‘Gazetecilerin tutuklu olması ifade özgürlüğünün olmadığının kanıtıdır’

  • 09:14 30 Ekim 2019
  • Güncel
İSTANBUL - Cezaevinden çıkan gazeteci Meltem Oktay, “Gazetecilerin tutuklu olması Türkiye’de demokrasinin, ifade özgürlüğünün olmadığının en büyük kanıtıdır” dedi. 
 
Mardin’in Nusaybin ilçesinde sokağa çıkma yasağının devam ettiği süreçte  “örgüt propagandası” yaptığı iddiası ile verilen 4 yıl cezasının istinaf mahkemesi tarafından onaylanmasının ardından 2017 yılında ikinci kez tutuklanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Meltem Oktay, avukatının infaz durdurma talebi üzerine 25 Ekim'de tahliye edildi. 2 yıl 7 ay cezaevinde kalan Oktay, kaldığı Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde yaşanan sorunlara dikkat çekti. 
 
‘Çıplak arama dayatıldı’
 
İlk olarak Edirne Cezaevi’ne götürüldüğünü belirten Meltem, “Orada siyasi koğuş olmadığı için çıplak arama dayatıldı. Bunu kabul etmedim. Çocuk koğuşunu boşalttılar ve ben orada 9 gün boyunca tek başıma kaldım.9 günün sonunda Gebze Cezaevi’ne sevk edildim. Kişileri bağımsız koğuşlara yönlendirme durumu var. Gebze’de bana bunu dayattılar, tabi bunu kabul etmedim” diye kaydetti.
 
’10 kişilik koğuşta 13 kişi kalıyorduk’
 
OHAL koşullarının olmadığı zaman bile kimi kısıtlamaların olduğunu dile getiren Meltem, “10 kişilik koğuşa 13 kişi koyuyorlardı. Yine mektup kısıtlaması vardı. Gazetenin verilmeme durumu zaman zaman yaşanıyordu. Kısacası siyasi sürece göre değişen durumlar vardı diyebilirim. Kimi zaman kısıtlamalar yumuşuyordu kimi zaman ise kısıtlamalar arttırılıyordu. Özellikle açlık grevi ve Efrîn sürecinde yoğun bir uygulama ile karşı karşıya kaldık” diye belirtti. Tek doğru haber alabildikleri kanalın Yeni Yaşam Gazetesi olduğunu ifade eden Meltem, gazetenin kendilerine verilmediğini söyledi. 
 
‘Mektuplarımız gönderilmiyordu’
 
Açlık grevi sürecine değinen Meltem, “Açlık grevi sürecinde birçok kısıtlama ile karşı karşıya kaldık. Sesimizi dışarıya duyuramıyorduk. Yaşanan hak ihlallerini duyuramıyorduk. Ailelerimizle konuşamıyorduk. Grevdekilerin sağlık durumlarını gün geçtikçe kötüleşiyordu. Bunu ailem aracılığıyla çalıştığım ajansa duyurmak istedim. Durumu anlattığım sırada aniden telefonumu kestiler ve bir daha arayamadım. Özellikle görüşlerde yoğun bir kontrol oluyordu. Yine mektup aracılığıyla yaşanan ihlalleri duyurmak istedim ama engelleniyorduk. Bir şey yazıyorsunuz çok sakıncalı bir durum değil var olan gerçeklik veya yaşanan bir durumun kendisi ama bu sakıncalı diye gönderemeyeceklerini söylüyorlardı. Nedir; işte içerisinde sadece grev kelimesi olduğu içindir ve ya grevde olan bir kişinin adı geçtiği için sakıncalı bulup mektuplarımız gönderilmiyordu” şeklinde konuştu. 
 
‘Açlık grevine normal bir durummuş gibi yaklaşıldı’
 
Açlık grevlerinin bitiminin ardından hastaneye sevklerin yapıldığını söyleyen Meltem şöyle devam etti: “Açlık grevi 6 ay sürdü. İnsanlar günlerce açlık grevinde ve bu başlı başına insanın bedenine zarar veren bir şey. Ama orada da grevde olan kişilerin gününe göre bir yaklaşım söz konusu oldu. ‘Ölüm orucunda olanları götürelim diğerleri ciddi değil. Gerisini revire çıkararak tedavi edebiliriz’ dediler. Hatta bazılarını hastaneye götürüp serum bile takmadan geri getirdiler. ‘Bir şeyiniz yok yemek yiyebilirsiniz’ dediler. Oysaki çok ciddi hasarlar oluşmaya başlamıştı. Hastaneye götürülen arkadaşlarımızın hiçbirine tahlil yapılmadı. Serum bile verilmedi. Çok normal bir durummuş gibi yaklaşıldı. Daha sonra biz kendi çabalarımızla bir şeyler yapmaya çalıştık.” 
 
‘Kas ağrıları çok yoğundu’
 
Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde ölüm orucuna giren Aslı Doğan ve Ardıl Çeşme’nin durumuna ilişkin de bilgi veren Meltem, “En zoru onlarınkiydi. Çünkü açlık grevinin belli bir aşamasından sonra ölüm orucuna başladılar. Zaten belli bir yıpranmışlık vardı. Ölüm orucuna geçişle birlikte ilk 2-3 günde hemen zayıfladılar. Açlık grevi ve ölüm orucu sonlandırıldığında hastaneye götürüldüler. Onların tahlilleri yapıldı. İki gün hastaneye götürüp getirdiler. Ama şimdi zamanla birlikle bazı rahatsızlık ortaya çıkıyor. Kas ağrıları çok yoğun. Özellikle kemik, boyun ağrıları kalıcı oldu. Midede ağrıları kalıcı oldu. Baş ağrıları ve göz zayıflaması var. Yakın bir zaman öncede ortak alana çıkmıştık sohbet ettim ikisiyle de moral olarak çok iyiler ama sağlık olarak çok şey götürdü onlardan” diye belirtti.
 
‘Birçok gazeteci tutuklandı’
 
Gazetecilerin tutuklanmalarına ilişkinde konuşan Meltem şunları dile getirdi: “Özellikle bölgedeki gazeteciler çoğu yaptıkları haberlerden kaynaklı tutuklandı. Sadece gerçekleri yazdıkları için tutuklandılar. Bizde ve bizim gibi diğer arkadaşlarımızda bu şekilde tutuklandı. Kimine az cezalar verildi kimilerine çok uçuk cezalar verildi. Üyelikle yargılanan arkadaşlarımız var. Bizden sonrada birçok gazeteci tutuklandı. Türkiye’de artık öyle bir şeye gelmiş ki, hem toplumda hem gazeteciler açısında, artık savaş desen tutuklanıyorsun, barış desen tutuklanıyor. Bu insanlar ne desin artık. İnsanların yazdıkları haberlerden tutuklanması normal değil. Gerçekten korkunç bir şey. Bir ülkede gazetecilerin tutuklu olmasını aslında bizim hiç normal görmememiz gerekir. Bir gazeteci haberlerini yazamıyor ve topluma ulaştıramıyorsa toplum hiçbir söz söyleyemez. Gazeteciler haber yazamazsa o toplumda özgürlük, ifade özgürlüğü yoktur. Bunlar bunun kanıtıdır. Gazetecilerin tutuklu olması Türkiye’de demokrasinin, ifade özgürlüğünün olmadığının en büyük kanıtıdır.”
 
‘Dayanışma büyütülmeli’
 
“Türkiye’de gazetecilik yapmak şu koşullar altında çok zor” diyen Meltem, “Ama şunu da anladım ki gerçekten gerçekleri yazmak kadar güzel bir şey olamaz. Herhangi bir insan için cezaevi çok zor. Ama doğru bir şey yaptığıma inandım. Ve bunun içinde gurur duydum. Gerçekleri yazdığım için mutluyum. Yine olsa yine yapardım o süreç açısından” dedi. Meltem, dayanışmanın büyütülmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.