Biz

  • 09:04 10 Haziran 2024
  • Kadının Kaleminden
 
“Yer, zaman ve değişen dünyada payımıza düşen kişiliğimizle, bizlerin de geleceğe bırakacağı bir tarih olacak. Fakat bu tarih, ‘biz-öteki’ ayrımının önüne geçilmezse özgürlükten kopuk olacaktır. Çünkü özgürlük, ‘biz’ ve ‘öteki’ ayrımının olmadığı yerde yeşerir.”
 
Rojda Yıldız*
 
Yapılan araştırmalar, tarihin başlangıcında kadının başat güç olduğunu kanıtlamıştır. Diğer yandan Homo Sapiens aşamasına Kürdistan coğrafyasında geçildiği, inanç, dil, kültür tarım ve köy devrimi kentleşme gibi uygarlık tarihine katkısı olan birçok hayati adımın ve araç-gerecin yapımı da burada vuku bulmuştur. Bu gelişmelerde, kadının temel özne olduğunu, yine tarih bizlere ispatlar.
 
Devamında bugün Êzidîlik, Yaresanlık, Alevilik gibi inançların Mezopotamya coğrafyasında Zevanizm, Mazdeizm, animizm gibi felsefi-ideolojik inançlardan doğduğu kanıtlanmıştır. Günümüzde hedef haline gelen bu inançların, tek tanrılı dinler üzerindeki etkisi de göz ardı edilemez bir gerçekliktir. Yine kadının etkin olduğu diyalektik inanç sisteminde insana önemli rol atfedilirken doğa da dışlanmıştır.
 
Tüm bu araştırmaları göz önüne getirdiğimizde 21’inci yüzyıl dünyasının çok derin bir yoksulluk yaşadığını görebiliriz. Maddi yoksulluğun sebebi de buradan kaynaklanmaktadır. Kadın eksenli oluşturulan özgür ve eşitlikçi ilke devam etseydi, var olan hiçbir sorun krize dönüşmezdi.
 
Öz yoksulluk
 
Açmak istediğim ‘öz yoksulluktur’tur. Özünden uzaklaştırılan insanın halini görmek isteyen bin yıllardır süregelen savaşlara, açlıklara, katliam ve soykırımlara bakabilir. Bu derin yoksulluğu görmeden, şimdinin sorunlarına çözüm bulabilmek imkansızdır.
 
Sadık Hidayet, Kör Baykuş adlı kitabında şöyle der: “Ama ne bu kitap ne de aşağılık adamaların elinden, kafasından çıkmış başka kitaplar, yazılar, düşünceler giderdi derdimi. Onların o yalanlarına, o saçmalıklarına ne ihtiyacım vardı? Ben kendim, geçmiş nesillerin bir toplamı değil miydim, onların tecrübeleri bana miras kalmamış mıydı? Geçmiş, bende benimle yaşamıyor mu?” İnsan olmanın özeti de bu olsa gerek.
 
Yaşanmışlıkların vücut bulmuş haliyiz
 
Arkadaşlarımızda bıraktığımızı zannettiğimiz yaşanmışlıkların vücut bulmuş haliyiz. Yer, zaman ve değişen dünyada payımıza düşen kişiliğimizle, bizlerin de geleceğe bırakacağı bir tarih olacak. Fakat bu tarih, “biz”-“öteki” ayrımının önüne geçilmezse özgürlükten kopuk olacaktır. Çünkü özgürlük, “biz” ve “öteki” ayrımının olmadığı yerde yeşerir.
 
Öz yoksulluğun yaşanmasıyla şöyle bir gerçeklik de vuku bulur: “Yarım erkek”, “saçı uzun aklı kısa”, “eksik etek” diye aşağılanan ve ezilen kadının “başlangıç” olduğu açıktır. Erkek kadını aşağılarken, kendi özüne saldırıyor demektir. Ve öldürdüğü her kadında kendini öldürüyordur. Başlangıcını yok etmeye çalışan bir insanın “tam” olması mümkün müdür? Aşağıladığı hiçe saydığı, evlere kapattığı, reklam malzemesi yaptığı aslında kendisi oluyor. Kadın eksik olunca, erkek tamamlanamıyor.
 
Yokluğa sürükleniş
 
Bu durumu tarihsel sürece vurduğumuzda, dışlanan halk ve inançlar; hakim inanç ve ırklar güçlenmiyor. Çünkü ötekileştirdiği her olguyla kendini zayıf düşürüyordur. Katledilen her Kürt, ölümle cebelleşen Arap, Türk, Fars, İngiliz vesaire oluyor demektir. Dört parçaya bölünen “ilk”lerin ülkesi ile dünyanın da binlerce parçaya bölündüğü göz önünde tutulmalıdır. Katliama uğrayan bir inançla İslam, Yahudilik veya Hristiyanlık bir yanını katlediyordur. Yok edilen doğayla, insan toplumu da yokluğa sürükleniyor.
 
Toplumun yaşam-ölüm diyalektiği bu şekildedir. İnsanlığın yoksulluğu ancak bu diyalektiği keşfederek çözüme kavuşabilir. İnsanların “o adamların yalanlarına ve saçmalıklarına ihtiyaçlarının olmadığını” görme zamanı gelmedi mi? Bir yanımızı yok ettikçe, ötekileştirilen yine hepimiz, “biz” oluyoruz.
 
* Sincan Kadın Kapalı Cezaevi