Karaburun Bilim Kongresi'nde İstanbul Sözleşmesi ve sonrası konuşuldu
- 17:35 16 Eylül 2022
- Güncel
İZMİR -16’ıncı Karaburun Bilim Kongresinin ikinci gününde "İstanbul Sözleşmesi'nin İptali Sonrası Mücadele Alanları ve Politika Önerileri" başlığı konuşuldu.
İzmir'de Tarihi Havagazı Fabrikası’nda başlayan 16. Karaburun Bilim Kongresi, ikinci gününde devam etti. Kongrede bugün A3 oturumunda "İstanbul Sözleşmesi'nin İptali Sonrası Mücadele Alanları ve Politika Önerileri" başlığı altında tartışmalar yapıldı. Moderatörlüğünü Eser Kökler'in yaptığı oturumda, akademisyenler Nur Betül Çelik, Ülkü Doğanay, Hatice Çoban Keleş, Elif Bozkurt ve aktivist Burcu Narin birer sunum gerçekleştirdi.
‘Üniversitelerde toplumsal cinsiyet konulu her şey kaldırıldı’
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı (AĞ-DA) kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ve raporlar kapsamında ışığında gerçekleştirilen sunumda söz alan KHK'Lİ akademisyen Nur Betül Alda, üniversite bünyesinde İstanbul Sözleşmesi'nden doğru akademide ve sivil toplum kuruluşlarında oluşan kurumların OHAL ve sonrasında erozyona uğradığını ifade ederek, KHK ile veya farklı şekillerde akademiden uzaklaşan 158 akademisyene ulaştıklarını söyledi. Bunlardan 90 akademisyene geri dönüş sağladığını dile getiren Nur, "Akademisyenlerin kaybı çok büyük sorun. Anabilim dallarında kadın çalışmaları alanlarında çalışan akademisyenler dışarıda kaldı ve bu alanda çalışan emek gücü kaybı yaşandı. Pratik ve teori bir aradaydı. 8 Mart etkinlikleri azaltıldı. 2014 yılında üniversite web sitelerine konan cinsiyeçi tutum belgesi, 2019'da sayfasından kaldırıldı. Çeşitli birimler oluşturmasını, cinsel tacizi engelleme birimleri bir anda bıçakla kesilip atıldı. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, kriminal bir kavrama dönüştü" diye konuştu.
‘Toplumsal cinsiyet kavramı kriminalleştiriliyor’
Toplumsal cinsiyet kavramının kriminalleştirilirken, bazı yerlerde ise içinin boşaltıldığını söyleyen Nur, "Hala kalan kurumların çalışmaları müsamerelere dönüştürülmüş durumda. Vali erkeanı geliyor. Kıyafetleri bile eril, erkekleşmiş kadınlari kadınlığı analık çerçevesinde sıkıştırılıyor. Aile içi şiddeti önleme eylem planları kayyım atanan illerde farklı şekillerde işliyo" dedi.
‘Otoriter rejimlerin İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkması olağan’
Akademide tahakküm ile mücadelenin de zorlaştığını belirten akademisyen Ülkü Doğanay, İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasına dair ise muhafazakar İslamcı otoriter yönelimleri olan yönetimlerin sözleşmeye karşı olmaktan başka yolu olmadığını sözlerine ekledi. Sözleşmeye sahip çıkmanın bir hak mücadelesi olduğunu vurgulayan Ülkü şöyle devam etti: “Çünkü ev içi şiddete maruz kalan herkesi koruma altına alıyor ve devlete bütünlüklü politikalar yürütmeyi yüklüyor. Önleme koruma ve geliştirme yükümlülüğü veriyor. Ev iç şiddetin eşitsiz güç organizasyonu olduğunu, tarihten gelen bir durum olduğunu, söyleyen toplumsal cinsiyet eşitsizliğini baz alan bir sözleşme. Ataerkiye karşı çıktığı için sağ popülistlerin hedefine oturdu. Medya alanında kadın haklarına saygılı hükümlülükler koyuyor ve bunu uygulamaya teşvik etmekle sorumlu kılıyor, bütün şiddet türlerini kapsıyor ve taraf devletleri tedbir alırken ayrımcılık yapmamakla yükümlü kılıyor."
‘Medya ve iktidar birlikte’
Akademisyen Hatice Çoban Keleş ise toplumsal cinsiyet eşitliği dayanışma ağı kapsamında 23 Mart 2021’dan sözleşmenin fesih kararının sonrasına kadar medya taraması gerçekleştirdi. Basın dilinin ve üretilen haberlerin sözleşmenin altını oymakla işe başladığını dile getiren Hatice, “İktidarla organik bağı olan medya ile araştırmaya başladık. Hangi gerekçeler ve meşrulaştırma gerekçeleri kullandıklarını bulmaya çalıştık. 28 Aralık 2018 toplumsal Cinsiyet Eşitliği Geliştirme' kapsamında proje uygulatıyordu. Bakanlık 2018’de projeye devam ediyoruz diyor ve kıyamet kopuyor. Bazı akademisyenler bu aile yapımıza terstir, milli değerlerimize aykırıdır demesiyle başlıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği MEB’den kaldırılıyor. Yekta Saraç, üniversitelerden tutum belgesini kaldırıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği değil 'adaleti' şeklinde değiştiriyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hutbesinde ise kırılmayı başlatıyor. 3 Temmuz 2020 sonrasında da sözleşme kaldırılıyor” sözlerine yer verdi.
‘6284 sayılı yasa ve CEDAW hedefte’
6284 sayılı yasa ve CEDAW’ın da tehlikede olduğunu kaydeden Hatice, giderek ailenin yok edildiği söylemlerine yer verilerek sözleşmelerin hedefe konduğunu dile getirdi. Hatice, “Şiddetin gerekçesi olarak erkeğin uzaklaştırma kararı, nafaka vermesinin şiddeti artırdığını söylüyorlar. Tehlike metaforlarıyla sözleşme yan yana getiriliyor. Aileye, İslam’a, cinsiyet kimliğine tehdit olarak görülüyor” dedi.
‘İktidar karşıtı olmak hegemonik değerlere karşı olmak demek değil’
Hatice son olarak muhalefetin de tutumunun yetersiz olduğuna işaret ederek, “İktidar karşıtı olmak hegemonik değerlere karşı olmak anlamına gelmiyor. Sözleşme bir turnusol gibi. Bu konuya geldiğinde suskunluk oluyor. Hegemonik toplumsal cinsiyet normlarına gerçekten karşı mıyız?” diye belirtti.
‘Muhalefet partileri'
KAOS GL yazarlarından Burcu Narin ise, "Otoriter Cinsiyet Rejiölerine Karşı Direniş; İstanbul Sözleşmesinin Rolü" adıyla sunum gerçekleştirdi. LGBTİ+’Ların şeytanlaştırıldığını söyleyen Burcu, “LGBTİ+ dernekleri ve kadın dernekleri kapatılıyor. Raporda önerilerde bulunduk. Sözleşmeden çekilmenin hukuksuzluğuna vurguda bulunması önemliydi. Muhalefet partilerinin sorumluluk almaları zorlaştı. LGBTİ+’larla yan yan gelmek istemediler ve kriminalize olmak istemediler. LGBTİ+larla protokol imzalayan belediyeler şimdi telefonları açmıyor. Kent Konseylerinde var olmak önemli olmaya devam ediyor” ifadelerine yer verdi.
‘Kadına yönelik asıl şiddet verilerinin açıklanması yasak’
Şiddete uğrayanlar, yurt, barınma evinin mevcudiyetine dair bir çalışma da yaptıklarını paylaşan Burcu, “KCDP bir çetele tutuyor. Bu çetelede sadece gazetelerde çıkan veya sahada karşılaşılan veriler var. Ev içi şiddete dair güvenilir bir veri yok. TÜİK izinsiz istatistik açıklayanları dava açacağını söyledi. Birçok savunucu, ona dahi saldıracak noktaya geldi. Kapsamlı sosyal hizmet çalışması çok önemli. Dil konusunda da iktidarın söylemi dönüştürülmeli. Sığınmacı kadınların yaşam hakkı savunulmalı” şeklinde konuştu.
'Küresel örgütlenmelere karşı ortak mücadele’
Akademisyen Elif Bozkurt, "Otoriter Cinsiyet Rejimlerine Karşı Direniş, İstanbul Sözleşmesi'nin Rolü” başlığı ile sunum gerçekleştirdi. Macaristan, Polonya, Türkiye gibi sözleşmenin uygulandığı otoriter ülkelerde yaşamış olan akademisyen ve aktivistleri kapsayan AĞDA Raporu'nda küresel kadın hareketinin kazanımlarına karşı toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin güçlendiğini ortaya çıkardığını belirten Elif, Rusya, Polonya, ABD, Hindistan gibi birçok ülkede de durumun aynı olduğunu dile getirdi. Elif, “Uluslararası kurumlarda dahi dini kurumların söylemleri toplumsal cinsiyet rejimlerini şekillenmesinde etkili oluyor. Ailenin parçalanacağı söylemi toplumu muhafazakar dizayn etmenin yapıtaşı. Buna karşı uluslararası direniş oluşturmak, bu direnişe karşı oluşan küresel örgütlülüklere karşı feminist ve LGBTİ+ hareketlerle ortak hareket etmek gerekiyor” dedi.
‘Toplumsal cinsiyet eşitliği tartışmaların merkezine alınmalı’
Otoriter ülkelerde yapay bir korku ikliminin yaratıldığını yapay güvenlik sorunları inşa edildiğini ifade eden Elif, halihazırda iklim krizi, göç dalgaları yaşanırken muhafazakar milliyetçi hükümetler sözleşme hakkında akıl dışı söylemler oluşturarak güvensizlik ortamının oluşturulduğunu sözlerine ekledi. Elif son olarak, “Bu ülkelerde sözleşmeye hazırlık olarak farklı sözleşmeler hazırlanıyor. Muhafazakar anlaşma durumlarında şiddete, toplumsal cinsiyet eşitliği karşısında cesurca uluslararası örgütlenme şeklinde cevap vermelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun tartışmaların merkezine alınması gerekiyor. Feministler arasındaki farklılıkların dikkate alınması ve LGBTİ+'lar arasında köprülerin kurulması gerekiyor” diye konuştu.
Kongre, soru cevap şeklinde sona erdi.