‘12 Eylül’de farklı görüşler faşizme karşı tek yürek mücadele etti’

  • 09:06 18 Ocak 2019
  • Güncel
İZMİR - 12 Eylül dönemini yaşayan insan hakları savunucusu Özgür Mollaibrahimoğlu, tecride karşı mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğini belirterek, “Farklı ideolojilerden de olsalar asgari müştereklerde anlaşabilirler. 12 Eylül’de bunu net gördük. Hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar farklı siyasi görüşler orada faşizm karşısında tek yürek olarak mücadele etti ve çok şey kazandık” dedi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi eylemi 72’nci günü geride bırakırken, cezaevinde destek amaçlı eyleme başlayan ilk grubun eylemi de 30’uncu günü geçti. Sağlıkçılar, açlık grevlerinin kritik bir aşamaya geldiğine dikkat çekerken, insan hakları savunucuları ve hukukçular da tecridin insanlık suçu olduğuna ve hiçbir meşruiyeti olmadığına işaret ediyor. 
 
12 Eylül dönemi, 1996 ölüm oruçları ve 19 Aralık 2000 cezaevi katliamı süreçlerini yakından takip eden insan hakları savunucusu Özgür Mollaibrahimoğlu, her türlü tecride ve şuan devam eden açlık grevlerine karşı da daha fazla toplumsal duyarlılık gösterilmesi gerektiğini vurguladı. 
 
‘Farklı siyasi görüşler faşizme karşı tek yürek mücadele etti’ 
 
F Tipi cezaevlerinin açılmasından bugüne kadar F tiplerini bire bir gözlemlediğini ve tecrit karşısında yapılan her türlü eylemi hak olarak gördüğünü belirten Özgür, “Bunun daha toplumsal duyarlılık taşımasını isterim. Belli asgari müştereklerde anlaşabilirler farklı ideolojilerden de olsalar. 12 Eylül’de bunu net gördük. Hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar farklı siyasi görüşler orada faşizm karşısında tek yürek olarak mücadele ettik. Çok şey kazandık şu iktidar dönemine kadar. Çıplak aramadan, mektup, kitap, giysi kısıtlamalarına kadar bütün bunları biz parça parça geri aldık” dedi.
 
‘Cezaevlerindeki baskı dışarıdakinden misliyle yaşanıyor’
 
E tipi cezaevlerinde 3-4 gün boyunca açık görüş hakkı, mektup, kitap alabilme gibi birçok hakkın 19 Aralık Katliamı’ndan sonra giderek kaybolduğunu kaydeden Özgür, cezaevlerinde görülen baskının dışarıdaki baskıya oranla katıyla hissedildiğini vurguladı. Özgür, “Dışarıdan tüpümüz, yiyeceğimiz gelirdi, soyadı görüş sınırlaması yoktu. 12 Eylül’de ne olduğunu anlayamadık ama 13 Eylül’de bütün haklarımız alınmış oldu. Operasyonlar dışarıda peyderpey yapılmıştı ama cezaevlerindekiler ellerinin altındaydı. Baskıyla, şiddetle İstiklal Marşı söyletmekten tutun da aklınıza gelebilecek her türlü baskıyı uygulamaya çalıştılar. Ondan sonra bütün haklarımız gitti. İlk olarak haftada bir 15 dakikaydı görüş, dışarıdan her şey yasaklandı. Giysilerimizin dışında her şey yakıldı” ifadelerini kullandı. 
 
‘Cezaevleri gündem olmuyor’
 
Diyarbakır Cezaevi’nde Mazlum Doğan’ın kendini yakarak protesto ettiği eylemin ardından birçok hakkın her cezaevinin kendi özgününde yapılan eylemlerle parça parça alınabildiğini söyleyen Özgür, “1996’daki ölüm oruçlarında ise çok taleple çıkıldı, çok canlar yitirildi. F tipi cezaevleri sonrasında şimdiki gibi çok yoğun faşist saldırılar olmadı. 10 sene önce bu günkü kadar ağır değildi cezaevi koşulları. Geçmişte her bir kampanya sonuç alırdı. Şimdi ise mahkemeye getirilirken serviste bile ölebiliyor ve bu gündem bile olmuyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘12 Eylül’de apoletli hakimler bile bizi dinlerdi’
 
Müzakere döneminin ardından Kürtlere dönük çok yoğun bir imha politikasının izlendiğinin altını çizen Özgür, şöyle devam etti: “12 Eylül’de de böyleydi. Ben Türk’üm ama daha çok baskı görüyordum, ‘Senin bu Kürtlerle ne işin var’ denilerek ayrıştırmaya, ötekileştirmeye çalıştılar. Bugün Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları Burdur’da, Denizli’de yaşamadık. Diyarbakır bambaşka bir cehennemdi. O kimlikten olan insanlara daha fazla baskı yapılıyordu. Devlet asimilasyon politikası izliyor, ağzını açan ceza alıyor ve savunma hakları yok. 12 Eylül’de yargılanırken bile apoletli hakimler bizi sabırla dinlerlerdi. Şimdi o da yok. Sadece Leyla Güven değil Selahattin Demirtaş AİHM kararına rağmen cezaevinde tutuluyor. HDP yöneticilerinin cezaevine atılması bir şeylerden korkulduğunun göstergesidir.”