‘Zorla alıkonulan her kadın için mücadelemizi sürdüreceğiz’
- 15:00 19 Haziran 2019
- Güncel
DİYARBAKIR - Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu, mülteci kamplarında herhangi bir incelemenin yapılmasına izin verilmediği için karanlık bir kuyu gibi karşılarında durduğunu belirterek, “Zorla alıkonulan her bir kadın için mücadelemizi sürdüreceğimizi, mülteciliğin son bulmasının yolunun savaşsız, sömürüsüz bir dünyadan geçtiğinden hareketle, adil bir yaşamı tesis etmedeki kararlılığımızı vurgularız” dedi.
Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu tarafından 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle Rosa Kadın Derneği’nde basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu, Dicle Amed Kadın Platformu ve Rosa Kadın Derneği üyeleri katıldı. Açıklamayı Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu adına Gülcihan Şimşek okudu. Bölgesel ve iç savaşların mülteciliğin günlük bir realiteye dönüşmesine yol açtığını ifade eden Gülcihan, “Mültecilik bir tercih değil; açlık, savaş, yıkım, siyasi rejimler ve yoksulluk insanları yaşam alanlarını değiştirme yoluna mecbur bırakmaktadır. Özellikle 2011 yılında başlayan Suriye’deki savaştan ve 3 Ağustos 2014 Şengal soykırımından bu yana dünya, Birleşmiş Milletler verilerine göre en büyük mülteci oranına ulaşmış bulunmaktadır” bilgisini verdi.
‘Mülteci kampları karanlık bir kuyu gibi’
Ortadoğu’daki savaşlar ve radikal cihadist örgütlerden kaynaklı en fazla mülteci sayısına sahip olan ülkenin Türkiye olduğu hatırlatmasını yapan Gülcihan, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2018 Türkiye verilerine göre Türkiye’de bulunan mülteci sayısının toplamda 3.9 milyon olduğunu kaydetti. Gülcihan, “Bunların 3.5 milyonu Suriyeli, 169 bini Afgan, 143 bini Iraklı, 35 bini İranlı, 4.800’ü Somalili, 10.800’ü ise diğer tabiyetlere sahiptir. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın 18.08.2018 tarihli bilgi notuna göre de Türkiye’de 3 milyon 576 bin 337 Suriyeli bulunmakta ve bunların sadece 222 bin 566’sı AFAD Kamplarında barınmaktadır. Geri kalanları kendi imkanları ile yaşama savaşını vermektedir. Kamplarda yaşanan hak ihlalleri, cinsel istismar vakalarının boyutu, halkın tanıklıkları ve anlatımlarına rağmen sivil toplum kuruluşlarının kamplara girmesine ve kamplarda araştırma yapmasına izin verilmediği için kampların ne durumda olduğu bilinmemektedir. Bağımsız kurum ve kuruluşların inceleyemediği, verilerini alamadığı ve mültecilerle görüşmeler yapamadığı alanlar olan kamplar, karanlık bir kuyu gibi karşımızda durmaktadır. Uluslararası hukukun gerektirdiği haklar mültecilere tanınmamakta; geri kabul anlaşmalarıyla mülteciler daha büyük hak ihlallerine maruz bırakılmaktadır” dedi.
’73. ferman, soykırımın cinsiyetçi formlarını yaşatmıştır’
Ortadoğu’daki cihadist-islamist çete örgütlerinin işledikleri insanlık suçlarının takibi ve kayıp kadınların izini sürdürmek amaçlı kurulmuş bir platform olduklarını dile getiren Gülcihan, “Savaş esnasında maruz kaldıkları ciddi ihlaller bir yana, mülteci durumuna düştükten sonra, çocuk ve kadın bedenini doğrudan hedefleyen, organ mafyasından tutalım köle pazarlarında satmaya varan anlayış insanlık tarihine kara leke olarak geçmiştir. 4 Ağustos 2014’de Şengal’de yaşayan Ezîdî halkına yönelik gerçekleşen 73. ferman, soykırımın cinsiyetçi formlarını bütün yönleriyle yaşatan bir ferman olmuştur. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da farklı isimler alsa da, egemen zihniyetin ve cinsiyetçi katliamcı pratiklerinin ne kadar da benzer olduğunu ortaya koydu. Bugüne kadar IŞİD ve benzeri çete örgütlerin elinden kaçabilen kadınların tanıklıkları, ne tür işkence ve tecavüzlerin gerçekleştiğini ortaya koyarken; halen yaklaşık üç bin kadın (beraberindeki çocuklarla birlikte) alıkonulmuş durumdadır. Tanıklıklar ve açığa çıkan toplu mezarlar, Şengal’de yaşanan soykırımın vahametini açığa çıkartmış durumdadır” şeklinde konuştu.
‘Adil bir yaşamı tesis etmedeki kararlılığımızı vurgularız’
Açıklamanın devamında Gülcihan şöyle konuştu: “Mültecilik, insanların son çare olarak başvurmak zorunda olduğu bir zorunluluk olup soykırım Ve savaş suçları mülteciliğin ana nedenleridir. Bu sebeple mülteci durumuna düşürülen insanlar, bunun müsebbibi olan faillerin yargılanmasıyla ancak acılarını bir nebze olsun azaltabilirler. Geç gelen adalet, adalet olmayacağı için platformumuz, bağımsız yargı sürecinin hayati önemde olduğundan yola çıkarak, zorla alıkonulan her bir kadın için mücadelemizi sürdüreceğimizi, mülteciliğin son bulmasının yolunun savaşsız, sömürüsüz bir dünyadan geçtiğinden hareketle, adil bir yaşamı tesis etmedeki kararlılığımızı vurgularız.”