
‘Soçi yerine Dolmabahçe Mutabakatı kabul edilseydi bu yaşananlar olmayacaktı'
- 09:01 1 Kasım 2019
- Güncel
Habibe Eren
ANKARA - Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarında hiçbir kazancının olmadığına dikkat çeken HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Rusya ile imzalamış olduğu 10 maddelik mutabakat yerine Dolmabahçe’de 2015 tarihinde okunan mutabakat kabul edilmiş olsaydı bugün yaşananların hiç birinin olmayacağını düşünüyorum. Türkiye’nin Ortadoğu bataklığından çıkması için bir kere oradaki güçlerin acilen çıkarılması gerekiyor, çünkü Suriye halklarının kendi yaşamlarına dair karar verebilecek güçleri var” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 9 Ekim’de başlattığı operasyon, Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmeler, HDP'ye atanan kayyımlar ve bundan sonraki yol haritalarına ilişkin JIN NEWS’in sorularını yanıtladı.
* Türkiye 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyon başlattı. İlk olarak ABD arabuluculuğuyla gerçekleşen ateşkesin ardından 21 Ekim’de Soçi’de Rusya ile 10 maddelik mutabakat imzalandı. Öncelikli olarak bu operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Operasyonun başlangıç tarihi 9 Ekim. Kürtler açısından önemli bir tarihtir. Sayın Öcalan’ın uluslararası komplo ile Türkiye’ye getiriliş tarihidir. Bu tarihin özellikle seçilmiş olması, Kürt halkına, geleceğine, Kürtlerin kazanımlarına ve Sayın Öcalan’ın bu ülkedeki barış ve demokrasi mücadelesine verdiği öneme bir cevap olarak nitelendirilebilir. Aslında Suriye’ye girmek, Suriye’de bir operasyon ve savaş başlatmak başlı başına yanlış. Burada sadece Rojava bölgesine yapılan bir operasyondan bahsetmiyoruz. Geçmişte de yapılan operasyonlar ve oradaki halkların kazanımlarına müdahale var. Oradaki insanları topraklarından, yaşadıkları yerlerden göç ettirmeye zorlayan ve oraları insansızlaştırmaya zorlayan bir girişim var. Bu girişimin aslında yanlış olduğunu hep söyledik çünkü Suriye politikası Türkiye’yi bugün de gördüğümüz gibi yalnızlaştırdı. Çünkü oraya girişin yanlış olduğunu sadece biz değil bütün dünya ülkeleri ifade ediyor ve bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmesi çağrısı yapılıyor. Yaptırımlar, kararlar, Türkiye’ye verilen cezalar bir bütün olarak Türkiye’yi ve halklarını yakından ilgilendiren bir mesele.
"Biz hep şunu söyledik: Suriye’ye gidip oraya operasyon yapmak yerine oradaki kazanımlarını kabul etmek, Kürtlerle diyalog kurmak ve Kürtlerle müzakereyi esas alacak yeni yol ve yöntemlere ihtiyaç var."
Çünkü savaşın ve savaştan kaynaklı yaratılan tahribatın başta ekonomik kriz olmak üzere Türkiye’ye yansımaları var. Bu yansımalar karşısında Türkiye halkları zaman zaman tepki gösterse de ben bu tepkilerin çok yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu ekonomik kriz başta olmak üzere sosyal ve siyasal krizlerin, her anlamda yaşanan krizin Türkiye’ye büyük bir zararı var. Biz hep şunu söyledik: Suriye’ye gidip oraya operasyon yapmak yerine oradaki kazanımlarını kabul etmek, Kürtlerle diyalog kurmak ve Kürtlerle müzakereyi esas alacak yeni yol ve yöntemlere ihtiyaç var. Fakat Türkiye’yi yönetenler hiçbir zaman bu yol ve yöntemi tercih etmediler. Tercihleri her zaman yıkımdan, savaştan yana ve Kürt halkının kazanımlarını heba etmek üzerine oldu.
* Bu süreçte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünya kamuoyundan ciddi tepkiler geldi. Kürt halkı ile dayanışma mesajları verildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünya ülkelerinin bir kez daha bu haklı talep karşısında Kürtlerin yanında olduğunu gördük. Bu büyük bir kazanımdır ve kıymetlidir. Sadece bununla sınırlı kalmayan, Kürtlerin de bu süreçte birlik ve beraberliğinin ortaya çıkması yine anlamlı ve kıymetlidir. Bu süreci okurken kazanımlarına bir kez daha bakmak lazım. Evet 9 Ekim tarihinden itibaren yaşanılanlarda bedeller ödendi. Bunu ifade etmek doğru olur fakat aynı zamanda bazı kazanımların da ortaya çıktığını söylemek gerekir. Evet, hiçbir kazanım bedelsiz olmaz ve bu süreçte de Kürtlerin en azından bir kazanımı olduğunu söylemekte fayda var. Dünya ülkelerinin, Türkiye’nin başlatmış olduğu operasyona karşı çıkması, Kürt halkının meşru taleplerini görmesi ama aynı zamanda Kürt halkının birlik ve beraberliğinin pekişmesi bu süreç açısından önemlidir.
* Türkiye’nin bu operasyondan kazancı ne oldu?
"Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar Kürtleri inkar eden, görmeyen, Kürtlerin kazanımlarını yok etmek adına siyaset yapan her iktidar kaybetmiştir."
Şu anda Türkiye’nin hiçbir kazanımı yok. Bunu çok değerlendirdik gerçekten. Çok okumaya çalıştık, ‘Türkiye’nin burada kazancı nedir’ diye. Türkiye’nin herhangi bir kazancı yoktur kaybı vardır. Dolayısıyla kayıplar her zaman için Türkiye halklarına yansıyacak olan kayıplardır. AKP hükümetinin ‘başardık, kazandık’ gibi laflarının aslında başarısızlıklarının üzerini örtmek için kullanılan söylemler olduğunu ifade etmekte fayda var. Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar Kürtleri inkar eden, görmeyen, Kürtlerin kazanımlarını yok etmek adına siyaset yapan her iktidar kaybetmiştir. AKP de bunu yaşıyor. AKP de geçmişten gelen bu politikayı devam ettirdi. O yüzden bu süreç açısından da Türkiye Suriye meselesinde herhangi bir şey kazanmamıştır.
* Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyon devam ederken Uluslararası Af Örgütü kimi yerlerde beyaz fosfor bombası kullanıldığına dair verilerin olduğunu deklere etti. Bunun yanında Suriye Gelecek Partisi Eşbaşkanı Hevrin Xelef’in SMO üyeleri tarafından işkence ile katledildiği ortaya çıktı. HDP olarak bu anlamıyla uluslararası hukuka da çağrı yapmıştınız. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz?
Bu süreç içerisinde bir sürü insan hakları ihlalleri ve savaş suçu işlendi. Bu savaş suçlarına dair elimizde bir sürü görüntü belge oldu. Bunları zaman zaman kamuoyu ile paylaştık. Hevrin Xelef’in katledilmesi başlı başına Türkiye’nin bir savaş suçu işlediğini, insan haklarını ihlal ettiğinin göstergesidir. Bir kadın siyasetçinin özellikle kadın devriminin gerçekleştiği bir yerde, IŞİD’e karşı büyük bir mücadele yürütülen bir yerde böylesi bir şekilde katledilmesi elbette ki kabul edilemez. Mutlaka bir yaptırım olması gerektiğini düşünüyorum. Başta insan hakları ihlalleri olmak üzere savaş suçları meselesinde de biz parti olarak AKP’nin bu anlamdaki karnesini, yaptığı suçları her zaman ifade ve ifşa etmeye yönelik tutumumuzu sürdürüyoruz. Bunu zaman zaman Genel Kurul’da arkadaşlarımız, zaman zaman da diplomaside görevli olan arkadaşlarımız dile getiriyorlar. Çünkü bir sorun var burada. Bu sorun insan hakları sorunudur. Bu sorun savaş suçları işlendiğine dair bir sorundur. Bu anlamda Türkiye’nin işlediği suçlar açıktır, ortadadır.
* Siz de bahsettiniz Rojava kadın devriminden. Bu operasyonla kadın iradesinin hedef alındığını söyleyebilir miyiz?
"Büyük bedeller ödendi. En son bedeli belki Hevrin Xelef ödedi ancak onun şahsında Rojava’da büyük bir kadın mücadelesi olduğunu ve bu kadın mücadelesinin artık dünyada tanındığını ve dünyaya mâl olduğunu gören bir yerden bakmak gerekir."
Evet. Rojava’da büyük bir kadın devrimi yaşandı ve o kadın devrimi yaşanırken birçok kadın yaşamını yitirdi. Büyük bedeller ödendi. En son bedeli belki Hevrin Xelef ödedi ancak onun şahsında Rojava’da büyük bir kadın mücadelesi olduğunu ve bu kadın mücadelesinin artık dünyada tanındığını ve dünyaya mâl olduğunu gören bir yerden bakmak gerekir. Biz de özellikle HDP olarak Rojava Devrimi’nde kadınların verdiği mücadeleyi gören bir yerden bakıyoruz. Türkiye’nin başlattığı operasyonda sadece Suriye’de kadın devrimi hedef alınmıyor. Türkiye’nin iç politikası açısından da kadınlara yaklaşımı nettir, ortadadır. Her gün kadın cinayetlerinin işlendiği, kadınların saldırılara ve baskılara maruz kaldığı bir ülkede yapanların, yaptıranların cezalandırılmadığı ve her türlü bedelin kadınlar tarafından ödendiği bir ülkede AKP’nin kadına yaklaşımı, Türkiye dışındaki yapmış olduğu girişimlerde, operasyonlarda Rojava’daki kadın devrimine saldırısı da bu anlamda görülmesi gerekiyor.
* ÖSO yani yeni adıyla Suriye Milli Ordusu (SMO) yağma, taciz kaçırma ve tecavüzle gündemde. Türkiye’nin garantörlüğünü üstlendiği bu yapıların suçlarına ilişkin ne söylemek istersiniz?
"Dünyanın gerçekten birlikte IŞİD’e karşı ortak mücadelesinin olduğu noktada IŞİD’in ve ÖSO’nun yapmış olduğu her türlü çirkin, yüz kızartıcı suçların Türkiye tarafında beslendiğini ortaya koyan bir şey var. Türkiye buna ortak olmamalıydı."
Efrîn’de yapılanlar ortada. Efrîn boşaltıldı oraya yerleştirilenler talan başta olmak üzere her türlü yüz kızartıcı suçları işlediler. Şimdi aslında Rojava’da yapılmak istenen de buydu; Rojava’yı insansızlaştırmak, oraya çeteleri yerleştirmek, çeteleri beslemek ve katkı sağlamak. Türkiye’nin bu süreçte bir kez daha Efrîn’de yaptıklarını başka yerde yapmak gibi bir girişim içerisinde olduğunu gördük. Dünyanın gerçekten birlikte IŞİD’e karşı ortak mücadelesinin olduğu noktada IŞİD’in ve ÖSO’nun yapmış olduğu her türlü çirkin, yüz kızartıcı suçların Türkiye tarafında beslendiğini ortaya koyan bir şey var. Türkiye buna ortak olmamalıydı. Türkiye’nin IŞİD’i nasıl beslediğini, IŞİD’i nasıl koruduğunu hep gördük. Yaşanan katliamlar var. Suruç, Ankara katliamı ortadayken Türkiye’nin bu konuda karnesi zayıf. O yüzden bu süreçte bir kez daha dünya ülkeleri IŞİD’in her türlü pisliğini Türkiye’ye devrettiler ve kendileri bunun içinden sıyrıldılar ve temize çıkarmaya çalıştılar. Bu süreçte Rojava’daki mücadele hem IŞİD’e hem de ÖSO’ya karşı bir mücadeleydi. Oradaki bütün selefi gruplara karşı bir mücadeleydi. Ancak Türkiye orada Kürtlerin dışında bütün çetelerle birlik oldu, beraber oldu. Onlarla ortak hareket ederek Kürtleri oradan sürmeye çalışan bir politika izledi. Belki önümüzdeki günlerde daha çok gündeme gelecek çünkü IŞİD’in dünyada zaman zaman gerçekleştirmiş olduğu katliamlar biliniyor.
‘Soçi yerine Dolmabahçe Mutabakatı kabul edilseydi bugün yaşanılanlar olmayacaktı’
Türkiye bunun altından nasıl kalacak, bundan sonra IŞİD’in yapacağı katliamlar karşısında nasıl bir söz kuracak bu anlamda bir sürece ve gözlemlemeye ihtiyaç var. Keşke şimdiye kadar yapmış olduğu politikalar dışında farklı bir politika izleseydi. Türkiye’nin Rusya ile imzalamış olduğu 10 maddelik mutabakat yerine Dolmabahçe’de 2015 tarihinde okunan mutabakat kabul edilmiş olsaydı ve o mutabakat gerçekten hayata geçirilmiş olsaydı bugün yaşananların hiç birinin olmayacağını düşünüyorum. Ancak bu mutabakat olmadı, gerçekleşmedi. Bugün farklı bir noktaya gelindi artık Rusya ile imzalanan mutabakatın geçerli olduğu bir sürece girdik. Dolmabahçe Mutabakatı çok önemliydi. Sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi değil, Suriye’ye dair Ortadoğu’ya dair bir sürü maddelerin olduğu ve bu maddelerin hayata geçmesiyle hem Türkiye’de hem Suriye’de daha demokratik, daha yaşanabilir, halkların kendilerini özgürce ifade edebileceği birçok şey yapılabilirdi. Gelinen noktada bunu göremedik. Bundan sonra şu yapılabilir: Ortadoğu bataklığından çıkmak için bir kere oradaki güçlerin acilen çıkarılması gerekiyor çünkü Suriye halklarının kendi yaşamlarına dair karar verebilecek güçleri var. Oradaki kurumların ve yapıların hepsinin ortak görüşü ile yeni bir anayasa çerçevesinde halkların yaşamlarını garanti altına alacak yeni düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Türkiye’nin de oradaki güçlerini çekerek yeni bir sürecin başlaması olasılığını her zaman gündemde tutmak gerekiyor. Bu bataklıktan ancak bu şekilde çıkılabilir.
Tecrit acilen kalkmalıdır çünkü Sayın Öcalan üzerinde tecrit hala devam ediyor. Açlık grevleri sürecinde gidiş gelişler oldu. Açlık grevleri ve seçim bittikten sonra tecrit yine başladı ve bu tecritle birlikte Sayın Öcalan’ın avukat görüşü, aile görüşü ve heyet görüşü gerçekleşmiyor. Tecridin sadece bugün Sayın Öcalan’a İmralı’ya değil tüm Türkiye’ye uygulandığını görüyoruz. Kürtlerin, muhalefet yapan herkesin bugün önü tıkatılmış her türlü barikatla engellenmiş durumdadır. İnsanların sokağa çıkmasına, demokratik tepkilerini ortaya koymasına, eylem yapmasına, etkinlik yapmasına izin verilmeyen bir noktaya getirildi. Bu da demokrasiye yapılmış bir darbedir.
* Uzun zamandır HDP’nin de gündeminde olan ulusal birlik konusu operasyonla birlikte daha fazla vurgulandı. Ulusal birliğin bugün nasıl bir önemi var?
"Tam da bu dönemde Kürtlerin birlik ve beraberliğinin sağlandığı, Kürtlerin ulusal birlik başta olmak üzere konferanslarla bu süreci pekiştirecek yeni adımların atılması gereken bir dönemdeyiz."
Suriye meselesinde aslında Kürt halkının yaşadığı her yerde dört parçada da büyük tepkiler ortaya konuldu. Bu önemliydi. Kürt halkının birlik ve beraberliği tam da bu süreçlerde, Kürtlerin zarar gördüğü, mağdur olduğu ve bedel ödediği süreçlerde ortaya çıkar. Efrîn sürecinde o birlik ve beraberlik kısmen de olsa gerçekleşmişti fakat Rojava meselesinde daha fazla ortaya çıktığına inanıyorum. Yapılan açıklamalar, karşı çıkmalar, özellikle Barzanilerin yapmış olduğu açıklamalar bence kıymetliydi. Birlik ve beraberliğin dışında kalan kesimlerin de aslında bu sürece destek vermesi gerektiğini düşünüyorum. Biz 31 Mart tarihinde bir ittifak gerçekleştirmiştik Kürdistani partilerle. Yapmış olduğumuz ittifakın dışında kalanlar vardı ancak Rojava meselesinde ya da oraya girilmesiyle birlikte bu çevrelerin rahatsız olduğunu gördük. Tam da bu dönemde Kürtlerin birlik ve beraberliğinin sağlandığı, Kürtlerin ulusal birlik başta olmak üzere konferanslarla bu süreci pekiştirecek yeni adımların atılması gereken bir dönemdeyiz. Rojava meselesi ile birlikte Kürtlerin bu birliğinin ortaya çıkmasının önemli olduğunu ancak bunun geleceğe dair Kürt halkının zarar gördüğü her türlü süreçlerde ortak bir refleksin ortaya çıkacağı yeniden bir görüntünün olması gerektiğini düşünüyorum. Bununla ilgili de HDP olarak elbette ki çalışmalarımız var. Ve bu çalışmaların olgunlaşması ile birlikte Kürt halkının pekişen birliği ve beraberliği mutlaka kamuoyuna deklere edilecektir. Bundan Kürt halkı büyük bir moral alıyor. Bunu biliyoruz. Ancak savaşların olduğu süreçlerde bu görüntülerin verilmesi daha anlamlıdır.
* Operasyon ekonomik olarak Türkiye’yi nasıl etkiledi? Ekonomik kriz devam ederken Meclis’e sunulan 2020 yılı bütçe teklifinde savunma ve güvenlik harcamalarına 100 milyar TL’yi aşan bir kaynak aktarılması öngörüldü. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?
"Geleceğine dair güvenle bakan bir Türkiye toplumu yok karşımızda. İnsanlar akşam başlarını yastığa koyarken yarın ne yapacağını düşünüyor. İnsanlar çocuklarını okula gönderemiyor, evine ekmek alamıyor. Böyle bir Türkiye gerçekliği var ne yazık ki."
Başından beri AKP hükümetinin her bütçe görüşmesinde savaşa, silaha, tanka, topa her türlü savaş araç ve gereçlerine milyarlarca para aktardığını görüyoruz. Aralık ayında yapılacak olan bütçe görüşmesinde de muhtemelen aynı şey izlenecek. Oysa savaşa aktarılan para Türkiye halklarının her türlü sorununu giderecek birçok şeye yatırılabilir. Türkiye halklarının silaha ve savaşa değil, aşa, işe ve yatırımlara ihtiyacı var. Çünkü alınan her bir tankın, topun, silahın kurşunun Türkiye halklarına maliyeti çok büyüktür. İnsanlar artık dükkânlarını kapatacak, evine ekmek götüremeyecek hale gelmiş durumdalar. Bu da Türkiye halkları açısından kabul edilemez bir durum. Geleceğine dair güvenle bakan bir Türkiye toplumu yok karşımızda. İnsanlar akşam başlarını yastığa koyarken yarın ne yapacağını düşünüyor. İnsanlar çocuklarını okula gönderemiyor, evine ekmek alamıyor. Böyle bir Türkiye gerçekliği var ne yazık ki. Bu ekonomik sıkıntıdan kurtulabilmek için savaşa değil barışa para harcanmalıdır. Biz HDP olarak bütçe görüşmelerinde muhalefetimizi ortaya koyacağız ve Türkiye halklarının çıkarı için, geleceği için, yarınları için ne gerekiyorsa onu talep etmeye çalışacağız.
‘Türkiye’nin ana muhalefet partisi HDP’dir’
Biz Türkiye halklarını temsilen mecliste bulunuyoruz. Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesini ve barışı savunan tek parti HDP’dir. Çünkü tezkereye verilen imzalar ve kaldırılan eller ‘savaş olsun, çatışma olsun, insanlar yaşamını yitirsin’ anlamına geliyor. Oysa biz bugün Türkiye’de tezkereye ‘hayır’ diyen tek partiyiz. Demokrasiyi savunan tek partiyiz. Barışın ve özgürlüklerin gelmesi için mücadele eden tek partiyiz. Aslında Türkiye’nin bugün ana muhalefet partisi HDP’dir. Bu kadar baskı ve engellemeye rağmen bütün bunları yapmak boynumuzun borcudur. Tek kişi kalsak bile bu mücadeleyi mutlaka başarıya ulaştırmak için her birimizin üstlendiği büyük bir göre ve sorumluluk vardır. Çünkü Türkiye halkları ‘bizi savunun’ diye meclise gönderdiler, önümüzü açtılar. Bu anlamda verdiğimiz sözü ancak bu şekilde yerine getirebiliriz.
* HDP’li belediyelere kayyım atanmaya devam ediyor. 19 Ağustos’tan beri HDP’nin nöbet eylemleri ve etkinlikleri devam ediyor. İki gün önce MYK gerçekleştirildi. Sizin parti olarak bu anlamda önünüzde yeni bir yol haritası ya da somut bir planlamanız var mı?
" Türkiye’nin batısında yaşayan Kürt halkı ve oradaki Türkiye halkları da yalnız değildir’ şiarıyla 3 günlük İstanbul programı koyduk önümüze."
Kayyımları elbette ki kabul etmiyoruz ve bu kayyım konusu Türkiye’de bir yönetim şekli haline geldi. Daha seçimlerin üzerinden 4-5 ay geçmesine rağmen en son Cizre Belediyesi ile birlikte 13 belediyemize kayyım atandı. Kayyımlara ilişkin Kürt halkının yaklaşımı ortada. 31 Mart yerel seçimlerinden önce de kayyım vardı ve 31 Mart tarihinde insanların önüne sandık koyuldu. Her şeye rağmen insanlar kayyımları değil, AKP’yi değil başka partileri değil HDP’yi tercih ettiler. Kendi iradesine sahip çıkan bir yaklaşım içerisinde oldular. Fakat buna rağmen 13 belediyemize yeni kayyımlar atandı. Halk gerçekten buna büyük bir tepki veriyor; kendi belediye başkanını seçen bir insan, bu anlamda iradesi gasp edilen bir insan suskunluk ve kabulleniş göstermez. Yarın bu illerde tekrar seçim olsa yine de kendi iradelerine sahip çıkacaklarından hiçbir kuşkumuz yok. HDP olarak kayyım atanan belediyelere halkımızla sahip çıkmak adına programlarımız oldu olmaya da devam ediyor. MYK toplantımızda da konuştuk ve tartıştık, nerede bir mağduriyet ve hak ihlali varsa mutlaka orada olmayı programımıza koyduk. Ancak şunu söylemek istiyorum: Türkiye’nin batısı da bizim için önemli. Türkiye’nin batısında da insanların kayyımlara karşı çıkması, kayyım zihniyetini reddetmesi gerekiyor. Büyük kentlerde tepkilerimizi koymak adına birçok vekilimiz İstanbul’a gidecekler. İstanbul’da il kongremiz var. Bu kongreye güçlü bir sahiplenme ile çalışmalara katkı sunarak ‘Türkiye’nin batısında da varız. Türkiye’nin batısında yaşayan Kürt halkı ve oradaki Türkiye halkları da yalnız değildir’ şiarıyla 3 günlük İstanbul programı koyduk önümüze. Ondan sonraki haftaları yeniden değerlendirip programlar ortaya koyacağız.
* 25 Kasım Kadın Yönelik Şiddetle Mücadele Günü yaklaşıyor. Buna ilişkin programınızda ne var?
"Çünkü biz savaşların çözüm olmadığı, her türlü sorunun diyalogla, müzakere ve barış içerisinde çözüleceğine olan inancımızı hep ifade ettik. Bundan sonraki süreçte de bunları yapmaya çaba göstereceğiz."
Biz kadınlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında elbette ki bütün bunları ifade eden ve bu noktada sözümüzü söyleyen tarzda eylem ve etkinlikler gerçekleştireceğiz. Kadınlara yaklaşım noktasında HDP’nin politikası nettir. Çünkü HDP aynı zamanda kadın partisidir. Eşbaşkanlık sistemi vardır. Dolayısıyla kadın mücadelesinin daha da büyümesi noktasında kadınların daha fazla mücadele ettiği bir döneme girdiğimizi söylemek isterim. Kadınlar bundan sonraki süreç açısında daha çok birlik ve beraberlik içinde olacaktır. Bir yandan kongrelerimiz devam ederken 25 Kasım çerçevesinde Kadın Meclis’imizin de çok yoğun programları var. Kadın panelleri, yürüyüşleri kadınları bir araya getiren bir program ortaya koyduk. Bir ay içerisinde birçok kadına ulaşmayı, kadınların yaşadığı her türlü sorunu ifade eden, ortaya koyan ve çözüm bulmaya çalışan programı gerçekleştirmeye çalışacağız. Aynı zamanda kayyımların atandığı yerde halkımızla birlikte olmaya çalışacağız. Yine savaşa karşı mücadelemiz devam edecek. Dünyanın neresinde olursa olsun savaşın her türlüsüne karşıyız. Çünkü biz savaşların çözüm olmadığı, her türlü sorunun diyalogla, müzakere ve barış içerisinde çözüleceğine olan inancımızı hep ifade ettik. Bundan sonraki süreçte de bunları yapmaya çaba göstereceğiz.