Hindistanlı aktivist saldırıları ve kadın direnişini anlattı

  • 09:08 31 Ağustos 2024
  • Dünya
 
Melek Avcı
 
ANKARA- Hindistan’da kadınlara yönelik saldırı ve geçtiğimiz günlerde alanlara çıkan on binlerin “Jin jiyan azadî” sloganı yazan pankartları taşımalarını değerlendiren kadın hakları aktivisti Asma Naseer, “Bir şekilde dünyadaki tüm kadın hareketleri birbiriyle bağlantılı, dolayısıyla biz de bu sloganları kullanıyoruz. Bu yüzden, bu sloganı kullanmanın bilinçli bir seçim olup olmadığını bilmemekle beraber, harika bir slogan. Hindistan'da nerede başladı, burada ilk kim haykırdı bilmiyorum ama dediğim gibi, bu slogan tüm dünyada kadın hareketinin bir parçası haline geldi” dedi. 
 
9 Ağustos 2024 tarihinde Hindistan’ın Batı Bengal eyaletine bağlı Kalküta kentinde bir hastane basılarak, burada görev yapan bir kadın doktor tecavüze uğradı ve katledildi. Saldırının ardından, ülke genelinde geniş çaplı protestolar başladı. Eylemler sırasında, kadınların sokakta dev bir pankarta "Jin, Jiyan, Azadî" sloganını yazdığı görüldü. Bu slogan, Kurdistan’da başlayarak İran'da kadınların öncülüğünde gelişen ve dünyaya yayılan bir özgürlük çağrısını simgeliyordu. Sokaklardaki protestolar güçlü olmasına rağmen, örgütlü bir hareketten yoksun olması, kalıcı çözümler üretilmesini zorlaştırıyor. 
 
Hindistanlı insan hakları aktivisti Asma Naseer, kadın örgütlülüğünün zayıflığı ve kast sisteminin neden olduğu sınıfsal çatışmaların, kadınların şiddete karşı korunmasını zorlaştırdığını belirtti. Asma Naseer, Hindistan’daki kadın örgütlülüğü ve şiddet konusunda değerlendirmelerde bulundu. 
 
“Hindistan’ın özelinde bazı şiddet türleriyle karşı karşıyayız, dünyanın geri kalanında bu tür şiddet türleri var mı bilmiyorum. Bunlardan biri alt kıtaya özgü bir şey olan çeyiz parası. Alt kıta derken, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kastediyorum.” 
 
*Hindistan’da kadınların tarih boyunca erkek egemenliğine karşı mücadelesini gördük. Tecavüze ve şiddete karşı bir direniş sergilediler, sömürgeciliğe ve eril zihniyete karşı da. Hindistan’da verilere baktığımızda kadına yönelik şiddet biçimlerini görüyoruz. Öncelikle kadınlar Hindistan’da hangi şiddet biçimlerini maruz kalıyor, neler yaşıyorlar?
 
Kadına karşı şiddet, dünyanın her yerinde gördüğümüz bir durum. Fiziksel, psikolojik, ekonomik, duygusal şiddetin her türünü görüyoruz.  Ayrıca kadınların mali haklarından, seçme özgürlüğünden, iş sahibi olma hakkından, evlenme hakkından mahrum bırakılması da söz konusu. Fakat Hindistan’ın özelinde bazı şiddet türleriyle karşı karşıyayız, dünyanın geri kalanında bu tür şiddet türleri var mı bilmiyorum. Bunlardan biri alt kıtaya özgü bir şey olan çeyiz parası. Alt kıta derken, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kastediyorum. Evlenmeden önce veya evlilik sırasında kız tarafından erkek tarafına belirli bir miktar para veriliyor, düğün için alınan bu başlık parası da dünyanın geri kalanında var mı bilmiyorum.  Kadından veya kadının ailesinden bir miktar para talep ediliyor ve aileler düğün yapılmadan bir tür anlaşmaya varıyor. Bu paranın miktarı erkeğin niteliğine, nasıl bir aileden geldiğine, bazen ait olduğu kasta göre artıyor. Kadının ailesinin bu talebi karşılayamadığını varsayalım, o durumda “çeyiz ölümleri” diye bir terimimiz ortaya çıkıyor. Böyle bir terim var. Hindistan'daki herkes bunu biliyor. Eğer verilen sürede istenilen para gelmezse kadın, kayınvalidesi ya da kocasının ailesi tarafından öldürülüyor. 
 
Hindistan'da gördüğümüz diğer şiddet türleri yine ağırlıklı olarak alt kıtada görülüyor. Ayrıca Hint diasporası, alt kıta ve dünyanın dört bir yanındaki diaspora, “namus cinayetleri” dediğimiz şeyden muzdarip, çünkü normalde bir kadın evleneceği erkeği seçebilecekken burada öyle bir hak tanınmıyor.  Ailesinin onayı dışında bir evlilik yaparsa öldürülme ihtimali çok çok yüksek. Her ikisinin de öldürülme ihtimali çok yüksek. Diğer yandan kız bebekleri öldürdüklerini görüyoruz. Bu, özellikle olan başka bir şiddet türü. Yine genellikle bir erkeği reddetmenin karşılığı fiziksel şiddet oluyor, ağırlıklı olarak kadının dış görünüşüne saldırıyorlar, üzerine kimyasal atıyorlar gibi. 
 
“Dalit’i daha önce duydunuz mu bilmiyorum; Dalit, Hindistan kast sisteminde en alt tabakada yer alanlara verilen addır. “Dokunulmazlar” olarak adlandırılırlar ve kast sisteminin dışına itilmişlerdir. Hindistan, çok hiyerarşik bir ülke; bu yüzden kast sistemi olarak adlandırdığımız bir sistem var.”
 
*Şiddete karşı kadınların örgütlenme biçimleri nasıl? Kadınlar örgütlü mü ve nasıl direniyorlar?
 
Ne yazık ki, kadınlar organize olamıyor ve örgütlenemiyorlar. Bunu kabul etmek zor olabilir, ancak gerçek şu ki, bir şiddet olayı meydana geldiğinde kadınlar sokağa çıkıyor, protesto ediyorlar ve kısa bir süre sonra ya unutuluyor, ya protesto bastırılıyor ya da kısmi bir adalet sağlanıyor ve bu noktada geri çekiliyoruz. Burada hatırlanması gereken çok önemli bir husus, her türlü şiddetin aynı ilgiyi görmediği gerçeğidir. Son birkaç gün içinde Hindistan genelinde çok sayıda tecavüz vakası yaşandı ve bazıları gerçekten korkunç bir şiddet içeriyordu. Belki idama götürecek kadar şiddetli değillerdi, ancak bu tür vakalar Dalit’ler arasında yaygındır. Dalit’i daha önce duydunuz mu bilmiyorum; Dalit, Hindistan kast sisteminde en alt tabakada yer alanlara verilen addır. “Dokunulmazlar” olarak adlandırılırlar ve kast sisteminin dışına itilmişlerdir. Hindistan, çok hiyerarşik bir ülke; bu yüzden kast sistemi olarak adlandırdığımız bir sistem var.
 
Dolayısıyla, Dalit kastından olan kadınlara yönelik tecavüz Hindistan'da gayet “kabul edilmiş” ve normalleştirilmiş bir gerçeklik gibi. Çeşitli nedenlerle tecavüze uğruyorlar. Onlar, sesi en az çıkan ve yeterince temsil edilmeyen insanlar. Ayrıca, adaletin onlar için çoğu zaman yerini bulmadığı da neredeyse kabul edilmiş durumda. Örneğin, Kolkata şehrinde bir kadın doktorun katledilmesi ve tecavüze uğramasından sonra başka korkunç bir olay daha yaşandı. Başka bir eyalette bir kadına tecavüz edilip göğüsleri kesilerek korkunç bir cinayet işlendi. Ama bu olay hakkında pek bir şey duymadık, çünkü bu tür vakalar Hindistan’da artık “rutin” bir şey olarak görülüyor. Yoksul Dalit kastındaki kadınlara tecavüz ediliyor ve tecavüz, bir intikam biçimi veya siyasi eylem aracı olarak kullanılıyor. Kadınlar örgütlü değil ve yaşanan her tecavüz olayı, bugün Kolkata'da olduğu türden bir öfke yaratmıyor. Kolkata'da ve ülke genelinde, en son 2012 yılında bir genç kıza yönelik bir olayda bu kadar büyük bir öfkeyi görmüştük.
 
Nirbhaya Davası diye bir dava vardı, duydunuz mu bilmiyorum. Bir genç kadın, Pazar akşamı sinemadan bir erkek arkadaşıyla birlikte otobüsle eve dönüyordu. Otobüste, ikisinin dışında 5 erkek daha vardı ve bu kişiler şoförle ilişkiliydiler; biri temizlikçi, biri kondüktör ve birkaç arkadaşları daha, ayrıca şoför. İki genç, otobüsü normal bir otobüs sanarak binmişler ve burada genç kadın şiddete ve tecavüze uğruyor. Erkek arkadaşı ise dövülüyor. Genç kadın, iki hafta hastanede kaldıktan sonra yaşamını yitirdi. Ancak bu olay Hindistan’da büyük bir öfke yarattı, bugün gördüğümüz türden bir öfke ve sonunda Delhi’de hükümetin düşmesine neden oldu. Hemen olmamıştı ama sonunda gerçekleşti. Bununla birlikte tecavüz yasalarında pek çok değişiklik yapıldı. Tecavüz faillerine 7 yıl hapis cezası öngörülüyordu, şimdi ise bu ceza önce 10 yıla, sonra 20 yıla çıkarıldı. Bu Nirbhaya Davası’nda idam cezası alanlar da oldu. O davadaki sanıklardan biri duruşma sırasında intihar etti. Bu çok büyük bir davaydı ve tabii ki kadının gerçek adını hiç öğrenemedik. Ona Nirbhaya denilmişti çünkü bu, Hintçe'de "korkusuz" demektir. Bu davayla birlikte Nirbhaya Yasası çıktı, "Nirbhaya Merkezleri" adı verilen kadın başvuru yerleri kurdular. Ancak tüm bu yasalar nasıl işliyor derseniz, pek iyi değil; zira hala bu tür olayların yaşandığını görüyoruz. 
 
“Kocanız tarafından tecavüze uğrarsanız, evlilik içinde olduğunuz sürece bu tecavüz sayılmaz; evli değilseniz sayılır. Bu nedenle, evlilik içinde rızaya dayalı olmayan cinsel ilişki Hindistan'da tecavüz olarak kabul edilmiyor ve bu yasalar bu konuda yetersiz.”
 
*Mevcut hükümetin yasaları kadına yönelik şiddetle mücadele etmekte yeterli mi veya daha doğrusu cezalar uygulanıyor mu? 
 
Birincisi, tamam diyelim ki yasalar var, ama bu yasalar ne kadar faydalı ve ne kadar güçlü, nasıl işliyor, ona bakalım. Pek iyi değil. Nirbhaya Davası’ndan sonra yasalarda pek çok değişiklik yapıldı, ama temelde tecavüz teriminin tanımını da değiştirdiler. Şunu söylediler: Tecavüz cezası 7 yıldan 10 yıla ve Hindistan'da sadece 14 yıl olan ömür boyu hapis cezasına dönüştü. Ancak baktığınızda bu, gerçek bir ömür boyu hapis cezası gibi değil. Ayrıca, bazı durumlarda para cezası da öngörülüyor. Eğer ortada hem cinayet hem tecavüz varsa, o zaman cinayet suçuna ek olarak 10 yıl daha ekleniyor ve böylece yaklaşık 20 yıl hapis cezası alabiliyorsunuz. Nirbhaya Davası’nda da rıza kavramı tanımlanıyordu. Rıza ne anlama geliyor? Ya rıza baskı altında verilirse ne olur? Diyelim ki kadın hayatından endişe ettiği için rıza göstermek zorunda kalıyor ya da bir şekilde rıza gösteremiyorsa, örneğin uyuşturulmuşsa veya akıl hastasıysa ne olacak? Sadece tecavüz ve toplu tecavüz arasındaki fark nedir? Yani, tüm bunlar yasalar tarafından tanımlanmıştır, ancak ne kadar iyi işlediklerinden tam olarak emin değiliz. Burada belirtmem gereken bir diğer husus da Hindistan'ın, evlilik içi tecavüzün tecavüz olarak kabul edilmediği dünyadaki çok az ülkeden biri olduğudur. Yani kocanız tarafından tecavüze uğrarsanız, evlilik içinde olduğunuz sürece bu tecavüz sayılmaz; evli değilseniz sayılır. Bu nedenle, evlilik içinde rızaya dayalı olmayan cinsel ilişki Hindistan'da tecavüz olarak kabul edilmiyor ve bu yasalar bu konuda yetersiz.
 
“Bağımsızlık Günü’ne denk gelen gece, ülke genelinde birçok şehirde kadınlar “geceyi geri al” adı altında bir protesto düzenledi ve geceleri sokaklardaydılar. Ancak bunun dışında, çoğunlukla doktorlar ve bazı kadın grupları protesto etti. Bu nedenle, kitlesel bir ayaklanma bekliyorsanız, ne yazık ki böyle bir şey olmadı.”
 
*Son olarak, kadın doktora yönelik şiddet ve tecavüz olayının ardından kadınlar sokağa döküldü. Sizce, genelde birçok şiddet olayına karşı sessiz kalınırken, bu sefer kadınları ve halkı sokağa döken şey neydi?
 
2012’deki Nirbhaya Davası’ndan beri bu tür geniş çaplı bir protesto görmedik. Nirbhaya’dan sonra elimizde hiçbir şey yoktu ve gördüğümüz en büyük sosyal eylem buydu. Ancak olayın zaman çizelgesine bakacak olursanız, 9 Ağustos'u 10 Ağustos’a bağlayan gece gerçekleştiğini görürsünüz. Hükümetin bu olayı ele alış biçimi oldukça garipti; çünkü önce kadının ailesi aranıyor ve kızlarının intihar ettiği bilgisi veriliyor. Belki bu durum, hastanenin sorumluluk almak istememesinden ya da olayın şokundan kaynaklanmış olabilir, ancak bu, bir şeyleri örtbas etmeye çalışıp çalışmadıkları konusunda da şüphe uyandırdı. Suçlanan kişi birkaç gün içinde tutuklandı. Tutuklandıktan sonra olayın ayrıntıları ve otopsi raporu açıklandı ve acımasızca yapılan şiddet ortaya çıktı. Herkes sarsıldı, ancak bir diğer önemli şey ise birkaç kişinin hastaneye saldırmış olmasıydı.
 
Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin muhalefet partilerinden olduğu öne sürülüyor. Hindistan’da bir merkezi hükümet ve bir de eyalet hükümeti var ve ikisi farklı partiler tarafından yönetiliyor. Eyalet hükümeti, Delhi’deki merkezi hükümete tamamen karşı. Dolayısıyla, bu hastanenin Delhi'de iktidarda olan partiye mensup kişiler tarafından tahrip edildiği söyleniyor. Bu saldırının ayrıntılarını gerçekten bilmiyoruz, ancak bu olay, hastanenin yaygın şekilde tahrip edilmesine, bazı hastalara ve doktorlara yönelik saldırılara neden oldu. Bu da çok sayıda doktorun sokaklara dökülmesine yol açtı. Hindistan Tabipler Birliği, ertesi gün bir günlük protesto ilan etti. Bunun ardından ülkenin dört bir yanındaki doktorlar protesto etmeye başladı ve birçok başka insan da protestoya katıldı. 14 Ağustos gecesi, yani Bağımsızlık Günü’ne denk gelen gece, ülke genelinde birçok şehirde kadınlar “geceyi geri al” adı altında bir protesto düzenledi ve geceleri sokaklardaydılar. Ancak bunun dışında, çoğunlukla doktorlar ve bazı kadın grupları protesto etti. Bu nedenle, kitlesel bir ayaklanma bekliyorsanız, ne yazık ki böyle bir şey olmadı.
 
“Hindistan'da nerede başladı, burada ilk kim haykırdı bilmiyorum ama dediğim gibi, bu slogan tüm dünyada kadın hareketinin bir parçası haline geldi.”
 
*Bu protestolarda “jin jiyan azadî” sloganın haykırıldığını gördük. Sizce Hindistan kadınları neden bu sloganı kullandı? Kurdistan’dan İran’a oradan Hindistan’a taşınan bu slogan evrensel olarak kadınlara sizce ne tür bir yaşam vaat ediyor? 
 
Bu sloganı özellikle neden kullandıklarını bilmiyorum ama bence bir şekilde dünyadaki tüm kadın hareketleri birbiriyle bağlantılı, dolayısıyla biz de bu sloganları kullanıyoruz. Bu yüzden, bu sloganı kullanmanın bilinçli bir seçim olup olmadığını bilmemekle beraber, harika bir slogan. Hindistan'da nerede başladı, burada ilk kim haykırdı bilmiyorum ama dediğim gibi, bu slogan tüm dünyada kadın hareketinin bir parçası haline geldi. Belki de sebebi buydu. Kadınların güvenliği ve özgürlüğünden bahsediyorlar, ama bana bir birey olarak, bireysel olarak ve bir kadın olarak sorarsanız; evet, sloganın her şeyi kapsadığını söyleyebilirim. Yaşam hakkınızı, seçim hakkınızı, özgür olma hakkınızı, bir kişi olarak var olma ve korkmama hakkınızı ifade ediyor.
 
“Sadece kadınlar olarak, kadın örgütlerinin bir araya gelmesinin ve birlik içinde kalarak dünyada yaşanan bunca baskıya karşı mücadele etmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.”
 
*Dünyada kadın örgütlülüğünün ortaklaşması sizce neden önemli?
 
Biz insanlığın yarısıyız. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kadının başına gelenler hepimizi etkiliyor. Birkaç yıl önce İran'da yaşanan başörtüsü olayı ya da Afrika'da gerçekleşen kadın sünneti gibi her şey buna dahil. Gerçek şu ki, bir kadının herhangi bir şekilde istismar edildiğini veya özgürlüğünün kısıtlandığını biliyorsanız, bu her kadının özgürlüğünün kısıtlanması demektir. Benzer şekilde, bir hareket başarılı olduğunda, hangi hareket olursa olsun, ya da diyelim ki bir kadın devlet başkanımız olduğunda veya kadın dostu politikalar yürürlüğe girdiğinde, bu yine dünya çapında bir dalgalanma etkisi yaratır. Bu nedenle, diğer her şeyden, milliyetlerden, kendi etnik kökenlerimizden veya bağlılıklarımızdan, kast ve sınıftan bağımsız olarak, kadınlar için örgütlenmenin kesinlikle önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece kadınlar olarak, kadın örgütlerinin bir araya gelmesinin ve birlik içinde kalarak dünyada yaşanan bunca baskıya karşı mücadele etmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
 
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yasalara baktığınızda, kadınların elinden sessizce seçme özgürlüğü alınıyor. Hindistan’da çok küçük de olsa bir yasa var; mesela bazı yerlerde kadınlar kot pantolon giyemiyor veya ABD’de kürtaj hakkı yasalarının varlığı, bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Dolayısıyla, kadın örgütleri ve dünya genelindeki kadın hareketleri birbirleriyle bağlantılı olmalı. Ayrıca kesişimsellik de çok ama çok önemli. Bu yüzden, bizimle birlikte olan herkesi uzun uzun ele alıyoruz. Bağımsız kadın hareketlerinin ya da kadın örgütlerinin dünyada olup biten diğer şeylerden ayrı olarak, onlara gözlerini kapatarak var olamayacağını söyleyemeyiz. Bu yüzden bir araya geliyor ve bu mücadeleyi birlikte veriyoruz.