Londra'dan açlık grevi izlenimi: Olur mu heval, durarak eylem olmaz

  • 09:03 18 Mayıs 2019
  • Güncel
Zehra Doğan
 
LONDRA - Tecride karşı Londra’da başlattıkları açlık grevi eyleminin 66’ncı gününde olan Nahide Zengin ve Mehmet Sait Yılmaz’a konuk olduk. Eylemlerinin amacını anlatan Nahide, “Umutsuz olan bize yaklaşmasın” derken, bir hayli hareketli olan Mehmet ise kendisini durdurmaya çalışanlara sarf ettiği “olur mu heval, durarak eylem olmaz” cümlesiyle eylemlerini de özetliyor. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemleri cezaevlerinin yanı sıra dünyanın birçok kentinde büyüyerek devam ediyor. Eylem, Londra’da 14 Mart’tan bu yana Nahide Zengin ve Mehmet Sait Yılmaz tarafından devam ediyor.  
 
Londra’da Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerden birindeyiz, neredeyse tüm iş yerlerinde sokak başlarında Leyla Güven’in afişleri asılı. Açlık grevi eylemleri yaşamın her alanına sirayet etmiş durumda. Buram buram memleket özlemi kokan sokaklardan ilerliyoruz. Az sonra Demokratik Kürt Toplum Merkezi’ni buluyoruz karşımızda. Hemen Nahid Zengin ve Mehmet Sait Yılmaz’ı bulmaya koyuluyoruz. Zira onları görmek, onlarla sohbet etmek için oluşan kalabalığı yarmak oldukça zor. Koca salonda Sait Yılmaz’ın sesini duyuyoruz, etrafında toplanan kalabalığa durmadan bir şeyler anlatıyor, eyleminin önemini ve tarihsel süreci anlatıyor hararetli bir şekilde. Sonra da kalkıp devrimci duruşuyla selamlayarak, çay ocağına koşuyor. Gelenlere tek tek çay dağıtmaya başlıyor durmadan. Onu durdurmaya çalışıyorlar ama nafile, “olur mu heval, durarak eylem olmaz” diyor. 
 
Çaylardan sonra Nahide Zengin’i soruyoruz, “arka bahçede” diyorlar. 
 
Arka bahçede yine bilindik kahkahaları işitiyoruz. Bu kahkahalar Nahide Zengin’e ait. Oradan oraya koşturan yerinde hiç durmayan bir kadın. Kendileri için arka bahçeye bakan iki ayrı oda hazırlanmış. Her gün burada kalıyor, Nahide ve Sait. Bir gün, “Böyle olmaz buranın memleket kokusu eksik” demiş Nahide. Eline çapayı alıp girişmiş bahçeye. Onu görenler de elinden almış tabi çapayı ama kararından vazgeçirememiş. Şimdi gençlerle bostan yapıyorlar. “Domates, biber ekeceğiz. Gelenlere ikram ederiz” diyor Nahide. Koca kahkahalı koca yürekli bir kadın, çok değil daha bir kaç ay olmuş geleli Rojava’dan. Rojava’da kadın köyü Jinwar’ın yapımında yer almış. “Asıl mesleğim inşaatçılık” diyor gülerek. Aylarca Rojava’da durmadan çalışmış, dönünce de “Bu süreçte ben de olmalıyım” diyerek greve katılmış. 
 
‘En zoru da zihniyet savaşı’
 
Boş bir anını yakalayıp konuşuyoruz Nahide Zengin ile. “Ne hissediyorsun?” diye soruyoruz. “Duyguları hissetmek lazım. Bu süreçte ben ne yapmalıyım diye sormak lazım. İmam Şiş arkadaşı her gördüğümde çok kötü oluyordum. ‘Bir şeyler yapıyoruz ama yetmiyor‘ diyorsun. Grevde ben de yer almalıyım dedim. Artık dışında kalmak değil, içinde olmak gerek” diyor. Sonra Rojava’dan söz ediyor Nahide, gülümseyerek başlıyor konuşmasına: “Rojava bambaşka bir savaş, sadece karşındaki düşmanla savaşmak değil. Kendinle, var olan zihniyetle, hayatla, toprakla savaş. Çalışmak kolay, sabahtan akşama kadar çalışır, yorulur ve uyursunuz ama savaşmak çok zor. En zoru da zihniyet savaşı. Jinwar böyle bir çalışmaydı. O çalışmayı çok özlüyorum.”
 
‘Cezaevindekiler ve Leyla Güven’le bir olmak’
 
“Şuan yaptığımız 10 bin insanla empati kurmak” diyor Nahide ve ekliyor, “Cezaevindekiler ve Leyla Güven’le bir olmak. Saniye saniye onların ne hissettiğini, nasıl yaşadığını kendi bedeninde duyumsayarak yaşıyorsun. İlerletiyor açıkçası, çok değişiyorsun. Ben Avrupa’da yaşamayı hiç sevmedim, burada olsam da Avrupa’yı yaşamadım. Londra’nın göbeğinde küçücük bahçemde, memleketimin tohumlarıyla bostanımı ektim ve öyle yaşadım. Rojava’ya gittikten sonra aradaki farkı daha net gördüm. Her ne kadar onun hasretiyle yaşasak da, burada maalesef Kürdistani bir yaşam yok. Ona bağlılık var ama o yaşam yok. Bir gün mutlaka memleketim Dersim’e gidip, Munzur Vadisi’nde, oradaki taşlarla ekolojik bir ev yapıp yaşamayı düşlüyorum. Hiçbir zaman kent hayatı yaşamadım. Aidiyet duygusunu hiç hissetmedim, geldiğimden beri, ‘ben burada yaşamayacağım’ dedim. Yıllar geçti hala bunu diyorum. Ben burada yaşamayacağım topraklarıma geri döneceğim.” 
 
 ‘Umudu yitirmek intihar etmektir’
 
Onun bu kararlılığına ve hala her gün aynı umutla bir gün mutlaka topraklarına geri döneceğine dair inancına hayran kalıyoruz. Ona, “Seninle sohbete başlamadan önce burada yaşayan bir gazeteci arkadaşımız bize artık, umutla yazamıyorum, mutsuzum” dediğini aktarıyoruz. Birden yerinden fırlayan Nahide, “Nasıl heval bir insanın umudunu bu şekilde yitirmesi intihar etmesi anlamına geliyor. O aslında ölmüş demektir, bende umut yok ne demek? Biz burada ne diyoruz? ‘Ben senin faşizmine karşı bedenimi ortaya koydum’ diyoruz. Bunun neresinde umutsuzluk olabilir, bu başlı başına bir umuttur, zaferle sonuçlanacak bir eylem nasıl umutsuzluk hissettirebilir? Umutsuz olan bize yaklaşmasın. Demek bunlar anlam veremiyorlar, bizi görüp hüzünlenmelerine de anlam veremiyorum. Bu hüzünlü bir eylem değil aksine mutlu, umut dolu bir eylem” diye anlatıyor. 
 
‘Anneler direnirken umutsuz olmak saygısızlıktır’
 
Bu sözünün üstüne annelerin sokaktaki eylemlerini hatırlatmamızla heyecanlanan Nahide’nin gözleri parlıyor birden. “Evet bak ilk başta biz de onu hissettik. Annelerimize saldırıyorlar ve ilk zaman ‘nasıl olur analarımıza nasıl saldırırlar’ diye kendimizi paraladık ama sonra anneler her şiddet karşısında daha da çoğalarak sokaklara döküldüler. Biz artık o şiddete değil direnişe odaklandık değil mi? Gurur duymaya başladık, yüzlerce annenin, her şeye rağmen kararlı duruşuna, eylemine rağmen umutsuz olmak saygısızlıktır. Umutsuz olan gidip annelerin eyleminden ders alsın. Geçenlerde Güler Yıldız, annelerin eylemini beyaz yazmayla haber sunarak sahiplendi. Annelerin sokakta, habercilerin sahada, ailelerin zindan kapılarında sahiplendiği böylesi bir eylemin parçası olmak gurur veriyor insana” diyor. 
 
Sohbetimize Mehmet Sait Yılmaz da katılıyor. Saatlerdir boş anını kolluyorduk. Nihayet ziyaretçilerden bize zaman ayıracak vakti bulabildi. 
 
‘Sistemin oluşturduğu mezarlardan çıkmayı başarmak müthiş bir duygu’
 
Ona da aynı soruyu sararak başlıyoruz ve o da hislerini, düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Gurur verici. Bu parti kadının özgürlüğünü esas alan bir parti ve şuan eylemi başlatan bir kadın. Neolitikten çıkıp, eril sisteme karşı durmak gibi bu eylem. Kanı, tecavüzü, savaşı besleyen mevcut sisteme karşı kendini sistemden soyutlayarak en yalın bir şekilde karşısına dikilmek çok büyük bir eylem. Açlık hissinin kaybolduğu, direnişin ve yoldaşlığın yükseldiği bir hissiyat içerisindeyim. İnsanın hayatı uyumak dışında zamanının çoğu yeme içmeyle geçiyor. Şuan bu grevde o zamanları çok daha verimli değerlendiriyorum. Daha çok okuyorum. Okumayı, araştırmayı çok seviyorum ve şuan daha fazla zamanım var. İnsanın bedenine hükmetmesi çok şaşırtıcı bir his. Sistemin oluşturduğu mezarlardan aç kalarak çıkmayı başarmak müthiş bir duygu. Sistem kişiyi, her şeyi hoyratça kullanmasını sağlayarak özgürlük diye gösterdiği, simüle bir hayat oluşturur. Buna ‘mezarlaşmış hayatlar’ diyoruz. Bunlar insanda bir süre sonra doyumsuz ve inanmama durumu yaratır. Robotlaşan hayatlar bu hayatlar. Bu eylemimle kendi bedenimle yapabildiklerime ben de şaşırdım. Eylemimle inancım daha da keskinleşti. Robotlaşmaktansa inanarak, sevgiyle ve aşkla yaşamak gerekir.
 
‘Bu eylemin ciddiyetini her an yaşamak gerek’
 
Buraya şehit anaları geliyor. Onların ne hissettiklerini okuyabiliyorum. ‘Acaba bir evladımızı daha mı şehit vereceğiz’ bakışını görebiliyoruz. Her gün yoldaşlarının gözlerinin önünde erimek, onların açısından çok zor bir durum, bunu biliyoruz. Her ne kadar örgütlü dursalar da onlardaki durumu görebiliyoruz. Arkadaşlarımız bu süreçte bir soluk açma adına canlarını feda ettiler. Onları düşünmek ve tüm bunların karşısında sürekli enerjik ve motivasyon dolu bir duruş içerisineyiz. İnsanların buraya gelip bize bakıp üzülmelerini değil, bu eylemin ciddiyetini her saniye anlayıp sahiplenmesini istiyoruz.” 
 
Uzun saatler sürüyor sohbetimiz. Akşam ayazında Sait Yılmaz’ın odasında devam ediyoruz sohbetimize. Ziyaretçileri onu burada da yalnız bırakmıyor. Bir yandan Nahide Zengin ziyaretçilerle sohbet ederken, biz de bir yandan yarım kalan sohbetimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Gözümüz, Sait Yıldız’ın duvarlarına takılıyor. Duvara, Abdullah Öcalan, Fidan, Leyla ve Sakine’ler resmedilmiş. Ayrıca duvara, Öcalan’ın “Genç başladık, genç bitireceğiz” sözleri yazılı. 
 
‘Gülmek devrimci bir eylemdir’
 
Sait Yılmaz’a “Genç bir eylemci olarak her gece bu söze bakıp uyumak sana ne hissettiriyor” diye soruyoruz. Şöyle cevaplıyor: “Özlem duyduğunuz özgürlük için bu sistemden koparıp almak gerek. Bunun için de mücadele gerek. Genç biri olarak bunu yapmak,  onun parçası olmak benim için ayrı bir onurdur. Çünkü biz büyük önderlerin ardıllarıyız. Duvardaki resimlere bakın, hepsi gülümsüyor. Bu çok önemli. Dünyanın başka hiç bir yerinde ölümle gülümsemenin bir arada olduğu bir hareketi tanımadım daha. Büyük bedeller ödeyen, katledilen, yok edilmek istenen ama bir o kadar da tüm bunların karşısında var olmak adına ölüme bile giderken gülebilmek bambaşka bir duygu. ‘Gülmek devrimci bir eylemdir’ diyoruz. Bu eylemimiz de böyledir.” 
 
‘Yerlerde sürüklediğiniz o anaların evlatları özgürlüğü yaratacaklar’
 
Sait Yıldız, sözlerini tüm Kürt halkına seslenerek bitiriyor: “Londra’da binlerce kilometre uzakta, bu eylemi yürüten arkadaşlar olarak aklımızın ve yüreğimizin tüm Kürt halkıyla olduğunu tekrarlamak isterim. Kürdistan’ın dört parçasında süren bir savaş var. Savaşla beslenen mazoşist, sadist bir toplum olmadık ve olmayacağız. Biz tüm bu savaşlara karşı inatla barışı savunacağız. Yerlerde sürüklenen analarımıza selam olsun. Onların direnişleri karşısında saygıyla eğiliyoruz. Onları yerlerde sürükleyen zihniyetin yüzüne kusmak gerek. Şunu bilsinler ki yerlerde sürüklediğiniz o anaların doğurduğu evlatlar, bir gün mutlaka anaların özlemini duyduğu özgür geleceği yaratacaklardır. Tüm Kürt halkına sesleniyorum. Birçok arkadaşımızın sağlık durumu kritik aşamada, sözün bittiği, eylemselliğin anlam bulduğu bir dönemden geçiyoruz. Yarın rahat bir şekilde aynadan yüzünüze bakmak istiyorsanız bu direnişe katılın. Belki sonu göremeyebiliriz ama bu süreci yürüten ardıllarımızın olacağından adımız kadar eminiz.”