Dicle Müftüoğlu: Kara bulutlar gökyüzünü kaplamadan toplum aydınlatılmalı

  • 09:06 7 Şubat 2024
  • Güncel
 
Zelal Bİlgin
 
ANKARA - Sincan Cezaevi’nde tutsak olan DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, yaşanan gelişmeleri değerlendirerek  gazetecilere “Kara bulutlar tümden gökyüzünü kaplamadan ortadaki tüm haksızlık ve ihlalleri görüp buna göre bir yayın politikası işleyip toplumu aydınlatması gerekiyor gazetecilerin” mesajı verdi. 
 
Hakikati, çarpıtılan tarihi gerçekleri anlatmaya, yazmaya çalışan bir yandan da umudu inşa etmeye çalışan herkes hedef alınmış durumda. Güvenlikçi politikaların sistem dışı tüm aktörlerin “terörist” olarak ilan edildiği bir atmosferdeyiz. Cezaevleri sol sosyalist çevreler, Kürtler, kadın aktivistler, özgür basın emekçileri için inşa edilmiş gibi. Örgütlü bir şiddet ve kötülüğün kıskacında doğruyu söylemekten vazgeçmeyenler soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalarla sindirilmeye çalışılıyor. Koşullar ne olursa olsun direnmeye, yazmaya, hakikati açığa çıkarmaya çalışanlar karanlığa ışık tutmaya devam ediyor. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eşbaşkanı (DFG) ve Mezopotamya Ajansı Editörü (MA) Dicle Müftüoğlu da bunlardan biri. Dicle, 29 Nisan 2023 tarihinde gözaltına alınan, 15 saat elleri kelepçeli bir şekilde ringle Ankara’ya getirilen, dört gün süren gözaltı sonrası 3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanarak Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne konuldu.
 
Sincan Kadın Kapalı Cezazevi’nde tutsak olan Zelal Bilgin 10 aydan bu yana tutsak olan Dicle ile tutuklanması ile sonuçlanan süreci, gazetecilere yönelik baskıları, Kürt sorunu, tecridi ve tüm bunların nedenini konuştu. 
 
“Tekçi bir anlayışa sahip olan iktidar bir nevi Türkiye geneline tüm basın yayın kuruluşlarında da “tek yayın yönetmeni” olarak ilerlemek istedi. Buna karşı duran tüm gazeteciler hedef alındı, alınmaya devam ediliyor. Söz konusu Kürtler, kadınlar, özgürlük arayışçıları olunca da baskı artıyor. Özet olarak hakikatten korktukları için baskı uyguluyor.”
 
 *Basına yönelik ciddi bir baskı var. Siz de bu baskıları yoğun çok bir şekilde yaşıyorsunuz. Bu baskıların nedeni nedir?
 
Basına yönelik baskılar elbette Türkiye ile sınırlı değil. Ezen, ezilen ilişkisinin olduğu, özne-nesne ayrımının olduğu her alan için “hakikat” hem en kıymetli ışık hem de en korkulan, gizlenmesi gereken şey olarak görülüyor. Türkiye'de de kuruluş tarihinden itibaren böyle bir durum söz konusu. Bir halka yönelik tehcir soykırım üzerinde inşa edilen bir ülke egemenliğini koruyabilmek için işe önce hakikati düşürmekle başlamış. 100 yıllık tarih de bununla sürdürülmek istenmiş. Gazeteciler ise mesleklerinin verdiği sorumlulukla hareket ettikleri durumda iktidarın hedefinde olmuştur. 30 yılı aşan özgür basın geleneği de bu ülkenin en büyük hakikatine yani Kürt sorunu başta olmak üzere özgürlükler sorununa ışık tuttuğu için bu baskıların boyutu artmıştır. 50'yi aşkın şehidi, bombalanan bürolarıyla Türkiye tarihinde en büyük baskıya maruz kalan hakikat arayışçılarından olmuştur. Özgür basın bu baskı hali her iktidar döneminde şekil-biçim değiştirdiği gibi AKP iktidarında da şekil biçim değişti. AKP, iktidarını sağlamlaştırmak için basını yanın organını kapatarak bunu sürdürdü. Tekçi bir anlayışa sahip olan iktidar bir nevi Türkiye geneline tüm basın yayın kuruluşlarında da “tek yayın yönetmeni” olarak ilerlemek istedi. Buna karşı duran tüm gazeteciler hedef alındı, alınmaya devam ediliyor. Söz konusu Kürtler, kadınlar, özgürlük arayışçıları olunca da baskı artıyor. Özet olarak hakikatten korktukları için baskı uyguluyor.
 
“Sahada haber toplayandan, bunun editörlüğünü yapandan, yasaklanan bir gazeteyi dağıtana kadar büyük bir emeğin sahibi olanlara özgür basın şehitleri tüm zorluklar karşısında nasıl bir yol yürümemiz gerektiğini pratikleriyle ortaya koydular.”
 
*Koşullar ne olursa olsun mesleğinin icra etmeye devam ediyorsunuz. Bu motivasyonun kaynakları nelerdir?
 
Gazetecilik mesleği bu işi içselleştirmiş bir kişi için bir yaşam biçimine dönüşüyor. Nerede olursanız olun, etrafınızdaki her şeye haber gözüyle bakarsınız. Zor koşullar bu mesleğin yapılış biçimini elbette etkiliyor. Daha zorlu bir şekilde haberinizi oluşturuyorsunuz, kaynağa ulaşmak zorlu oluyor ya da böylesi bir ortamda bunu yayına ulaştırmak bile başlı başına bir sıkıntı olabiliyor. Ancak derdiniz duyulmayanı duyurmak, görülmeyeni göstermek ise buna imkân yaratabiliyorsunuz. İçinde bulunduğumuz cezaevleri Türkiye’de birer işkence merkezine dönüşen bu alanda tutsaksanız dışarının tecrit koşulları nedeniyle az bilgiye sahip olduğu biz olana dair bilgiyi topluma iletmekle yükümlüsünüz. Yine özgür basın geleneğinin 30 yılı aşan direnme hali halka hakikati ulaştırabilmek için canlarını ortaya koyan her bir gazeteci, özgür basın şehidi temel motivasyon kaynağım. Sahada haber toplayandan, bunun editörlüğünü yapandan, yasaklanan bir gazeteyi dağıtana kadar büyük bir emeğin sahibi olanlara özgür basın şehitleri tüm zorluklar karşısında nasıl bir yol yürümemiz gerektiğini pratikleriyle ortaya koydular. Buradan bir kez daha Gurbetelli Ersöz, Musa Anter, Yılmaz Yakut, Nagihan Akarsel, Deniz Fırat ve adını sayamadığım tüm öncülerimizi anıyorum.
 
“Polis-yargı bana neden gazetecilik yaptığımı soruyor. Daha doğrusu gazetecilik yaptığım için beni cezalandırmaya çalışıyor. İddianamenin hukuki anlamda elle tutulur bir yanı yok.”
 
*Size isnat edilen suçlamalar neler? Tutuklanma sürecinize kadar yaşananları anlatır mısınız?
 
Hakkımdaki iddianame diğer Kürt gazetecilerinkinden çok farklı değil. İşin özü polis-yargı bana neden gazetecilik yaptığımı soruyor. Daha doğrusu gazetecilik yaptığım için beni cezalandırmaya çalışıyor. İddianamenin hukuki anlamda elle tutulur bir yanı yok. Zaten son 1 yılda Kürt gazetecilere yönelik baskı hali tutuklama operasyonlarına dönüştürülmüştür. 1 yılda benim de aralarında bulunduğum 30'u aşkın gazeteci tutuklandı. Amed’te 29 Nisan’da gözaltına alınarak 15 saatlik kelepçeli bir otobüs yolculuğuyla Ankara’ya getirildim. 4 günlük gözaltı ardından da 3 Mayıs Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklandım. Savunmamızı dinlemeyen savcı-hakim gerçekliğiyle karşı karşıya kaldık. Kararın çoktan verildiği bir durum 7 ayı bulan iddianame süreci de hukuksuzluğun bir başka boyutuydu. İddianame süreci de hukuksuzluğun bir başka boyutuydu. İddianamenin bizzat polisin hazırladığı fezlekeden ibaret olduğunu görülen her iki duruşmada da heyetin kararla geldiği bir durumda 9 ayı aşan bir tutsaklık süreci yaşıyorum.
 
“Kelepçeli muayene dayatması, sağlık hakkının yok sayılması, temel ihtiyaçlarınıza engel ve kota konulması, koğuş baskınları, gardiyanların keyfi yaklaşımları gibi birçok ihlale maruz kaldım. Tıpkı buradaki ve diğer cezaevlerindeki tüm tutsaklar gibi.”
 
*Cezaevlerindeki hak ihlallerini de sıkça yazdınız. Şimdi cezaevindesiniz yaşadığınız hak ihlalleri nelerdir?
 
Haberini yaptığımız alanlardan biri oldu cezaevleri. Tabi bilgi edinme noktasında sıkıntı yaşadığımız alanların başında geliyordu. Bu anlamda tutuklanınca bu durumu çok daha net anlayabiliyorsunuz. Dışarıda görülenin onlarca katı olan bir tecrit söz konusu ve bu nedenle dışarıya bilgi akışının olmadığı alanlardan biri. Maruz kaldığım ihlallere gelecek olursak sanırım saymakla bitiremeyeceğimiz bir durum söz konusu ancak tutuklanmanın,  hapsedilmenin kendisi başlı başına büyük bir işkence. Kelepçeli muayene dayatması, sağlık hakkının yok sayılması, temel ihtiyaçlarınıza engel ve kota konulması, koğuş baskınları, gardiyanların keyfi yaklaşımları gibi birçok ihlale maruz kaldım. Tıpkı buradaki ve diğer cezaevlerindeki tüm tutsaklar gibi.
 
“Kampanyanın sloganının da aslında birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu da açık. 15 yıldır sahada çalışan bir gazeteci ve Kürt kimliğimle görebildiğim ve okuduğum tablo bana bunu gösteriyor. Sayın Abdullah Öcalan'a yönelik mutlak tecrit ve iletişimsizlik halinde hem Kürt sorunundaki kangrenleşme hali hem de Türkiye’nin günden güne karanlığa gömüldüğünü görüyoruz.”
 
*Cezaevleri her dönemde yaşanan hak ihlallerine karşı bir tutum belirliyor. 27 Kasım 2023 itibariyle de “Abdullah Öcalan'a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? İki talebin birbiriyle bağlantısı nedir?
 
İktidar kendisine muhalif, karşısında duran, mücadele eden, söyleyebilecek sözü ve paradigması olanları hapsederek etkisizleştirmeye çalışır. Tutsak edilen ise mücadelesinin, sözünün bitmediğini, hapsedilemeyeceğini hem duruşu hem de eylemiyle ortaya koyar. Yıllardır birçok kritik sürece dair mücadele eden alanların başında cezaevleri gelmiştir. Seslerini, dört duvardan aştırarak dünyaya duyurmuştur. Bu günkü açlık grevinin hem bunun bir devamı olduğunu hem de dışarıdaki demokratik kamuoyunun harekete geçmesi bakımından önce bir hamle olduğunu söyleyebilirim. Kampanyanın sloganının da aslında birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu da açık. 15 yıldır sahada çalışan bir gazeteci ve Kürt kimliğimle görebildiğim ve okuduğum tablo bana bunu gösteriyor. Sayın Abdullah Öcalan'a yönelik mutlak tecrit ve iletişimsizlik halinde hem Kürt sorunundaki kangrenleşme hali hem de Türkiye’nin günden güne karanlığa gömüldüğünü görüyoruz. Sorunun çözümüne dair 10 yıldır farklı tarihlerde ve biçimlerde uygulanan “güvenlikçi” politikalarla yol açılmadığı, Sayın Abdullah Öcalan ile kurulan diyalog sürecinde yani onun sözünün dışarıya ulaştığı kısa dönemde bile yaşanan ferahlama hali bile başlı başına durumu ortaya koyuyor. 2013-2015 yıllarında yapılan “diyalog” sürecinde de görüldü ki tecridin kaldırılması yeterli değil ve Sayın Abdullah Öcalan’ın çözüm noktasında aktif rol oynayabileceği şartlar oluşmalı bu da ancak özgürlük hali ile mümkündür. Bir gazeteci olarak takip edebildiğim ve yaptığım okumalar üzerinden de değerlendirdiğimde Sayın Abdullah Öcalan'ın paradigması dışında başka kimsenin demokratik bir çözüm önerisi de yok. Bu nedenle eylemin şiarının her iki sloganı da birbiriyle direkt bağlantılıdır.
 
“Böylesi bir süreçte eylemde olmak özgürlüğü, demokrasiyi, kadın yaşamını, gençlerin geleceğini, gazeteciliği, özgür basını sahiplenmek anlamına geliyor.”
 
*Siz de şu anda hissettiğiniz duyguları, neden açlık grevinde olduğunuzu anlatabilir misiniz?
 
Öncelikle böylesi bir sürece dahil olmak önemli ve heyecan verici. Cezaevlerindeki her bir Kürt siyasetçi, yurttaş ve gazeteci aslında genel anlamda muhalifin dört duvar içine hapsedilmesinin ona nedeni Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarıdır. Bu da tecrit politikasında kaynağını alıyor ve sorun daha da büyüyor. Bu anlamda böylesi bir süreçte eylemde olmak özgürlüğü, demokrasiyi, kadın yaşamını, gençlerin geleceğini, gazeteciliği, özgür basını sahiplenmek anlamına geliyor.
 
*Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin belirlenen politikalar üzerinde bir etkisi var mıdır? Bu etkiler nelerdir?
 
Var olan koşullara baktığımızda Türkiye’deki tüm politikaların merkezinde İmralı tecridi duruyor. Aldığımız havadan, sokağa, evlere yansıyan ekonomik krize, kadına yönelik katliama ulaşan cinayet ve eşitsizlik politikasına, gençlerin uyuşturucu ve fuhuş batağına çekilmesi, basına yönelik baskı, ifade özgürlüğünün yok denilecek aşamaya getirilmesinin, doğanın katledilmesine sanat alanındaki yasaklamalara kadar hayatımızı daraltan her şeyin kaynağında Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve tecrit politikası yer alıyor. İşin özü tüm yaşamımız tecrit politikası üzerinden belirleniyor.
 
“Tüm gazetecileri de cezaevlerindeki ihlalleri yazmaya ve devam eden açlık grevlerinin taleplerini görünür kılmaya çağırıyorum.”
 
*Son olarak dışarıya vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Özelde meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?
 
Bizler cezaevinde esir tutulan kişileriz ancak iktidarın tüm politikaları Türkiye’yi her gün kuralları daha da sıkılaştıran bir cezaevine dönüştürüyor. Bu durumları da ancak bu politikalara karşı ortak mücadele ederek yıkabiliriz. Tüm gazetecileri de cezaevlerindeki ihlalleri yazmaya ve devam eden açlık grevlerinin taleplerini görünür kılmaya çağırıyorum. Var olan baskıyı fiziki olarak üzerinizde hissetmiyorsanız da bu atmosferdeki özgürlükleri yok eden kara dumanın büyümesinin ana nedeninin büyük suskunlar olduğunu yani kötü uygulamalara ses çıkarılmaması olduğunu vurgulamak isterim. Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin, Anayasa’nın çiğnenmesinin tartışıldığı bu günlerde iktidarın Kürtlere, kadınlara yönelik politikalarına sessiz kalanlardan güç aldığını görmek gerekiyor. Bu nedenle kara bulutlar tümden gökyüzünü kaplamadan ortadaki tüm haksızlık, ihlalleri görüp buna göre bir yayın politikası işleyip toplumu aydınlatması gerekiyor gazetecilerin.”