
3 mevsim direnen Leyla Güven: Bu süreci omuzlamak benim için onurdu
- 09:00 6 Kasım 2019
- Güncel
Berîtan Elyakut-Rengin Azizoğlu
DİYARBAKIR - DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, 8 Kasım 2018’de başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemini “Ağır bir süreçti, ağır bir sorumluluktu ama benim için bir şerefti, bir onurdu. Bu süreci omuzlamak, bu eyleme öncülük etmek benim için bir onurdu” sözleriyle ifade etti.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven hakkında açılan davanın 7 Kasım 2018’de görülen üçüncü duruşmasında hayata geçirilen hukuksuzluklara ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı açlık grevine başlayacağının altını çizdi. Leyla kelepçeli uygulamayı reddettiği için Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla bağlandığı mahkemede, “Ben siyasette PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit bir insanlık suçudur. Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiç bir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim. Gerekirse eylemimi ölüm orucuna da dönüştüreceğim” dedi.
Toplamda 30 tutsak ‘ölüm orucuna’ başladı
7 Kasım’da açıkladığı kararın ardından Leyla, 8 Kasım 2018’de tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Kadın Cezaevi’nde süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Leyla açlık grevi süresince tek bir noktaya dikkat çekti, oda Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit sonlandırılıncaya kadar eylemini sürdüreceğiydi. Leyla’nın ardından 16 Aralık 2018’de çok sayıda PKK ve PAJK’lı tutsak da açlık grevine dahil oldu. Aralıklı süreçler içerisinde katılımların olduğu eyleme, en son Mart ayı ile beraber toplamda 3 bin 500’e yakın tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Öte yandan HDP milletvekilleri Dersim Dağ 3 Mart'ta, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 8 Mart'ta partilerinin Diyarbakır İl Örgütü binasında eyleme dahil oldu. Sürecin işletilmemesine tepki gösteren toplamda 30 tutsak da, 3 mevsim sürdürülen açlık grevi eylemlerini 30 Nisan ve 10 Mayıs itibari ile bir üst aşamaya taşıyarak "ölüm orucuna" başladı.
8 kişi protesto eylemiyle yaşamını sonlandırdı
Tecridi protesto etmek amacıyla Almanya'nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart'ta yaşamını yitirmişti. Zülküf Gezen (33) 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Medya Çınar (24) 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Yonca Akici 9 Mart'ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Siraç Yüksek, 2 Nisan'da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan'da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tecridi protesto eylemi sonucu yaşamını yitirdi.
Kritik aşamaya ulaşan eylemlerin ardından görüşme sağlandı
12 Ocak 2019’da açlık grevlerinin kritik aşamayı çoktan aşması karşısında ikilemde kalan iktidar Abdullah Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan’ı görüştürdü. Görüşmenin ardından tutsaklar ve Leyla bu görüşmenin eylemi kırmaya dönük olduğunu kaydederek, eylemlerini sürdüreceklerinin altını çizdi. 2 Mayıs’ta ise 8 yılın ardından ilk kez Abdullah Öcalan’ın avukatlarının yaptığı görüş başvurusu kabul edildi. Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla kamuoyuna hitaben 7 maddelik bir deklarasyon sundu. Deklarasyon ise 6 Mayıs’ta avukatlar aracılığıyla kamuoyu ile paylaşıldı. Tutsaklar ve Leyla tecridin kırılmadığını ve bir kereliğe mahsus bir görüşmeyle eylemlerini sonlandırmayacaklarını tekrardan kamuoyuna duyurdu. Son olarak 22 Mayıs’ta yeniden Abdullah Öcalan ile görüşen avukatları eylemin sonlandırılması kararını grevde olan 3 HDP’li ve Leyla Güven’e iletti. 26 Mayıs’ta Dersim Dağ, Tayyip Temel ile Murat Sarısaç HDP İl binasında PKK ve PAJK’lı tutsakların mesajını kamuoyuna açıklarken, Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajda avukatları tarafından okundu. Eylem yapılan açıklamalar ışığında tutsakların ve Leyla’nın eylemi sonlandırma kararının ardından biterken, tutsaklar ve Leyla Güven hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı.
Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajda ise şunlar kaydedilmişti: “Başta açlık grevleri ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimiz sunuyorum. Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum. Bitmeyen sevgi ve selamla."
Açlık grevi eyleminin öncüsü olan Leyla Güven ile süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemlerinin 1’inci yıldönümünde 8 Kasım 2018’de başlayan açlık grevi sürecini, Abdullah Öcalan’ın rol ve misyonunu, dünya çapında eyleme verilen destekleri ve protesto eylemi gerçekleştirerek yaşamını sonlandıranları konuştuk.
* Eyleme nasıl karar verdiniz, Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kalkması noktasındaki ısrarın nedeni neydi?
Bir Kürt kadını olarak yıllardır siyaset içinde direniyorum. Kürt halkının bir statüye kavuşması ve haklarına sahip olması için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bu aynı zamanda bir sorumluluk ve ben bunu halka karşı bir borç olarak görüyorum. Bu direniş sürecinde, yaşam mücadelesinde en çok etkilendiğim şey Sayın Abdullah Öcalan’ın felsefesinden öğrendiğim kendini tanıma, var olma felsefesidir. İçinde bulunduğumuz toplum erkeklerin zihniyetiyle şekil almış ve erkeklerin elinde olan bir toplumdu. Abimiz, babamız, çevremizdeki tüm erkekler bizim üzerimizde söz hakkına sahipti ama Sayın Öcalan’ın felsefesini öğrendikten sonra anladım ki, aslında ben de varım ve benim de söz hakkım var. Kendi irademle karar verebilirim. Bir erkeğin bana ‘bunu yap’ demesine ihtiyacım yok. Bunları kendim için amaç edindim. Sayın Öcalan başka bir şey önümüze koyuyordu. Yaşamımı bu sorgulama üzerinden devam ettirdim. Ne yapabileceğimi düşündüm. Bir kadın olarak neler yapabilirdim? Direnebilirdim, mücadele edebilirdim, başka bir yaşam mümkündü ve bunun için ilk adımı atmalıydım. Sayın Öcalan’ı okudum ve okudukça mücadele etme isteğim arttı.
Kimliğimizle yaşamaya ihtiyacımız vardı. Sayın Öcalan bizlere ‘Siz insansınız, sizin söz hakkınız var, köle değilsiniz, çocuk bakmak, erkeğe yemek yapmak zorunda değilsiniz, kendi kararlarınızı verebilirsiniz’ diyordu. Sayın Öcalan’ın kadın perspektifi beni siyasete getirdi ve bir kadın olarak siyasette direnişimi bugüne kadar sürdürdüm. Bunları yaparken erkek zihniyetinin de, erkek zihniyetiyle ülkeyi yönetenlerin de baskısını çokça yaşadım ama Sayın Öcalan’dan öğrendiklerim beni güçlendiriyordu.
* Açlık grevine başlamaya nasıl karar verdiniz? Kimseyle paylaşmış mıydınız? Açlık grevi cezaevi koşullarında nasıl geçti?
O dönemde onlarca kadın arkadaşımız tutuklanmıştı ve her yönden yoğun bir baskı vardı. Halka büyük bir zulüm yapılıyordu. Bu zulmü ne kadar teşhir etmek istesek de, bunu her yaptığımızda daha büyük bir saldırı ile üzerimize geliyorlardı. Böyle bir koşulda ben de tutuklanmıştım. Cezaevinde derin bir yoğunlaşmam oldu. ‘Bu sisteme karşı ne yapabilirim, sürece nasıl cevap olabilirim, çözüm ne olur’ diye çok düşündüm. Amed zindanında olmam bu yoğunlaşmayı daha çok derinleştiriyordu. İşkenceye karşı Amed zindanının direnişini düşündüm sürekli. Sara’nın, Mazlum’un, Kemal’in, Hayri’nin direnişini anımsıyordum ve arkadaşlarım gözümün önüne geliyorlardı. Rüyalarıma geliyorlardı. Onlardan güç alıyordum. Bugün görüyorum ki, yükün büyüğü gençlerin omuzunda. Gençlerin bu kadar çok bedel ödemesini doğru bulmuyordum; çünkü bu sadece onların değil bir bütün tüm halkın direniş, mücadelesi ve sorunuydu. ‘Bu kez gençler değil, ben bedel ödeyeyim’ dedim ve bir karar aldım. Bu kararı almam uzun sürdü. Çünkü büyük bir karardı ve kendimde netleşmem gerekiyordu.
Bu kararı nasıl duyurmak istediğim üzerine de uzun süre düşündüm ve 8 Kasım’da görülecek olan duruşmamda, mahkemede bu kararı açıklamaya karar verdim. Mahkeme benim için önemliydi çünkü Barış Anneleri ve çok sayıda kurumdan arkadaşlarımız da o gün oradaydı. Orada taleplerimi ve kararımı ilk kez açıkladım. Kimsenin bu karardan haberi de yoktu. Çünkü biliyorum en başta koğuştaki arkadaşlarım buna onay vermezlerdi. ‘Sen yalnız olmaz o zaman beraber yapalım’ diyeceklerdi ama hiçbir arkadaşımın böyle bir kararı almasını da istemiyordum. Az önce de söyledim, amacım bu yükü gençlerin omuzundan almak ve bir siyasetçi olarak özeleştiri vermekti. Bundan dolayı kimsenin karşı çıkmasını istemedim ve herkesin aynı anda duymasını istedim. Ben orada annelerden de özür diledim, çünkü annelere söz verdiğimiz barışı getiremedik. Çünkü yoğunlaşmamda da fark ettim ki aslında biz bu güne kadar doğru bir siyaset yürütememişiz, eksiklikler olmuş ve Sayın Öcalan’ın perspektiflerini yeterince uygulayamamışız. Bu kararı alarak Sayın Öcalan’ın üzerinde devam eden tecride de dikkat çekmek istedim. Bizim için en önemli mesele bu tecridi kırmaktı her şeyden önce.
“Sayın Öcalan’ın perspektifleri ile kendini tanımış ve siyasete katılmış bir kadın olarak bunun sorumluluğunu almalıydım. Şehirler ablukada, toplum ablukada, toplumun sesi bastırılıyor yani ülkede tam bir faşizm var. Birilerinin madem bir şey yapması gerekiyor, öyleyse bu kişi ben olmalıydım, ben yapmalıydım.”
20 yıldır Sayın Öcalan tecrit altında. Bir komplo ile Türkiye’ye getirildi ve o günden beri tecrit sürüyor. Devlet ne zaman istediyse aile o zaman gidip Sayın Öcalan’ı görebildi, devlet ne zaman istediyse heyet o zaman gidebildi ama biz bunu kabul edemeyiz. 2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecinde devlet de Sayın Öcalan’ın toplum üzerindeki, barışa, özgürlüğe etkisini gördü. Halkın Sayın Öcalan’ın perspektiflerinden etkilendiğini gördü. Devletin kendisi bile etkileniyordu. Bu tecritle Sayın Öcalan’ın sesini kısmak ve toplum üzerinde tahakküm kurmak istediler. Sayın Öcalan politik bir insandır. Sadece ailesiyle değil, halkla iletişimi olmalıdır. Bu nedenle avukatların ve heyetlerin İmralı’ya gitmesi gerekiyor. Halka sesi ulaşması gerekiyor. Ben de Sayın Öcalan’ın perspektifleri ile kendini tanımış ve siyasete katılmış bir kadın olarak bunun sorumluluğunu almalıydım. Şehirler ablukada, toplum ablukada, toplumun sesi bastırılıyor yani ülkede tam bir faşizm var. Birilerinin madem bir şey yapması gerekiyor, öyleyse bu kişi ben olmalıydım, ben yapmalıydım.
Mahkemede, ülkede devam eden katliamların, demokratik siyasetin önünün açılması, tecridin bir an önce sonlandırılması, halklar üzerindeki tecridin sonlandırılması talebiyle açlık grevine başladığımı açıkladım. Orada bulunan arkadaşlarım, ailem duygulandı ve şaşırdı ama herkesin anlam vermesi gerekiyordu. Siyasetin önü açılmalıydı. Mahkemeden sonra koğuşa döndüm ve kararımı arkadaşlarıma da açıkladım. Arkadaşlarım da çok duygulandı, ne diyeceklerini bilemediler ama anlam verdiler ve bu süreçte benimle olacaklarını söylediler. Bu eylemde bir şey daha ortaya çıktı, yol arkadaşlığı çok önemli ve kıymetlidir. Açlık grevine başladıktan sonra koğuşta bütün sistem değişti. Çay içme saatimden uyuma saatime kadar planlandı ve düzenlendi. Kadın arkadaşlarım koğuşta her şeyi bana göre düzenlediler. Herkes kendini bu sürece hazırladı. Hem duygusallık vardı hem de eyleme karşı saygı vardı. Tarihten de biliyoruz ki, kadın severse her şey bambaşka olur. Kadınlar etrafımda bir çember oldu ve hem içeride hem dışarıda yanımda oldular. Bilen bilir, cezaevi koşulları çok ağır ve zordur. Orada ortaya çıkan yoldaşlık bambaşkaydı ve asla unutamam. Moralimin, motivasyonumun düştüğünü, gücümün tükendiğini hiç hatırlamıyorum. Çünkü yoldaşlarım buna izin vermedi.
* Siz yalnız başladınız fakat cezaevleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde eyleme destek geldi ve destekler giderek büyüdü. Nasıl hissettiniz? Sizce dışarıda tepkiler nasıldı? Size en fazla güç veren neydi?
Ben aslında bu direnişi yalnız sürdürmek istiyordum. Özellikle gençlerin bu yükü omuzlamasını istemedim ama benimle sınırlı kalmadı. Zindan mücadeleden hiçbir zaman geri durmamıştır, her dönem zor koşullarda olmalarına rağmen büyük bedeller ödemiş ve büyük sorumluluklar almışlardır. Ne zaman büyük bir direnişe ihtiyaç duyulsa zindanlarda sesler yükselmiştir. Başta arkadaşımız Nasır Yağız, sonrasında da cezaevlerinden ve dışarıdan birçok yerden arkadaşlarımız bu direnişe katıldı. Bu direnişte aslında bir şeyi bir kez daha anlamış olduk ki, söz konusu Sayın Öcalan olduğunda kimse sessiz kalmıyor ve herkes direnişi büyütmek için elinden geleni yapıyor, ölüm burunlarının dibinde dahi olsa direnmeyi tercih ediyorlar. Hasta olan arkadaşlarımız da vardı ama buna rağmen direnişte yer almak istediler. Bu yüzden de başladığımda taleplerimin milyonların talebi olduğunu söylemiştim. Her gün direniş daha da büyüyordu. Bu yüzden beni tahliye ettiler. Beni tahliye ederek direnişi kırmak istediler ama ne arkadaşlarımız ne de ben bu oyuna gelmedik. Amacımız ve talebimiz benim tahliyem değildi, tecridin kırılmasıydı. Tahliye olduktan sonra dışarıda da gücümü korudum ve cezaevinde arkadaşlarımın yanındaymışım gibi direnmeye devam ettim.
“Beni güçlendiren bir şey daha vardı o da zindanlardan gelen mektuplardı. O mektupları bana okuduklarında bir önceki günden daha da güçlü oluyordum.”
Benden sonra tahliye olan başka arkadaşlar da oldu ve onlar da dışarıda direnişini sürdürdü. Beni güçlendiren bir şey daha vardı o da zindanlardan gelen mektuplardı. O mektupları bana okuduklarında bir önceki günden daha da güçlü oluyordum. Hala mektuplar geliyor, arkadaşlarım hala yazıyorlar bana. Bu yüzden dışarıda ve ya içeride olmam bir şey değiştirmedi ve aynı duygularla, iradeyle direnişi sürdürdük. Diğer yandan dışarıda annelerimiz de büyük bir direniş gösterdi. Halka ‘ölüm bir keredir, o da şerefli olsun, gelin direnin’ sözünü felsefeleştirdiler. Annelerin direnişi karşısında büyük bir güç alıyordum. Polisler saldırdıkça anneler bir sonraki gün daha büyük bir irade ve güçle çıkıyorlardı sokağa ve asla durmuyorlardı. Bütün saldırılara karşı anneler her yerde direnişe ses verdi ve bu direnişi duyurdu. Belki dünya gezmemişler, belki birçoğunun okuma yazması yoktu ama okumuş birçok insandan daha iradeli ve güçlüydüler. Bildikleri en iyi şeylerden biri de direnmekti. Bilinçli ve farkında oldukları bir direnişe katıldılar.
* Açlık grevi sürecinde tecride karşı 8 kişi protesto eylemi gerçekleştirerek yaşamına son verdi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, sizi nasıl etkiledi?
Direniş sürecinde beni en çok etkileyen, günlerce uyutmayan, aklımdan çıkmayan şey ise fedai eylemler olmuştu. Her fedai eylemde sanki bir parçam kopuyordu. Zülküf, Ayten, Mahsum, Siraç, Medya ve diğer arkadaşlar gerçekten benden bir parça aldılar. Onlardan sonra ‘Öleyim ama bir canın daha gittiğini duymayayım’ demeye başladım. Ben gençler ölmesin diye bu direnişe başladım ama yine gençler yaşamını yitirdi. Çok fazla etkilendim. Çok üzüldüm. Artık direnemeyeceğimi düşündüm, ölmeyi tercih ettim. Sonra buna hakkım olmadığını anlayıp yeniden aynı ruhla direnmeye devam ettim. Bu arkadaşlar fedai eylem yapmışken benim ‘yapamıyorum, artık dayanamıyorum’ demeye hakkım yoktu. Evet, dayanamadığım şey gençlerin ölmesiydi, açlık grevi beni hiç etkilemiyordu. Ben açlık grevine her şeyi göze alarak başlamıştım. Arkadaşların gözü bendeydi, kulağı bendeydi. Yeniden mektup yazdım ve cezaevlerine gönderdim. Defalarca kez çağrıda bulundum, fedai eylemlerin olmaması gerektiğini söyledim. Bunlara evde tanık olmak beni daha da çok etkiliyordu.
“Ağır bir süreçti, ağır bir sorumluluktu ama benim için bir şerefti, bir onurdu. Bu süreci omuzlamak, bu eyleme öncülük etmek benim için bir onurdu.”
Bedenim eriyordu, sağlığım zaman zaman kötüleşiyordu ama benimle beraber direnen arkadaşlardan aldığım güçle direnişimi sürdürdüm. Biz tüm arkadaşlarla büyük bir aile olmuştuk ve dört parçada, Avrupa’da bu direnişin öncüleri oldular. Eğer direniş avukat görüşlerinin sağlanmasıyla son bulmuşsa bu o arkadaşlarımızın direnişi sayesindedir. Evet, ilk adımı ben attım ama bu benim değil, tüm Kürt halkının eylemiydi. Halka, ‘ayağa kalkın, direnin’ dediler ve halk bu çağrıyı duydu, halk bu sesi duydu. Zülküf arkadaş, Ayten arkadaş ve tüm arkadaşlarımızın aracılığı ile Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridi tüm dünyaya duyurduk ve eylemimiz herkes tarafından konuşuldu. Ağır bir süreçti, ağır bir sorumluluktu ama benim için bir şerefti, bir onurdu. Bu süreci omuzlamak, bu eyleme öncülük etmek benim için bir onurdu. Bu uğurda şehit düşmüş tüm arkadaşlarımızı da hatırlamaya, anmaya devam edeceğiz.
* Tahliyenizden sonra sizi ziyaret eden çok fazla kurum, örgüt, halk oldu. Özellikle kadınlardan çok büyük destek aldınız. Ziyarete gelenlerin mesajı ne oluyordu, diyaloglar nasıl gelişiyordu? Beklentileri veya eleştirileri oluyor muydu?
Yanıma ziyarete gelen bazı kadınlar sürekli olarak ‘Senin için bir şey yapmak istiyoruz ama bir erkek için eyleme başlamanı anlamıyoruz’ diyorlardı. Onlara ‘Abdullah Öcalan’ın felsefesini okusaydınız onun bir erkek mi yoksa bir ideoloji mi olduğunu anlardınız’ dedim. Bana göre Abdullah Öcalan erkekliği geçmiş kadından da fazla kadın ruhunu, yaşamını, toplum içerisindeki duruşunu anlamış ve ona göre felsefe geliştirmiştir. Onlar da bunları dinledikten sonra Abdullah Öcalan’ı okumaya söz veriyorlardı. Bu kapsamda tecrit karşısında eyleme başlamamın nedeni bir Kürt kadını olarak kendimi onun felsefesiyle tanımamdan kaynaklandı. İkincisi ise Abdullah Öcalan felsefesinin tüm dünyaya yayılması bir şans olduğu düşüncesiydi. Çok sayıda filozof çıkmıştır ama hiçbiri kadın hakkında ve kadın özgürlük arayışı noktasında çözümleme yapamamıştır. Hepsi kadını toplum içerisinde ele almıştır ancak kadın tek başına bir rol ve misyona sahiptir. Kadın tek başına bir millettir.
Ziyaretler sırasında geldikleri yerlere özgü hediyeler getirenler oluyordu. Halkın beni görmek için çok büyük isteği vardı ama ne yazık ki sağlık koşullarımdan ötürü herkesi görebilme, uzun süre sohbet etme durumum yoktu. Ancak arkadaşlarımın yardımıyla birkaç dakikayla sınırlı olan görüşmeler yapabiliyordum. Gelenlerin birçoğu daha çok eylemi ve direnişi kutluyorlardı ve büyük bir irade olarak görüyorlardı. Destek çok fazlaydı. Kimi zaman eleştirileri de oluyordu sürece dair. Zamansız bulan da vardı, geç kaldığımızı düşünenler de ama elbette biz geç kaldığımızı düşünüyorduk. Tecrit bizim için ertelenemeyecek bir meseleydi ve direnişi ne kadar büyütürsek o kadar çabuk kırabilirdik tecridi.
Yarın: Açlık grevinin geldiği aşama, Abdullah Öcalan’ın 7 maddelik deklarasyonu ve 9 Ekim saldırıları