Abdullah Öcalan: Ahlaki ve politik olmayan hakikati bulamaz
- 09:01 11 Ekim 2022
- Güncel
HABER MERKEZİ - İran rejimi tarafından katledilen Jîna Mahsa Amînî’nin ardından “ahlaka” ilişkin tartışmalar yürütülürken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yaptığı değerlendirmeler ahlak kurumuna nasıl bakılması gerektiğini ortaya koyuyor.
İran rejiminin “ahlak polisleri” tarafından Kürt kadın Jîna Mahsa Amînî’nin katledilmesinden sonra Rojhilat’ın Saqiz ve Senendeç’de başlayan eylemler İran kentlerine oradan da tüm dünyaya yayıldı. Rojhilat ve İran kentlerinde haftalardır devam eden eylemler kadın öncülüğünde bir devrim hareketine dönüştü.
İran rejiminin “ahlak” adı altında gerçekleştirdiği katliama ilişkin öfke, tepki ve eylemler devam ederken her yerde alanlara çıkan kadınlar “Jin, jiyan, azadî” sloganı atarken, saçlarını keserek destek veriyor. Jîna’nın “ahlak” bahanesi ile katledilmesi beraberinde “ahlak” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Ahlak söylemi ve kurumunun erkek egemen zihniyet tarafından çarpıtıldığı sık sık ifade edilirken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ahlak kurumunun demokratik toplumun temeli olduğuna ilişkin İmralı’da kaleme aldığı kitaplarında yaptığı değerlendirmelerin de güncelliği bir kez daha ortaya çıktı.
Kapitalist modernitenin temel süreksizleri ve özgün nitelikleri olan kapitalist üretim toplumu, endüstri toplumu ve ulus-devlet toplumuna karşılık, demokratik modernitenin ahlâki ve politik toplum, eko-endüstriyel toplum ve demokratik konfederalist toplum boyutlarının öne çıktığını belirten Abdullah Öcalan, demokratik toplumu aynı zamanda ahlaki ve politik toplum olarak tanımlıyor.
“Ahlâki ve politik toplumu nitelendirmeden önce, özüyle ilgili bir hususu ne kadar tekrarlarsam o kadar yerinde olacaktır” diyen Abdullah Öcalan, ahlâki ve politik toplumun bir yandan iyilik, mutluluk, doğruluk ve güzellik, diğer yandan özgürlük, eşitlik ve demokratiklikle olan özsel ilişkisinin altını çiziyor.
Ahlakın özü
İyilik ve mutluluğun ahlakın özünü ifada ettiğini söyleyen Abdullah Öcalan, devamla şu değerlendirmeyi yapıyor: “Doğruluk hakikatle ilgilidir. Hakikati ahlâki ve politik toplumun dışında aramak beyhudedir. Ahlâki ve politik olamayan, hakikati bulamaz. Güzellik ise estetiğin amacıdır. Ahlâki ve politik toplum dışındaki güzelliği güzellik saymıyorum. Güzellik ahlâki ve politiktir! Diğer üçlü olan özgürlük, eşitlik ve demokrasinin ahlâki ve politik toplumla ilişkisi oldukça çözümlenmiştir. Hiçbir toplum ahlâki ve politik toplum kadar özgürlüğü, eşitliği ve demokrasiyi üretebilme, sağlayabilme gücünde değildir. Birinci derleme hususu ahlâki ve politik toplumun değişebilme ve dönüşebilme kapasitesiyle ilgilidir. Ahlâki ve politik boyut temel varoluş olarak ortadan kalkmadıkça, ahlâki ve politik toplum değişme ve dönüşme kapasitesi en geniş toplum olarak düşünülebilir. Şüphesiz hiçbir toplumda ahlâk ve politika tümüyle ortadan kaldırılamaz. Ama işlevleri son derece daraltılabilir. Örneğin kapitalist modernite toplumunda ulus-devlet tahakkümünde ahlâk ve politika en aza indirgenmiş, hatta yok edilme sınırlarına kadar daraltılmıştır…. Ahlâk ve politikanın sınırlandırılması durumunda toplum değişmiş mi oluyor? Hayır. Tersine daraltılmış, değişimi ve farklılaşması durdurulmuş, hatta homojenliğe zorlanmış ve çok sert bir hukuki statü altında boğuntuya getirilmiş oluyor. Değişim kapasitesi şurada kalsın, kapitalist modernitede tek tip kültür oluşturmak ve vatandaş yetiştirmek için homojenleştirme adı altında değişim daraltılmış, biz öteki ikilemine indirgenmiştir. Görünüşte sanki modern toplum sınırsız bir değişimi yaşıyormuş gibi çok renkli bir görüntü sunulur. Bu tamamen medyatiktir ve propaganda görüntüsüdür. Altındaki gerçeklik tek renklidir; ya griye yakındır ya da karadır. Buna karşılık ahlâki ve politik toplumun çağdaş modernite hali olan demokratik toplum, gerçekten farklılıkları en geniş şekilde yaşayan toplumdur. Demokratik toplumda tek tip kültüre ve vatandaşlığa mahkûm kılınmadan, her toplumsal grup kendi öz kültürü ve kimliği etrafında oluşan farklılıklar temelinde bir arada yaşayabilir. Kimlik farklılaşmasından siyasi farklılaşmaya kadar topluluklar potansiyellerini açığa çıkartıp aktif bir yaşama dönüştürebilir.
Tek renklilik çirkinlik ve sıkıcılıktır
Hiçbir toplulukta homojenleştirilme endişesi yoktur. Tek renklilik çirkinlik, sıkıcılık ve fakirlik olarak görülür. Çok renklilik ise bağrında zenginlik, hoşgörü ve güzellik taşır. Bu koşullar altında eşitlik ve özgürlük daha çok sağlanmış olur. Ancak farklılığa dayanan eşitlik ve özgürlük değerlidir. Zaten ulus-devlet eliyle sağlanmış olan özgürlük ve eşitlik, dünyadaki tüm deneyimlerde de kanıtlandığı gibi ancak tekeller içindir. İktidar ve sermaye tekelleri gerçek özgürlükler ve eşitlikleri vermezler. Özgürlükler ve eşitlikler ancak demokratik toplumun demokratik siyaset tarzıyla kazanılır, öz savunmayla korunur. Belki şu soru sorulabilir: Bir sistem bu kadar farklılığı nasıl kaldırabilir? Buna verilecek yanıt, ahlâki ve politik toplum esasında birliktir. Her birey ve grubun ödün vermeyeceği tek değer ahlâki ve politik toplum olarak kalmaktaki ısrardır. Farklılık için, eşitlik ve özgürlük için tek ve yeterli koşul ahlâki ve politik toplumdur. Demokratik toplum bu tarihsel toplumun modern hali olarak kendini gittikçe daha çok kanıtlamaktadır. (…)”
Ahlakın tahribi toplumun tahribi ile eşanlamlı
Ahlâki toplumun kapitalist modernite koşullarında tarihinin en daraltılmış, işlevsiz bırakılmış, kadük halini yaşadığıni ifade eden Abdullah Öcalan, “Yine tarihin hiçbir döneminde görülmemiş biçimde ahlâki kurallar yerine hukuk kodları yerleştirilir. Burjuvazi sınıf olarak ahlâkı kadükleştirip, kendi sınıf egemenliğini hukuk adı altında en ince ayrıntılarına kadar kodlayarak topluma dayatır. Ahlâki toplum yerine hukuki toplum ikame edilir. Burada çok önemli bir değişiklikle karşı karşıyayız. Tarihte de hukukileştirme çabalarına rastlanır. Ama hukuk hiçbir dönemde burjuva modernitesinde olduğu kadar ayrıntıya boğulmamıştır. Aslında gerçekleştirilen şey hukuk adı altında sınıf tekelciliğidir, hukuk tekelciliğini yaratmaktır. Toplum gibi son derece karmaşık bir doğayı hukukla yönetmek mümkün değildir. Şüphesiz adil olmak kaydıyla hukukun yeri vardır; bu anlamıyla hukuk vazgeçilmezdir. Fakat pozitif hukuk adı altında devletçe topluma dayatılan adil hukuk değil, hukuka içerilmiş hâkim sınıf ve ulus tekelciliğidir, ulus-devlet kuralcılığıdır. Ahlâkın tahribi toplumun tahribiyle eşanlamlıdır.
Ahlak ilkesine yer vermeyen toplumun sürdürülebilirliği olmaz
Olup bitenler bu gerçeği doğrulamaktadır. Bugün ABD veya Rusya toplumları gibi gözde toplumlar bir saat bile statükosuz, resmî hukuk kuralları olmadan kendilerini yaşatamazlar. Bunalım dönemlerinde zaman zaman rastladığımız gibi, resmi hukuk olmadan toplum vahşet alanına döner. Aslında bu durum bir gerçeği ifade eder. Ulus-devleti toplumun gözeneklerine kadar dayatılmış savaş hali olarak tanımlamıştık. Bu gerçek bunalım dönemlerinde, krizlerde açıkça kanıtlanır. En büyük kriz potansiyelini resmi hukuk toplumları taşır. Bunun nedeni de ahlâki ilkeden yoksunluğudur. Eğer çevre felaket boyutlarında kriz yaşıyorsa, bunun nedeni ahlâki boyutun yoksunluğuna karşılık, çevre hukukunun da henüz geliştirilmemiş olmasıdır. Kaldı ki, çevre hukukla da korunacak bir konu değildir, çünkü sonsuzdur. Hukuki etkinlikler ise son derece sınırlıdır. Dolayısıyla ekolojik sorunun temelinde ahlâki toplum ilkesinden düşüş yatar. Ahlâki toplum ilkesine hak ettiği yeri vermeyen bir toplumun ne iç bünyesinde ne de çevresinde sürdürülebilirliği kalmıştır. Güncel gerçeklik bunu çok iyi açıklıyor” değerlendirmesi yapıyor.