Nelson Mandela Kuralları olarak bilinen ilkesel kurallardan yararlanmaya çalışıyoruz. Bizler işkence yasağı ve özel hayatın gizliliğinde birçok bölge cezaevinde sorunların yaşandığını görüyoruz. Lokal bir uygulama olmaktan ziyade genel özellikle siyasi mahpuslara yönelik yürütülen bir tecrit politikası olduğunu görebiliyoruz” diye belirtti.
‘Mahpus yakınları her türlü yolu denemeli’
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hasta mahpuslar ve dezavantajlı grup olarak tanımlanan mahpuslar için vermiş olduğu çeşitli kararlar olduğunu dile getiren Öykü, avukatlar olarak yaşadıkları en ciddi sorunun bu kararları uygulatabilmek olduğuna dikkat çekti. Öykü, şöyle devam etti: “AİHM’in Abdülkerim Avşar kararını buna örnek verebiliriz. Meslektaşımız amcası olan Abdülkerim Avşar’ın ailesine uzak bir cezaevinde bulunması gerekçesiyle bir hukuki süreç başlattı. Uzun süre sonrasında istediği kararı alabildi ve bu karar diğer mahpuslar açısından önemli bir misyon taşıyor. Abdülkerim Avşar karar çıkana kadar ailesine yakın bir cezaevine sevk edildi ancak bu karara emsal gösterilen mahpus yakınları başvurularının reddedildiğini biliyoruz. Ne kadar sürerse sürsün mahpus yakınlarının her türlü yolu denemesini ve bu bağlamda hukuki argümanları kullanmalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Devletten, erkekten ya da toplumdan kadına yönelen şiddet sarmalının hapishanelerde çok daha keskin ve ölçülmesi zor bir durumda olduğunu söyleyebiliriz. Hapishanelerin erkeklerin yaşayabileceği gibi dizayn edilmesi, yapılan uygulamaların ve kanunların erkek mahpuslara özelleştirilmiş mevzuatlar olduğunu ve hapishanesiz bir toplum gerçekleşinceye kadar bu yerlerin kadınlar, insan hakları, insanlık onuru adına daha uygun yerler olması için sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düştüğünü görüyoruz.”
‘İstanbul Sözleşmesi kolay kazanılmadı’
Son olarak “Şiddet ve Kadın” başlığı altında konuşan avukat Gazal Bayram Koluman, şiddetin tek bir nedenle çıkmadığına dikkat çekerek, kadının bu şiddetin merkezinde olduğunu kaydetti. Kadına yönelik şiddettin önlenmesinde önemli bir rol oynayan İstanbul Sözleşmesi’ne işaret eden Gazal, “Türkiye bu sözleşmeyi imzaladıktan sonra 6284 sayılı yasayı kabul etmiştir ve taraf ülke sıfatıyla tüm yargı erkleriyle bağlayıcı pozisyona geçmiştir. İstanbul Sözleşmesi’ne içten inanmakla birlikte bu sözleşmeyi, kadına yönelik şiddetle mücadele noktasında altın standartlar olarak görmek mümkün. İstanbul Sözleşmesi kadına dönük şiddetle mücadelede dünyanın en önemli metnidir diyebiliriz. Son dönemde bu sözleşmeye yönelen siyasi propagandaların geliştiğini görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi kolay kazanılmış bir kazanım değil, kolay da yok sayılamaz. Biz bu yönelimlerin de başarılı olabileceğine inanmıyoruz” şeklinde konuştu.
‘Cezasızlık politikaları kadın cinayetlerini arttırıyor’
Gazal, konuşmasında şunlara dikkat çekti: “Diyarbakır’da 25 Kasım’da Diyarbakır Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ağı’nın, gelen başvurular sonucunda paylaştığı rapora göre 720 kadın psikolojik, 422 kadın fiziksel, 392 kadın ekonomik, 321 kadın dijital, 198 kadın sosyal şiddete maruz kalıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2017’de 409, 2018’de 440, 2019’un ilk 11 ayında 430 kadın öldürüldü. İçişleri Bakanlığı’nın verileriyle örtüşmeyen sayılarla karşı karşıyayız. Bu katliamlar karşısında işbirliği içerisinde olması gereken kurumlar arası iletişim sağlanamamıştır. Şiddet ortamından uzaklaştırılmasını talep eden kadının yetersiz sığınak ya da kötü koşullar olduğu gerekçesi sunulması, kolluk kuvvetlerinin uzlaştırma eğilimlerinin bulunması, koruma taleplerinin geç uygulanması ve yasada öngörülen sürelerden kısa sürelerin verilmesi, yargılamaların adil ve etkin ilerlememesi, cezasızlık politikalarının devam etmesi, iyi hal indirimlerinin uygulanması kadın cinayetlerini arttırmaktadır. Tüm bunlara karşın kadını eve hapsetmenin, şiddetle baş başa bırakmanın, cezasızlık politikalarının kadın dayanışması karşısında çok da başarılı olacağını düşünmüyorum.”
Forum, katılımcıların soruları ve cevaplarla sona erdi.