‘Nagihan ile bir düşünce, kültür ve inanç katledilmeye çalışıldı’
- 09:05 6 Ekim 2022
- Güncel
Şehriban Aslan
DİYARBAKIR - Jineoloji Dergisi Sayı Editörü avukat Ruşen Seydaoğlu, Nagihan’ın katledilmesiyle aynı zamanda bir düşünce sistematiği, kültür, inanç ve iddianın da katledilmeye çalışıldığına dikkat çekerek, “Süleymaniye’de katledildiği yerde o kütüphaneyi açmak, tüm evleri, tüm sokakları birer Jineoloji araştırma merkezine dönüştürmek gibi bir sorumluluğumuz var” dedi.
Jineoloji Araştırma Merkezi üyesi ve Jineoloji dergisi editörü gazeteci ve akademisyen Nagihan Akarsel, Federe Kürdistan Bölgesi’nin Süleymaniye kentinde iki gün önce uğradığı silahlı suikast sonucu katledildi. Nagihan’ın katledilmesinin ardından Kürdistan, Türkiye ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinden kadınlar alanlara çıkarak faillere işaret etti. Kadınlar Nagihan’ın bir Kürt kadını olarak neden hedef alındığını bildiklerini belirterek, Nagihan’ın bıraktığı mücadeleyi devralacaklarını vurguladı.
Jineoloji Dergisi Sayı Editörü avukat Ruşen Seydaoğlu da Nagihan Akarsel’i ve mücadelesini anlattı.
'Duygunun, düşüncenin ve anlamın bütünlüğünü ortaya koymuştu'
Nagihan’ın, Jineoloji çalışmalarının en başından beri yer aldığını ve sadece dergi boyutuyla değil araştırma merkezi ve akademi boyutuyla da bu alanı sürekli beslediğini söyledi. Ruşen, “Kendisi zaten özgür basın geleneğinden gelen, o mücadelenin ve alanın öncülerinden biriydi. Kendisini takip edenler bilir; duygunun, anlamın, düşüncenin bütünlüklü nasıl ele alınacağını yazılarıyla, düşünce sistematiğiyle ortaya koymuş bir arkadaştı. Ortaya çıkardığı eserlerin, kurduğu cümlelerin, oluşturduğu politikanın bütün dünyaya,dünya kadın hareketlerine başta Kürt kadın hareketi olmak üzere bir ruh olarak yayıldığını, varlığını koruduğunu düşünüyorum" dedi.
‘Ulus devletler işbirliği ile Nagihan’ı katlettiler’
Kadın katliamlarının politik olduğunu ve siyaset içerisinde öncülük yapan, bir aklı temsil eden kadınların hedef alındığını vurgulayan Ruşen, "Son yıllarda çok spesifik olaylarla karşılaştık. Elbette bunlar münferit ve tesadüf değil. Dünyada yükselen bir kadın mücadelesi var. Bu mücadelenin sistemsel olarak; erkek egemen sistem karşısında kadın sistemini inşa etmeye çalışan bir yaklaşımı var. Bundan kaynaklı bu siyasi bir suikast. Ulus devletler kendi aralarında bir işbirliği yaptılar ve Nagihan’ı haince ve alçakça katlettiler. Bu özel savaş politikasıdır. Çünkü sadece bir kadın katledilmiyor. Bir düşünce sistematiği, bir kültür, bir inanç, bir iddia katledilmeye ve ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Sakinelerde, Sevêlerde olduğu gibi… Jina’nın katledilme biçiminde olduğu gibi. Molla rejimleri, patriyarka ve kapitalist sistem üretim biçiminden düşünüş biçimine kadar bir bütün olarak kadınların kimliğini, inancını ve kültürünü hedef alıyor. Burada da korku yaratmak, panik yaratmak için yapıyorlar. Bunu yaparken de öncü kadınlara, cesur kadınlara, düşünen, üreten, kadın hakikatini ortaya çıkaran kadınlara yöneliyorlar" diye konuştu.
‘Jin jiyan azadi sloganı dünyanın her yerinde’
“Kürt kadın hareketinin geçtiği yollardan cesareti de hesaba katarsak; dünyayı başka türlü düşünebilme, günü kurtarma algısıyla değil, tarihsel kökenlerimize gitmek, oradaki deneyimleri yeniden gözden geçirmek ve bunlardan çıkarttığımız sistemsel bir dönüşüm sağlamak” diyen Ruşen, “Kürt kadın hareketi çok uzun yıllardan beri bunu ifade eden, bunun ete kemiğe dönüşmüş bir modeliydi. Ve bunu Kürt kadınları sadece kendileri için önermedi. Bu iddiayı dünya kadınları için önerdi. Yani kadınların demokratik dünya konfederalizm iddiası, yerelden enternasyonale, evrensele dediğimiz, dünyayı sarıp sarmalayacak yeni bir aklın ortaya çıkması; Jineolojisiyle, komünleriyle, meclisleriyle, kadın akademileşmesiyle dünyayı yeniden kurtaracak kurucu bir güç olarak kendini yeniden ortaya koydu. Jin jiyan azadi sloganın dünyanın her yerinde atılmasının da bir sebebi budur” ifadelerini kullandı.
‘Bir saç telimizi bile kurban edecek sabrımız kalmadı’
Her ulus devletin başka türlü bir politikası olduğuna dikkat çeken Ruşen, İran’da molla rejimi üzerinden kadınlara kurallar dayatıldığını söyledi. Kadınları başörtüsüne hapsetme ve toplumsal alandan koparmanın aynı zamanda bir itirazı beraberinde getirdiğine dikkat çeken Ruşen, “Bu Afganistan’da başka bir ölçüyle oluyor. Türkiye’de özel savaş politikalarıyla ve farklı biçimlerde oluyor. Fakat şunu ifade etmek lazım; bir saç telimizi bile artık erkek egemen sisteme kurban edecek sabrımız, kalmadı. Direnmekten başka hiçbir yolun olmadığını biliyoruz. Nagihan ,Jina ,Sakine, Sevê arkadaşların hayatı nasıl gördüklerini yeniden hatırlamak gerekir. Bu anımsamayla beraber mücadeleye kaldığımız yerden devam etmek lazım. Jin, jiyan, azadi sloganı bütün dünyanın sloganı haline gelmesi bu sloganın ardındaki sistem iddiası, alternatif yaşam iddiasıdır” diyerek belirtti.
‘Bu kadar aklın bir araya gelmesine tahammül edemediler’
Ruşen, Nagihan’ın katledilmesi sonrası Diyarbakır’da gerçekleştiren eyleme dönük polis saldırısını da hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Nagihan’a ilişkin eylemler her yerde vardı. Katledilen arkadaşımız, yoldaşımız için son derece şiddetsiz, toplumsal refleksimizi gösterebileceğimiz ve Jineoloji ile TJA öncülüğünde bir eylem gerçekleştirdik. Sonrasında yürüyüş gerçekleştirmek istedik. Önce ablukaya alındık. Aramızdan bazılarını resmen parçalamak istercesine gözaltına aldılar ve gücü dağıtmaya çalıştılar. Orada hukukçular, siyasetçiler, gazeteciler ve emekçiler vardı. Bu kadar kadının, kadar aklın bir araya gelmesine tahammül edemediler. Sadece Türkiye’de değil dünyada bir kriz sıkışmışlık var. Erkek egemen sistemlerin, ulus devletlerin, politikasızlığı yönetmeme hali var. Bu noktada zora ve şiddete yükleniyorlar. Parçalamaya çalıştıkları için kadınlar olarak o alandan hep beraber çıkmaya karar verdik. Bunun akabinde gözaltılar oldu arkadaşlar sonrasında bırakıldı. Fakat hem içeride hem de çemberin dışında Nagihan’ın katledilişinin protestosuna sahip çıkanlardı. Tikel olarak Ayşe, Fatma, Ruşen değildi orada Nagihan’ın katledilmesini protesto ettiğimiz için dışarıda da o güç, direniş devam etti.”
Kütüphaneyi açmak gibi bir borcumuz var
Kazanmanın bir kerede olup biten bir olgu olmadığına dikkat çeken Ruşen, “O enerjiyi, o direniş gücünü her yere, her akla her eve taşımak gerekir. Zaten Nagihan katledilmeden önce bir süredir inanılmaz bir emek verdiği, hayalini kurduğu, çabası içerisinde olduğu, bir Kürt kadın eserleri kütüphane projesi vardı. Süleymaniye’de katledildiği yerde o kütüphaneyi açmak gibi bir borcumuz var. Hem mücadeleye hem de Nagihan’a bu borcumuz var. Tüm evleri tüm sokakları birer Jineoloji araştırma merkezine dönüştürmek gibi bir sorumluluğumuz var. Biz Nagihan’ın ve mücadelesinin böyle canlı kalabileceğine inanıyoruz. Aklımızla, bedenimizle, ruhumuzla bu mücadeleyi güçlendirip, sürdüreceğiz” dedi.