
‘Sur’da kimliksizleştirmek ve tarihi unutturmak amaçlanıyor’
- 09:07 19 Aralık 2019
- Güncel
Rengin Azizoğlu
DİYARBAKIR - Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu üyesi Selma Aslan, Sur ’un tarihi sit alanı olduğuna dikkat çekerek, “Orada yapılan bu çalışma kimliksizleştirmek ve tarihi unutturmak amaçlanarak yapıldı. Bölge kültüründen uzaklaştırılmak isteniyor” dedi.
Dünya kültür mirası olarak kabul edilen ve tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Diyarbakır’ın Sur ilçesi 2015 yılında başlayan sokağa çıkma yasakları sonrası yıkım ve talana uğradı. 103 gün süren sokağa çıkma yasakları üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen 6 mahallede yasak sürüyor. Evler ve sokaklar ağır iş makineleri ile inşaat alanına çevrilerek yıkılırken Sur’un tamamı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından parsel bazında inceleme yapılmadan “Acele Kamulaştırma” kapsamına alındı ve yurttaşların mülklerine el konuldu. Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu üyesi Selma Aslan Sur’daki yıkımı ve yeni yapıları değerlendirdi.
‘Kimliksizleştirmek ve tarihi unutturmak amaçlandı’
İlçede 2015 yılında başlayan çatışmalar ve sokağa çıkma yasaklarının 2016 yılında kaldırıldığını hatırlatan Selma, buna rağmen 6 mahallede 4 yıldır yasağın sürdüğünü söyledi. Orada yapılan çalışmaları inceleme imkanlarının olmadığını dile getiren Selma, ilçeyi sadece havadan çekilen fotoğraflarıyla gözlemleyebildiklerini belirtti. Selma, “Sokağa çıkma yasakları sonrası acele kamulaştırmalar yapılarak evler ele geçirildi. Bir yerde acele kamulaştırma adıyla gasp söz konusu olursa orada devlet sizin elinizdeki tüm hakları almış demektir. Sur’da da insanlar evlerini terk ederek başka yerlere göç etmek zorunda kaldı. Yeni yapılar çok yüksek fiyatlara satışa sunuluyor, sunulacak. Oradan çıkan insanların bu evleri tekrar alarak mahallelerine dönmeleri mümkün değil. Zorla göç ettirilen insanlar yeni gittikleri yerde yaşam sıkıntısı yanında komşuluk ilişkilerine adapte olma sıkıntısı yaşadılar. Bunun yanında Sur tarihi sit alanı. Orada yapılan bu çalışma kimliksizleştirmek ve tarihi unutturmak amaçlanarak yapıldı. Bölge kültüründen uzaklaştırılmak isteniyor” dedi.
‘Geri dönüşümü çok zor’
Yeni yapılan 181 adet Sur evinin proje müellifinin proje çizme ehliyetinin olmamasına da değinen Selma, “Bir mimarın proje çizme yetkisi olması için Büro Tescil Belgesi alması gerekmektedir ancak proje mimarının belgesi bulunmamaktadır. Biz ‘yeni’ Sur’un mimarının bu belgesi olmadığı için ehliyetinin olmadığını söylüyoruz. Projenin tam halini alana gidip görme şansımız olmadı. Havadan çekilen fotoğraflarından ve çevresinden görebildiğimiz kadarını değerlendirebiliyoruz. O şekilde edindiğimiz görüntü içler acısı. Sur’un kendi tarihinden, yaşam koşullarından uzak, cezaevini andıran, iç avlularla çevrilmiş bir proje. Onların başlattığı ve ruhsatı alınan yapıların çoğu bitmiş durumda. Geri dönüşümü çok zor görünüyor. Ancak belki yeniden yıkılıp tekrar eskisine uygun yapılırsa bir düzelme sağlanabilir” ifadelerini kullandı.
‘Bölgede kent suçu işleniyor’
Koruma Amaçlı İmar Planı’nda, revize öncesi ‘yeni yapılacak yapıların sokak cephesinde bazalt taşı kullanılmalıdır’ ibaresi varken; revizesinde ‘Yeni yapımlarda bazalt taş kullanılarak avlu duvarı yapılabilir’ olarak değiştirildi. Yürütmenin durdurulması amacıyla Mimarlar Odası’nın başlattığı dava süreci ise sürüyor. Bu konu hakkında da konuşan Selma, bilirkişi raporunun istedikleri gibi çıkmamasından kaynaklı mahkemenin yeniden bilirkişi raporu istediğini kaydetti. Selma, ilk bilirkişi raporunda yapıların aslına uymadığı, bazalt taşlarının kullanımının gerektiği ancak kullanılmadığı ibarelerinin mevcut olduğunu aktardı. Selma, “Henüz ikinci bilirkişi raporu çıkmadı. Mahkeme süreci devam ediyor. Biz de mahkemenin bu konuya ilişkin vereceği kararı bekliyoruz. Sit alanı olmasından kaynaklı ağır iş makinalarının girip çalışması tarihi kalıntıları tahrip etmesi söz konusu olduğu için yasaklandı. Alanda yapılan çalışmalarla Sit Alanı Kanunu ve İmar Kanunu gereği bölgede kent suçunun işlendiğini söyleyebiliriz. Bölge şu an tamamen kendi yerleşik insanları dışında ranta dönüştürülüp ekonomik düzeyi yüksek olan insanların ticari amaçlı kullanımına açıldı” şeklinde konuştu.
‘UNESCO ilgisiz kaldı’
Türkiye’nin 1965 yılında imzalamış olduğu ‘Lahey Silahlı Çatışmalar Halinde Kültür Varlıklarının Korunması Sözleşmesi’ne ters düşen yaklaşımlar sergilediğini dile getiren Selma, 1988 tarihinde dünya mirasının korunmasına dair UNESCO ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde korunması gereken alanın tam tersine korunmayıp tahrip edildiğini söyledi. Selma, “Tarihin, kültürün, mirasın yok edilmesi şehir suçlarının işlenmesini beraberinde getirmiştir. Bu sürecin başından itibaren Mimarlar Odası olarak UNESCO’ya çağrıda bulunduk ve bir takım görüşmeler gerçekleştirdik. UNESCO en son aldığı toplantıda da Türkiye’nin bu gelişmelere ilişkin bölgeyi UNESCO’ya açması, orada incelemeler yapması, oradaki yapıların ne şekilde yapıldığını gözlemlemesi ve bölgesel tahribata ilişkin bilgi almak üzerine talepte bulunuldu. Ancak Türkiye’nin onlara vermiş olduğu bir tarih yok. UNESCO’nun da sürecin en başından itibaren sorumluluğunu yerine getirdiğini söyleyemeyiz. İlgisiz kaldığını düşünüyoruz. Ülkelerin kendi aralarındaki ticari ilişkiler yaklaşımlarda daha fazla belirleyici oluyor” diye konuştu.