Gazeteci Nevin Sungur: İktidarlar medyadan savaşın övülmesini talep eder

  • 09:05 27 Ekim 2019
  • Güncel
HABER MERKEZİ - Savaş gazeteciliğinin ürettiği dilin toplum üzerindeki etkisini değerlendiren Gazeteci Nevin Sungur, “Savaşı başlatanlar ya da yönetenlerin, bu süreçte en büyük ihtiyaçlarından biri de kamuoyu desteği. Bu desteği sağlamanın en önemli yolu da medya kullanımı. İktidarlar topluma savaşı kabul ettirmek, bu duruma alıştırmak ve duygusal alt yapısını sağlamak için medyadan savaşın övülmesini talep ederler” dedi. 
 
Savaş muhabirliği, habercilikte uzmanlaşmayı gerektiren zorlu dalların başında geliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün verilerine göre, 2017 yıl sonu itibariyle son 15 yılda binden fazla gazeteci katledildi. Gazetecileri Koruma Örgütü verilerine göre ise gazetecilerin suikast, saldırı gibi olaylardan daha çok, özellikle savaş bölgelerinde yaşamlarını kaybetti. Birçok çatışmanın tarafı, olaylara dair bir karartma uygulayabilmek, hatta propagandasını yapabileceği bir mesaj verebilmek için daha çok gazetecileri hedef alıyor. Ancak savaş haberciliği sadece hayati risklerle başa çıkabilmekten ibaret değil, aynı zamanda gazetecilik etiği de bu konuda önemli. 
 
Uzun yıllar Ortadoğu’da birçok savaş bölgesinde haber takibi yapan gazeteci Nevin Sungur, savaş muhabirliği ve gazetecilik etiğine ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
* Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
 
1991 yılında Tempo Dergisi’nde gazeteciliğe başladım. Daha sonra sırasıyla ATV’de yayınlanan A Takımı ve Haberci programlarında muhabirlik yaptım. 2001 yılında NTV Haber Merkezi’ne geçtim. Güncel haber takibi yanı sıra Afganistan, Irak ve Filistin’deki savaşları takip ettim. 2006 yılında NTV Brüksel Bürosu’na geçtim. 2008 yılına kadar burada çalıştım. Daha sonra 2001 yılında İMC televizyon kanalının kurulması aşamasında televizyon eğitimi verdim ve bir sezon boyunca Haber Peşinde isimli programı hazırladım. 2016 yılında bu yana serbest çalışıyorum ve yabancı haber ekiplerine prodüktörlük hizmeti veriyorum. 
 
*Savaş muhabirliği konusunda ne düşünüyorsunuz. Bir savaş muhabiri olarak bulunduğunuz coğrafyada yaşananları nasıl yansıttınız?
 
“Savaş muhabirliği” lafını çok sevmesem de, o bölgelerde yapılan gazeteciliği tarif etmek için yaygın kullanılan bir tanım. Bana göre savaş bölgelerinde de, sokakta da aynı şeyi yapıyor, haber peşinde koşuyoruz. Elbette savaş ya da çatışma bölgelerindeki fiziksel koşullar çok daha ağır olabiliyor ancak temelde motivasyon aynı.  Tecrübesiz dönemlerde daha kendimi kaptırdığım aksiyon duygusundan uzaklaşarak, savaşın sivillere yaşattıklarına daha fazla önem vermeye çalıştığımı söyleyebilirim.  
 
* Savaş bölgelerinde muhabirlik yapan bir olarak, gözlemlerinize göre savaşın kadın ve çocukların üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Savaş ve çatışma bölgelerinde hakimiyet silahla kuruluyor, güç silahla ölçülüyor ve zayıf- güçlü buna göre belirleniyor. Kadınlar ve çocuklar bu yüzden daha korunmasız ve şiddete daha fazla maruz kalıyorlar. Bunun sadece fiziksel şiddet olması gerekmiyor, duygusal şiddetten de erkeğe göre daha fazla etkilendiklerine inanıyorum. 
 
* Savaş ortamında bir gazetecinin yaşadığı zorluklar nelerdir?
 
Savaş ortamlarında gazetecilik yapmanın en büyük sıkıntısı deneyimlerime göre gerçek/ doğru bilgiye ulaşmanın zorluğu. Her taraftan pompalanan yoğun bir dezenformasyon/ propaganda yağmuru altında kalmak işin en yorucu kısmı. Fiziksel koşullar bir şekilde aşılabiliyor çoğu zaman, hele de günümüz teknolojisi geçmişe oranla daha kolaylaştırabiliyor gazetecinin çalışma şartlarını. Ancak aynı teknoloji, yukarıda bahsettiğim bilgi kirliliğinin yayılmasını da benzer şekilde kolaylaştırıyor.  Bir diğer baskı; o kadar yüksek aksiyon içinde soğukkanlı kalarak yapılan haberi, rakamlar, istatistikler ve şiddet görüntülerinden arındırarak derinlikli bir formata oturtabilmek. Bu aynı zamanda o yayın organının editöryal yapısı ile de çok bağlantılı elbette.
 
* Savaş ortamında haber takibi yapan biri olarak bahsettiğiniz tehlikelere karşı ne yapılabilir?
 
Bir haberci için en büyük tehlikelerden birisi de zaman içinde adrenalin tutkununa dönüşmek. Bu hem habercilik algısını bozan hem de gazetecinin kendisini gereksiz tehlikelere atmasına neden olan bir ruh hali.  Bütün bunlar da, o koşullarda görev yapan bir haberci için en önemli ve gerekli şeyin altını bir kez daha çiziyor: Tecrübe ve bu tecrübeyle gelen sağduyu. Önünüze gelen bilginin kalitesini değerlendirebilme yetisi de bu iki donanımla mümkün ancak. Ben de başlarda bu bahsettiğim aksiyon duygusuna kendimi kaptırdım elbette ancak daha sonra yaşadığım ve gördüğüm olaylar, okuduklarım beni daha derinlikli düşünmeye ve haberi öyle değerlendirmeye yönlendirdi. Haberlerimi de o gözle yapmaya başladım. Fiziksel koşulların zorluğu ile baş etmeyi de yine tecrübe ile öğrendiğimi söyleyebilirim.
 
* Savaş gazeteciliğinin ürettiği dilin toplum üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz?
 
Savaşı başlatanlar ya da yönetenlerin, bu süreçte en büyük ihtiyaçlarından biri de kamuoyu desteği. Bu desteği sağlamanın en önemli yolu da medya kullanımı. İktidarlar topluma savaşı kabul ettirmek, bu duruma alıştırmak ve duygusal alt yapısını sağlamak için savaşın övülmesini talep ederler medyadan. Bu da var olan şiddetin, medya dili kanalıyla toplum içinde de yer bulmasına ve desteklenmesine neden olur. Bireyler medya kanalı ile maruz kaldıkları bu savaş dili ile şiddeti onaylar ve devam etmesini talep ederler. Sanırım en korkuncu da bu.
 
* Savaş gazeteciliği ile barış gazeteciliği arasındaki farkı açıklayabilir misiniz?
 
“Savaş gazeteciliği” bana göre; bilgi bombardımanına pasif ve daha çok aksiyona dayalı bir anlatımı benimseyen bir tanımlama. “Barış gazeteciliği” ise habercinin sağduyusunu daha çok kullandığı, askeri amaçları değil daha çok sivillerin konumu ve koşullarını temel alan bir habercilik türü.
 
* Son olarak günümüzde savaş gazeteciliğini nasıl yorumluyorsunuz?
 
Türkiye’deki ortamda gazetecilikten bahsetmek çok mümkün değil maalesef, o yüzden savaş çığırtkanlığı demek daha doğru sanırım.