Ölüm orucundaki Ardıl Çeşme: Cinayete ortak olmayın

  • 09:01 19 Mayıs 2019
  • Güncel
İSTANBUL - Gebze Cezaevi'nde 30 Nisan’dan bu yana ölüm orucunda olan Ardıl Çeşme, kaleme aldığı yazıda neden ölüm orucunda olduğunu anlatarak, “Ben bir Kürt kadını, devrimcisi, demokratı, ekolojisti olduğum için bu işkenceye sessiz kalmayacağım. Önderliğim ile birlikte ülkemde yaşamak istiyorum. Ülkemizde yaşanan cinayete ortak olmayın. Her nerede yaşıyorsanız, yaşadığınızı bizim yaşama hakkımızı destekleyerek gösterin. Hiç kimse merak etmesin. Mutlaka kazanacağız” dedi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 30 Nisan’da ölüm orucuna başlayan Ardıl Çeşme, tutuklu bulunduğu Gebze M Tipi Kapalı Cezaevi’nde bir yazı kaleme alarak, neden ölüm orucunda olduğunu anlattı. Ardıl’ın 6 Mayıs’ta kaleme alıp kuzeni aracılığıyla ilettiği yazısı şöyle: 
 
“Bugün ölüm orucunun 18. gündeyim. Daha iyiyim. İlk günler tansiyon düşünce korkunç baş ağrısı oluyordu. Bedenim suyun hallerine adapte oldu sanırım. Tuzlu su, şekerli su ve saf su… Suyla yaşarken insanın kendini nasıl da alışkanlıklarına mahkum ettiğini fark ettim. Alışılmış yaşamlarda öyle aldatıcı şeyler var ki… Ben su gibi iyiyim vesselam.
 
‘Zagrosların kucağında büyüdük’
 
1973’te Lice’de doğdum. 1975 Lice depreminden sonra Amed’e taşınmışız. Dışarıda büyürken Amed ikliminde şekillendim. Kürtlük başlı başına bir yaşam halidir. Herkesin bilmediği bizim yaşadığımız bir hal… Kendi ülkemizde tutsak gibi yaşamak zorunda kaldık. Düşünün, insan olma evrimimizi Mezopotamya’nın güzelliğinde tamamladık. Bu topraklardan hiç kopmadık, hiç terk etmedik. Zagrosların kucağında büyüdük. Zagroslar büyüttü bizi. İnanmayanlar dönüp arkeolojik kayıtlara baksın. Bilim bile ispatlıyor ama ne yazık ki devletler inkâr ediyor. İnsan kendini inkâr edebilir mi? Biz etmedik! Varlığımıza, doğamıza, köklerimize ve inancımıza sadık kalıp ihanet etmedik. İşte ben, Amed’in güzelliğinde, kederinde, sıcaklığında, çocuk gülüşlerinde sayısız inancın kollarında büyüdüm.
 
‘Çünkü biz ülkemiz gibi yaşayan bir halkız’
 
Türk olmadığım halde ilkokulda her sabah bu andı okuturlardı ve ben nereden öğrendiysem, bir refleksle, okumazdım. Çünkü Türk değildim. Bir çocuk bunu algılayamaz. Sömürüyü anlayamaz ve tanıyamaz. 1980 yıllarıydı çocukluk dönemlerim. Devrimciliği, devrimi, asker potinlerini, korkuyu, ihanetçileri ve kahramanları tanıdım. 1993’te katıldım. 1994’te Kasım’ın 20’sinde gözaltına alındım. 1 ay gözaltında askı, elektrik, taciz, psikolojik işkencelerden geçirildikten sonra tutuklanarak cezaevine gönderildim. O zamandan beri cezaevindeyim. 45 yaşındayım ve 25 yıldır zindandayım. Hayatımın büyük çoğunluğu burada geçti. Dışarıyı hatırlamıyorum bile. Ablam Nejla (Jiyan) 1999’da, gerilla geri çekilirken pusuda şehit düştü. Onun şehadete ulaştığının haberini burada aldım. Düşünün; bir savaşçı elinde silahı olmasına rağmen önderliğinin geri çekilme ve ateşkes kararına uyma duyarlılığını gösterip, barışa katkı sunmak için, karşısında duran, ona kurşun sıkan askere kurşun sıkmadığı için vuruldu. Sayısız arkadaşlarımın, tanıdıklarımın ölümünü zindanda karşıladım. Zindandayken babamı kaybettim ki babam benim çıkacağım günün hayaliyle yaşama asılmıştı. Göremedi… Sayısız cesur onurlu baba ve ana gibi. Kendimi tanıtmaya kalktığımda, gördüğünüz gibi, önce ülkemizi tanıtmam gerekiyor. Çünkü biz ülkemiz gibi yaşayan bir halkız. Sırf kendi topraklarımızda özgürce yaşamak istiyorum diye 25 yıldır zindandayım. Üzerinde yaşama hakkım olan ülkemde yaşayabilmek için… Oysa ben, bana ait olanı istiyorum. Grevimin nedeni tam da bu sebepledir. 
 
‘Sayın Öcalan İmralı Adası’nda uluslararası güçlerin ortaklığıyla tecrit edilmektedir’
 
8 Kasım 2018’de sevgili Leyla Güven yoldaşımız Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için, ülkemizdeki faşizan uygulamaların son bulması için süresiz açlık grevine başladı. Sayın Öcalan 1999’un 15 Şubat’ında NATO bileşenleri ve yanı sıra Rusya ile Ortadoğulu devletlerin ortaklığıyla kaçırılıp Türkiye’ye teslim edildi. O günden beri İmralı Adası’nda uluslararası güçlerin ortaklığıyla tecrit edilmektedir. Sayın Öcalan ailesiyle hiçbir biçimde görüşememekte, telefonla konuşamamakta, mektup alıp verememekte, avukatlarıyla görüştürülmemektedir. Diri diri mezarda gömülü tutularak intikam alınmaktadır. Tek bir nedenle; Ortadoğu’da ve dünyada savaşa yol açacak bütün politikaları, anlaşmaları reddettiği için. Savaş baronlarının zenginleşmesini engellediği için susturuluyor. Ve bu da maalesef, bu savaştan en fazla zarar gören Türk devleti eliyle yapılmaktadır.
 
‘Yaşadığınızı, bizim yaşama hakkımızı destekleyerek gösterin’
 
Ölüme karşı olduğum için ölüm orucundayım. Her nerede yaşıyorsanız yaşadığınızı bizim yaşama hakkımızı destekleyerek gösterin. Bir halkın en doğal hakkı kendi ülkesinde, kendi tercih ettiği sistemde yaşamasıdır. Tecridi bu nedenle kabul etmiyor ve mücadele ediyoruz. Etmeye de devam edeceğiz. Bize reva görülen yok olma politikalarını reddediyoruz. Bizi yok edemezsiniz diyoruz. İmralı tecridini kıracak ve ülkemizde özgürce yaşayacağız. Tecrit kırılmadan, insanların tahılı ilk ektiği, ekini ilk biçtiği bu topraklara barış gelmeyecek. Barışın olmadığı bir yerde ölüm olur. Bütün devletlerin silahları bizim ülkemize ölüm yağdırıyor. Diyoruz ki; yurttaşı olduğunuz devletleri uyarın. Ülkemizde yaşanan cinayete ortak olmayın. Her nerede yaşıyorsanız, yaşadığınızı bizim yaşama hakkımızı destekleyerek gösterin.
 
1 Mart 2019’dan itibaren 60 gün boyunca süresiz açlık grevindeydim. Şimdi de bu grevi ölüm orucuna çevirdim. Talebim İmralı tecridinin kırılmasıdır. Tecrit kırıldığında Türkiye’de yaşanan çatışma,  Rojava’da ve Başur’daki çatışma son bulacak ve insanlar ölmeyecektir.
 
‘Önderliğimle birlikte ülkemde yaşamak istiyorum’
 
Ben Ardıl Çeşme! Ülkemde savaş son bulsun diye ölüm orucundayım. Ölüme karşı olduğum için ölüm orucundayım. Bir halkın ortak bilinci hafızası, siyasal kültürel iradesi olan Sayın Öcalan İmralı’da tanımsız bir tecride tabii tutulduğu için ölüm orucundayım. Ben bir Kürt kadını, devrimcisi, demokratı, ekolojisti, olduğum için bu işkenceye sessiz kalmayacağım. Hakkım olan özgür yaşamı istiyorum. Önderliğim ile birlikte ülkemde yaşamak istiyorum…
 
İnanın bunları yazarken kelimeler bile anlamını yitiriyor. İçinde bulunduğumuz eylem karşısında sözler zayıf kalıyor. Çünkü konuşma değil, eyleme geçme zamanıdır.
 
Hiç kimse bizim için ağlamasın, üzülmesin. Gün ağlama günü değil, direniş günüdür.
 
Hiç kimse merak etmesin. Mutlaka kazanacağız.”