Siyaset üstü

  • 09:04 20 Aralık 2022
  • Kadının Kaleminden
 
“H.K.G kendi sesini mücadelesinin sonucu duyurabildi ancak duyuramayan diğer çocuklar yokmuş gibi mi davranılacak? Şimdi siyasetin, yargının ve medyanın bu sesleri her zamankinden daha fazla duyurması gerekiyor.”
 
Habibe Eren 
 
Türkiye tarihinde dünden bugüne tarikat, cemaat ve dini yapıların varlığı siyaset, kar ve din üçgeninde çıkar ilişkisiyle şekilleniyor. Geçtiğimiz günlerde gazeteci Timur Soykan, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu olan Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G’yi 6 yaşında “müridi” Kadir İstekli ile evlendirdiğini ortaya çıkardı. Ailenin karanlık ve rahat suç işlemeye “elverişli” bir kurum olmasının yanı sıra içine tarikat ve cemaat girdiğinde bu karanlık daha da koyulaşıyor. Birçok kesim ve kadın örgütü bu duruma tepkisini gösterdi; ancak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık bu durumun “siyasete malzeme edilemeyeceğini” belirterek durumun “siyaset üstü bir mesele” olduğunu öne sürdü. Olayın açığa çıkmasının ardından 9 gün sonra açıklama yapan AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise olayın “münferit” olduğunu iddia ederek “suçun şahsiliği” ilkesine atıfta bulundu.
 
Kitleler manipüle edilmeye çalışılıyor
 
Daha önce cemaat ve tarikatlarda yaşanan suçlar ve söz konusu yapıların mevcut durumuna ilişkin sayısız haber yapıldı. Bu kadar teşhir olmalarına rağmen aylar önce yaşamını yitiren İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenaze töreninde tüm devlet erkanı yer aldı ve tören an be an “devletin resmi kanallarından” canlı olarak verildi. Tekrar devlet yetkililerinin açıklamalarına dönecek olursak; bu durumu “siyaset üstü” olduğu iddiasıyla apolitikleştirmek ve sıradanlaştırmak ideolojik bir manevra. Ayrıca, her ne kadar inkar etseler de politik bir meseledir. Bu tür vakalarda, kadına ve çocuğa yönelik işlenen her suçta olayı politik hattın dışına taşımak da, kendi sorumluluklarını bertaraf edip kitleler manipüle edilmeye çalışılıyor. 
 
Sorumsuzluklarını örtbas etti 
 
Mecliste günlerdir devam eden bütçe görüşmelerini cezaevinde bulunduğumuz koğuşta da izliyoruz. Bakan Derya Yanık, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçe teklifi görüşmelerinde kürsüye çıktığı zaman protesto ile karşılandı ve “istifa” sloganları atıldı. Bakan yaptığı konuşmada çocuğun 2020 yılında başvurduğunu, sığınma evinde korunmaya alındığını ancak geçen 2 yıl boyunca bir şey yapmadıklarını itiraf etti. Kendisine yönelik protestoya ise tehditle karşılık verip: Bakanlığın gerçekleştirdiğini iddia ettiği çalışmaları sıraladı. Her gün onlarca kadın katledilirken, yüzlercesi tecavüze, şiddete maruz kalırken; erkek şiddeti karşısında kadınların başvuracakları ve yaşamlarını idame ettirebilecekleri koşullar devreye sokulmazken, Bakan veriler ile ortaya “çok güzel bir tablo” çizdi. Ayrıca istifasını gerektirecek bir durum karşısında Bakanlığı savunup, sorumsuzluklarını örtbas etti. 
 
Uzun süredir yargıdan sağlığa kadar birçok durumda Gülen Cemaati sonrası çeşitli tarikat ve cemaatlerin varlığı gündemde. Bir cemaatin ve tarikatın böyle bir nüfuzunun olması işledikleri suçlar karşısında “bir şey olmayacak” duygusunun yerleşmesine ve bu güçle hareket etmesine, tüm bu suçların artmasına neden oluyor. Söz konusu yapıların mekanları ve yaşam alanlarında intihar, istismar, tecavüz, şiddet ve şüpheli ölümlerin sürekli yaşanması ise nasıl bir vizyona sahip olduklarını gösteriyor. H.K.G sesini duyurabilenlerden yalnızca biri. Ortaya çıkan vakaların yanı sıra, daha ne kötü şeylerin yaşandığını tahmin ettiğimiz bu yerlerde, bu kontrolsüz alanlarda binlerce çocuk ve kadın her gün cehennemi yaşıyor. Daha dün Müslüme Yağal’ın dedesi olan erkek tarafından aile içi tecavüz sonrası katledildi. Dosyaya anında gizlilik ve yayınlanmasına da yasak kararı getirildi. 
 
Çocuğa ve kadına yönelik her suç politik
 
Tecavüzün, çocuğa ve kadına yönelik işlenen her suçun politik olduğu, kadını ve çocuklarla birlikte doğrudan tüm toplumu hedef aldığını vurgulamak gerekir. Bu kuruluşlara “kar amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transfer” adı altında milyonlarca lira aktarıldığı, MEB bu cemaatlerle protokol imzaladığı, yargı failleri koruyan kararlar verdiği, Türkiye’nin her yerinde söz konusu yapıların medreseler aracılığı ile eğitim verdiği ve politikleşen bu durumun “tek başına yalnızca adli” bir olay gibi gösterildiği sürece bu suçlar son bulmayacaktır. H.K.G kendi sesini mücadelesinin sonucu duyurabildi ancak duyuramayan diğer çocuklar yokmuş gibi mi davranılacak. Şimdi siyasetin, yargının ve medyanın bu sesleri her zamankinden daha fazla duyurması gerekiyor.
 
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi F-2 koğuşu