
24 yıldır kaybedilen yakınlarını arıyorlar: 7 kişiyle başlayan mücadelemiz sürecek
- 09:04 22 Mayıs 2019
- Güncel
Safiye Alağaş
İSTANBUL - Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası’nda 24 yıllık mücadelelerini anlatan Cumartesi Anneleri, 7 kişi ile başladıkları direnişlerini sonuna kadar sürdüreceklerini vurgulayarak, “Tek derdimiz çocuklarımızı bulmaktır. Çocuklarımızın akıbetini öğrenene kadar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Türkiye’de gözaltında kaybetme politikası 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gelişti. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kayıtlarına göre, 12 Eylül askerî darbe döneminde 15 kişi gözaltında kaybedildi. 12 Eylül’ün hemen akabinde 13 Eylül’de Kars’ta Cemil Kırbayır gözaltına alındı ve kaybedildi. Ardından 18 Eylül’de Bingöl’de bir kayıp yaşandı ve Kasım ayında İstanbul’da Hayrettin Eren kaybedildi. Toplamda 15 kişi gözaltında kaybedilmiş oldu. Ancak gözaltında kaybetme politikasının sistematikleşmesi, sistematik bir devlet politikası haline gelmesi 1990’lı yıllara tekabül ediyor. 1990’lı yıllarda gözaltında kaybetme, muhalifleri ortadan kaldırmak için ve topluma korku yaymak için bir devlet politikası olarak kullanıldı. 1990’lı yıllarda öyle bir hale geldi ki artık, kadın, çocuk, yaşlı hiçbir ayırım gözetilmeden insanlar gözaltında kaybedilmeye başlandı. Kaybedilenlerin arasında 3 yaşından 90 yaşına kadar insanlar vardı.
Gözaltında olduğu inkar edilen insanların bedenine ulaşıldı
Gözaltında kaybetmenin artık sistematik bir devlet politikası olması nedeniyle İHD, 1992 yılında “Kayıplar son bulsun” diye bir kampanya düzenledi. 1995 yılında Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç İstanbul’da kaybedildi. Çok uzun bir mücadelenin sonunda 58 gün sonra Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilmiş bedenleriyle karşılaşıldı. O zamana kadar gözaltına alındığı inkar edilen ve kaybedilen insanların bedenine ilk kez ulaşılmış oldu.
BM’den zorla kayıp edilmeye karşı herkesin korunması
İHD’nin 1995 yılında “Kayıplar son bulsun” kampanyası, Cumartesi Anneleri ile birlikte ikinci kez düzenlendi. Mücadele ülke çapında yankı uyandıran bir harekete dönüştü. İlk kez 27 Mayıs'ta Galatasaray önünde oturma eylemi yapan 15-20 kişilik grup zamanla çığ gibi büyüdü. Cumartesi Anneleri hala mücadelelerini sürdürüyor. Birleşmiş Milletler (BM) Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmeyi (Zorla Kaybedilme Sözleşmesi) 2007'de kabul ederek, 2010 yılında yürürlüğe soktu. BM Genel Kurulu'nun ilk olarak 1992 yılında kabul ettiği “Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildirisi” zorla kaybedilmeyi insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul ediyor.
‘7 kişi ile başladık’
1991’de gözaltında kaybedilen Hüseyin Toraman’ın annesi Hatice Toraman, Cumartesi Anneleri eylemine ilk katılanlardan. Oğlunun kaybedilmesinin ardından İHD’nin düzenlediği eylemlere katılan Hatice, yaşadıklarını anlatmaya başlamadan oğlu için ağıt yakmaya başlıyor. 7 kişi ile Galatasaray Meydanı’nda oturma kararı aldıklarını belirten Hatice, sonra kayıp olan yüzlerce kişinin olduğunu öğrendiğini aktardı. Hatice, “Meğer yüzlerce kişi varmış devletten korkuyorlarmış. Kimse gelip bir şey söylemiyor. Biz otuyoruz gelip geçenler bakıyor neyin nesi diyorlar. Biz de anlatıyoruz; ‘devlet çocuklarımızı kaybetti biz burada çocuklarımızı arıyoruz’ diyoruz. Bizi gören herkes geldi. Bir benim başıma gelmiş sanıyordum ama oturma eyleminde şaşırdım ve ‘nasıl ülkede yaşıyormuşuz’ dedim” diye anlattı.
‘Yılmadık mücadele etmeye devam ettik’
Galatasaray Meydan’ın büyük bir anlam ifade ettiğinin altını çizen Hatice, “Bizim oradan başka gidecek bir yerimiz yoktu. Biz acımızı derdimizi sorunlarımızı orada dile getirdik. Eyleme başladığımızda saldırdılar, saçlarımızdan sürüklediler. Bizi dövdüler, coplarla öyle vuruyorlardı ki vücudumuz simsiyah kesiliyordu. Karakola götürüyorlardı, orada hakaretler, küfürler ediyorlardı. Yılmadık mücadele etmeye devam ettik” ifadelerini kullandı.
‘Mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz’
Devletin Galatasaray Meydanı’nı annelere yasaklayacak kadar zayıf olduğunu söyleyen Hatice, şöyle devam etti: “Devlet ‘aramayın bizim ayıbımızı ortaya çıkarmayın’ diyor. Biz sadece çocuğumuzu arıyoruz. Başka bir suçumuz yok. Sonuna kadar arayacağız. Onlar öldürmüş suç değil, bizim çocuklarımızı aramamız suç. Tek derdimiz çocuklarımızı bulmaktır. Çocuklarımızın akıbetini öğrenene kadar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.”
‘İnsan da kayıp olur mu?’
Gülşah Talaç’ın ise kayıp yakını yok ancak birçok kayıp annesini tanıyor ve onlarla mücadele ediyor. Komşusu olan Hasan Ocak’ın akıbetini öğrenmek için verdikleri mücadeleyi anlatan Gülşah, “Çalmadığımız kapı, gitmediğimiz yer kalmadı. Nerede bir ana ağlarsa benim ciğerim sızlıyor. İlk Galatasaray’da başlattık. Bir süre orada kaldık. Bizi oradan kaldırdılar Kadıköy’e gittik. Sonra yine Galatasaray’a geldik. Amacımız kayıplar olmasındı. Kayıp çok kötü bir şey. Bir insanın ilk kayıp edildiğini duyduğumda ‘insan da kayıp olur mu’ dedim. Ama bir gün Hasan’ı götürdüler o zaman anladım ki kayıp böyle imiş. Herkes kayıpların akıbetini sorsun” diye konuştu.
‘Gördüğümüz şiddet bizi durdurmuyordu’
26 yıldır kayıpların akıbetini sorduklarını hatırlatan Gülşah, şunları vurguladı: “Ama acısı yeni. Gidin bir Hüseyin Toraman’ın annesine, kayıpların annesine sorun, görün onların acısını. Biz 2-3 kişi oturmaya başladık. İnsanlar gelmeye başladı. Kayıplar son olsun. Katilleri bulunsun. Devlet bunları bulsun yargılasın. Devletin eli uzundur arkalarını sıvazlamasınlar. Analar ağlamasın savaş son bulsun. Tüm anaların acısını paylaşıyorum. Benim kızımda o dönem gözaltına alınmıştı. Kızımı da o dönem kayıp edebilirlerdi. Bu kayıplar Türkiye’nin yüz karasıdır. Biz kayıpları ararken, çok gözaltına alındık. Nezarethanede yerlerde yatardık. Gitmediğimiz karakol kalmadı. Sürükleyerek götürüyorlardı. Gördüğümüz şiddet bizi durdurmuyordu.”