Su krizi alarm verirken TUİK verileri gizliyor
- 09:07 22 Nisan 2023
- Ekoloji
Melike Aydın
MUĞLA - Son 30 yılda yağışlarda gözlemlenen yüzde 12’lik düşüş ciddi bir gıda krizine işaret ederken ekolojist Deniz Gümüşel, Türkiye’de maden ve sanayi şirketlerinin su kaynaklarının kullanımına ilişkin verilerin TÜİK tarafından saklandığına dikkat çekti. Deniz, acilen su kullanımında doğanın haklarını gözeten planlamalar yapılması gerektiğini söyledi.
İklim krizi nedeniyle kuraklık yaşanacağına ilişkin önemli uyarılar yapılıyor. 1991-2021 yılları arasını kapsayan 30 yıllık su verilerine göre ortalama yağışlarda yüzde 12’lik düşüş yaşanıyor. Şiddetli kuraklık ise yakın süreçte gıda krizinin de yaşanacağına işaret ediyor. Yaşanan kuraklığa en çok termik santrallerin, madencilik şirketlerinin, endüstriyel tarım ve hayvancılığın yoğun su tüketiminin ve temiz su kaynaklarını kirleterek verdiği zararın neden olduğunu belirten Temiz Hava Hakkı Platformu (THHP) Koordinatörü Deniz Gümüşel, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) maden ve sanayiciliğin verilerini “gizli bilgi” diyerek yayınlamadığına dikkat çekti. Bütün tesisler kapatılsa bile iklimin 20-30 yıl boyunca değişmeye devam edeceğini belirten Deniz, palyatif çözümler değil uzmanların, yerel yönetimlerin ve halkın ortak çözüm üretmesi gerektiğini işaret ediyor.
‘Endüstriyel tarım uygulamaları denetlenmeli’
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün şiddetli kuraklık uyarısı yaparak acil durum alarmı verdiğini belirten Deniz, Aralık-Ocak ve Şubat ayı ortalamalarının geçen yıla oranla oldukça düştüğünü dile getirdi. Devlet Su İşleri (DSİ) Müdürlüğü’nün geçen yılki rakamlarına göre Türkiye’nin 112 milyar metreküplük su potansiyeli bulunduğunu, bunun yaklaşık yüzde 50’sinin kullanıldığını kaydeden Deniz, “En önemli tüketim alanı tarım. Oysa biz giderek su azlığı yaşayan ülkeyiz. Eskisi gibi sulamalı tarım bizim için uygun değil. Bu anlamda çiftçinin eğitilmesi ve endüstriyel tarım uygulamalarının denetlenmesi gerekiyor” dedi.
‘TÜİK madenler ve sanayi tesislerinin verilerini saklıyor’
Su tüketiminde ikinci sırada termik santrallerin geldiğini belirten Deniz, üstelik santrallerin kullandıkları suların çoğunlukla arıtmadan dere yataklarına salarak temiz suları da kirlettiğini kaydetti. Termik santrallerin hemen arkasından madenler ve sanayi tesislerin geldiğini belirten Deniz, “Ancak TÜİK verilerinde organize sanayi bölgesi ve madenler tarafından kullanılan su miktarı ‘gizli bilgi’ olarak veriliyor. Madencilik çok büyük şekilde rezervuarları değiştiriyor, yüzey sularının yönlerini değiştiriyor ya da tamamen yok ediyor. Dolayısıyla elimizdeki sınırlı su kaynaklarını madenciliğe feda ediyoruz ve devlet ne kadar suyu heba ettiğimizi söylemiyorsa orada ciddi bir su talanı var. Üstelik madenler tahsis ediliyor ve bu durum ekosistemin su baskısı altında olmasına, tüm canlıların su hakkından feragat edilmiş oluyor. Hem de istisnai kullanım için sınırlı şirketlere peşkeş çekiliyor” değerlendirmesi yaptı.
‘Şiddetli kuraklıktan payını almayan yer yok’
Batı Karadeniz’in bir kısmı, Orta ve Doğu Karadeniz’in bir kısmı ve Antalya dışında kalan her yerin şiddetli kuraklıktan payını almayan yerin kalmadığını belirten Deniz, bunun hem tarımsal kuraklığa hem de topraktaki nem oranının düşüşüne neden olduğunu dile getirdi. Yağışlarda ciddi azalma olduğuna dikkat çeken Deniz, şöyle dedi: “1991-2021 yılları arsında, 30 yıllık süre içindeki ortalama yağışlardan yüzde 12’lik düşüş var ve önümüzdeki yıllarda da bu trendin devam edeceğine dair senaryolar var. Kuraklık Trakya, Kuzey Ege, İç Anadolu’nun doğusu, doğu ve güneydoğudaki kuraklık çok daha şiddetli.”
‘Bir yılda sera gazı emisyonunda yüzde 7.7 karbondioksit emisyonunda yüzde 9.6 artış’
Tarımsal kuraklığın birinci nedeninin iklim değişikliği olduğunu belirten Deniz, Türkiye’nin sera gazı emisyon istatistiklerini 2020’ye göre 2021’de karbondioksit emisyonlarında yüzde 9.6, sera gazlarının bütününde yüzde 7.7 artış gözlemlendiğini belirtti. Türkiye’nin küresel iklim değişikliğindeki sorumluluğunun hızla arttığını dile getiren Deniz, “Hep ‘tarihsel sorumluluğumuz yok’ deniyordu. Ciddi bir sera gazı emisyonu miktarına erişmiş durumdayız. 1990’dan beri düzenli şekilde artıyor. Fosil yakıtları yakarak enerji ürettiğimiz sürece küresel ısınma artacak, bu da bize yağışlarda azalma, tarımsal kuraklık olarak geri dönecek. Türkiye eğer kuraklıkla baş etmek istiyorsa kökteki sorunlarla da yüzleşmeli ve mutlaka ser gazı emisyonları azaltmalı” diye konuştu.
‘Gıda krizi kapıda, iklim krizine karşı arge yapılmalı’
Tarım ve hayvancılığın endüstriyel yöntemlerle yapılmaya devam edilmesinin gıda krizine gebe olduğunu belirten Deniz, çözümün ise susuz tarım yöntemleri ile torağı koruyarak tarım yapmak olduğunu ifade etti. Tarımda kullanılan kimyasalların da yeraltı ve yerüstü sularını kirlettiğini belirten Deniz, “Bu bir birini tetikleyen süreçlerin kırılması lazım. Bugün bütün termik santralleri kapatsak ulaşım sektöründen ısınmadan kaynaklı ser gazı emisyonlarını birden sıfırlasak bile önümüzdeki 20-30 yıl boyunca iklim değişmeye devam edecek. Yani bu sorundan kolay kurtulamayacağız. Ürün desenlerini, nereye hangi bitkiyi ekeceğiz gibi araştırma geliştirme (arge) çalışmaları yapılması gerekiyor. Kuraklığa dayanıklı tarıma öncelik verilmesi gerekiyor. İklim değişikliği ile baş etmek için bir uyum sürecine ihtiyacı var. Çünkü kısa sürede bu sorundan kurtulamayacağız” sözleri neler yapılması gerektiğini anlattı.
‘Su tahsisleri başta doğadan sonra halktan yana yerelde planlanmalı’
Peyzajda çim kullanımında, endüstriyel turizmde su israfına dikkat çeken Deniz, peyzaj için bölgenin kendi bitki örtüsünün kullanılması gerektiğini ifade etti. Deniz, “Hem sera gazı emen yutak alanlar oluşturmuş oluruz, hem de su varlıklarını gereksiz baskıdan kurtarmış oluruz. Bunlar yerel yönetimlerin kendi ihtiyaçlarını planlamasıyla ortaya çıkacak şeyler. Su politikalarını merkezi düzeyde sermayenin ihtiyacına göre düzenleyen bir ana akım politika anlayışı var. Oysa her bir su havzası kendi içinde su varlıklarının durumu çerçevesinde planlanmalı. Su tahsisleri başta doğadan sonra halktan yana yeniden planlanmalı. Bunların da katılımcı şekilde bölge halkı ve yurttaş inisiyatifleriyle birlikte yapılmalı. Yoksa çıkar grupları lobi yapıyorlar, baskı üretiyorlar” ifadelerini kullandı.
‘Kent bostanları ve kıra göç planlanabilir’
Kent bostanlarının halkın kendi gıdasını üretmesi için potansiyel taşıdığını, bunun da yine yerel yönetimlerin girişimiyle planlanması gerektiğini ifade eden Deniz, hobi bahçeciliğiyle pazarlanan şekliyle değil gıdaya erişim hakkını sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini belirtti. Planlamada ekolojinin ve dezavantajlı sınıfların öncelenmesi gerektiğinin altını çizen Deniz, şunları vurguladı: “Doğru planlar yapılırsa gıda krizinin ve kent yoksulluğunun önüne geçilir, kırın üzerindeki kente gıda sağlama sorumluluğu azalır, endüstriyel gıda baskısından kurtulmuş oluruz. Kentten kıra göç de benzer şekilde o bölgenin gerçeklikleri ile planlanmalı. Bunun da sınıfsal bir boyutu var. Herkes köye göçemiyor. Kırdaki arazilerin de madencilik sanayi turizm baskısıyla fiyatları yükselmiş. Gerçek bir kentten kıra göçüş ekolojik taşıma kapasitesi göz önüne alınarak yapılmalı ve sınıfsal ayrımı elimine edecek mekanizmalarla gerçekten üretici halkın yararlanacağı modeller üretilmeli ve yerel halkla yapılmalı.”
‘Palyatif çözümlerden uzak durulmalı’
Ekolojik meselelerin tek başına ele alınamayacağını ifade eden Deniz, su döngüsünü kıran, gıda güvenliğini riske eden iklim krizine vurgu yapılması gerektiğine dikkat çekti. Deniz, “Kapitalist üretim modelini eleştiren bir perspektifle su politikalarını ele aldığımız zaman kuraklığın nedenleri ortaya çıkıyor. Bu kuraklıkla nasıl baş edeceğimizi doğru değerlendirebiliriz. Palyatif çözümlerle günü kurtaran önlemler alınabilir. Küçük çiftçi suçlanabilir ama bunlar gerçek sorumluları saklayan yaklaşımlar ve bunlardan titizlikle uzak durulmalı” sözleri ile çözüme işaret etti.