2020’de direnenler: Emeğine sahip çıkmak için mücadele dolu bir yıl
- 09:01 26 Aralık 2020
- Emek/Ekonomi
Habibe Eren
ANKARA - Yıl boyunca kadın işsizliğinin krizin yönetilememesi ile artarak devam ettiğini söyleyen KESK Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, “Yaşadığımız sorunları toplumcu bakış açısıyla sorgulamak ve çözüme dair bütünlüklü bir perspektifle hareket etmek gerekiyor. Çıkışı kendini dayatan sistemin yeni normalinde değil, yeni bir toplumsallıkla yakalayabiliriz” dedi.
Türkiye’de ekonomik kriz her geçen yıl derinleşirken Türkiye’de ilk kez mart ayında görülmeye başlanan koronavirüs (Covid-19) salgını ile birlikte ekonomik kriz yerini, neredeyse her hanenin yaşadığı yoksulluğa ve açlığa bıraktı. Bu süreçten en ağır şekilde, evsizler, yalnız ebeveynler, öğrenciler, engelliler, yaşlılar, çocuklar, mülteciler, işsizler, küçük esnaf, seyyar satıcılar ve müzisyenler etkilendi. DİSK-AR’ın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yöntemini esas alarak Covid-19’un yarattığı gerçek istihdam kaybını ve işsizliğe ilişkin yaptığı hesaplamada, Covid-19 etkisiyle yenilenmiş geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Eylül 2020’de 10 milyona yaklaştı. Revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı yüzde 27,6 olurken, son bir yılda 733 bin kişinin daha azalmasıyla istihdam oranı yüzde 44,1 geriledi.
İşsizlerin yarısından fazlası kadınlar
Yoksulluk sınırı altında 10 milyon yaşarken bu rakamın yarısından fazlasını kadınlar oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) yayımladığı bir rapora göre; koronavirüs krizi dünya genelinde yoksul kadınların oranını çarpıcı bir şekilde artıracak. Yoksulluk içinde yaşayan kadın ve erkekler arasındaki uçurum da derinleşecek. Kadınlar için yoksulluk oranının 2019 ve 2021 yılları arasında yüzde 2,7 düşmesi bekleniyordu. Ancak tahminler salgın ve etkileri dolayısıyla yüzde 9,1 oranında artış öngörüyor.
Koronavirüs salgını karşı iktidarın açıkladığı tedbir paketlerinin büyük çoğunluğu sermayeye ayrılırken işçiler için ‘ücretsiz izin’ adı altında günlük 39,24 lira verilerek açlık sınırının altında yaşamaya zorlandı. Hane halkına ise dört ay boyunca bin-bin 500 TL’lik yardımlar yapıldı. Halktan IBAN isteyen iktidar pandemide katlanarak devam eden yoksulluğu ve emekçilerin neler yaşadıklarını görmedi. “Kendi OHAL’inizi yaratın” diyen iktidara karşı işçiler ve emekçiler pandemi koşullarında haklarını aramaktan ve sokağı kullanmaktan geri durmadı.
Açlığın gölgesinde insanların geçinemediği için yaşamına son verdiği bir süreçte Meclis’e sunulan 2021 Bütçe Kanunu Teklifi’nde ise yine kadınlar, işçiler, emekçiler görülmedi ve halkın cebinden çıkan vergilerle oluşturulan bütçenin büyük bir kısmı “savaşa” ayrıldı.
Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, iktidarın bir yıllık ekonomi politikasını değerlendirdi.
‘Sağlık krizi yapısal sorunlardan bağımsız değil’
Küresel kapitalizmin uzun süredir içerisine girdiği krizin tüm faturasını azgın neoliberal politikalarla yoksul halklara ve emekçilere kesmeye çalıştığını kaydeden Gülistan, “Milliyetçi muhafazakar iktidarlar eliyle otoriterleşmenin ve cinsiyetçiliğin de tavan yaptığı bir süreçte pandemiyle birlikte başlayan sağlık krizi ki ortaya çıkışı sistemin çelişkilerinden ve dayandığı yapısal sorunlardan bağımsız değil tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun süredir yaşanan ekonomik ve siyasal krizi derinleştirdi. AKP-MHP iktidar bloğunun OHAL’i olağan hale getirdiği, baskıcı uygulamaların hız kazandığı, içeride ve dışarıda tüm siyasetini Kürt karşıtlığı üzerinden kuran yayılmacı, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyasetine devam ettiği, mafya çeteleriyle devlet işbirliğinin yeni boyutlar kazandığı, cezaevlerinde tutulan siyasi tutuklular üzerinde tecrit ve işkence gibi insanlık dışı uygulamaların arttığı, iki yıldır yaşanan ekonomik krizin etkileriyle iyice açığa çıktı” dedi.
Emeğine sahip çıkmak için mücadele dolu bir yıl
Pandemiyle derinleşen yönetememe krizini örtmek için tüm toplumsal kesimlerin üzerinde hukukun ‘iktidar sopası’ olarak kullanıldığını ve ayaklar altına alındığını vurgulayan Gülistan, “Kadın kazanımlarına dönük cinsiyetçi saldırıların aralıksız devam ettiği bir yıl geçirdik. Halkın büyük çoğunluğu gibi işçi ve emekçiler açısından da bir yanıyla yoksulluğun ve otoriter baskıcı devlet yönetiminin gölgesinde yaşamaya çalışırken diğer yanıyla başarı hikayesi yazmaya çalışan iktidarın topluma yaşattığının aslında bir trajedi olduğunu anlatmaya çalışan, işine emeğine sahip çıkmak için mücadele edilen bir yıl oldu diyebiliriz” ifadelerini kullandı.
İktidarın ‘açlık yoktur’ politikası
“Pandemiyle birlikte toplum olarak sayısal veriler ve istatistiklerle bugüne kadar olmadığımız kadar haşır neşir olduk” diyen Gülistan, açıklanan verilerle halkların yaşadığı gerçekliğin farklı olduğunu kaydetti. Ekonomik göstergeler başta olmak üzere iktidar kaynaklı tüm bilgilere dair çok ciddi bir sorgulamanın başladığını söyleyen Gülistan, “Salgının başlarında sağlık çalışanlarının dahi maske bulmakta zorlandığı bir süreçte başka ülkelere yardım yapıldığı söylenerek kendilerine övgüler dizen hükümetin pek çok ülkede halka yardım dağıtılırken İBAN numarası vererek halktan yardım toplamaya çalıştığına şahit olduk. Ucuz ekmek, soğan ve patates kuyruklarını bereket kuyruğu olarak açıklayanlar ‘kuru ekmek yeniyorsa ülkede açlık yoktur’ diyecek noktaya kadar ulaştılar. Ekonomik krizle ilgili paylaşımlardan suç üreten bir yargı mekanizması işletildi” diye belirtti.
Yoksulluk da veriler de gizlenemez hale geldi
İstenilen rakamlar açıklanmayınca Merkez Bankası ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gibi kurumların başkanlarının bir gecede değiştirildiğini anımsatan Gülistan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Böylelikle sorun çözülüyor imajı yaratılmaya çalışıldı. Yetmedi Maliye ve Hazine Bakanı’nın ailesiyle ilgilenmek için Bakanlığı bıraktığını ınstagram hesabından öğrendik, tam da ekonomimiz uçuşa geçmişken. Ancak her türlü PİAR çalışması ve yapılan ağır makyaja rağmen yaşanan yoksulluk artık gizlenemez durumda ve TÜİK in verilerinde bile saklanmaz hale gelmiştir. Her gün gelen zamları fiyat güncelleme olarak sunan tekelci yandaş medyaya rağmen yaşamın gerçekliği tüm bu manipülasyonu boşa çıkaracak noktaya ulaşmış durumdadır.”
Ölüm ve yoksulluk arasında tercih
TÜİK’in son olarak işsizliğin geçen yıla göre yüzde 0,8 azaldığı, yine istihdamda da 1 milyona yakın bir azalma olduğu açıklamasına tepki gösteren Gülistan, “Bize şunu çok net gösteriyor ki işsizlik azalmamış, insanlar iş aramaktan yorulmuş, ümidini kaybetmiş ve iş aramaktan vazgeçmiştir. TÜİK’in işsizlik verileri iş aramaya çıkmayan milyonlarca işsizi yok saymaktadır. Geniş tanımlı işsizlik yani gerçek işsizliğin yüzde 32’lere ulaştığı, kadınlarda bu oranın yüzde 45,5’lere çıktığı yine temmuz ayından bu yana iş aramaktan vazgeçen 4 milyonun üzerinde insanın olduğu DİSK-AR’ın açıkladığı verilere yansımıştır. Pandemi başında BM ve İLO tarafından dünya ölçeğinde 25 milyonun üzerinde insanın işini kaybetme riski taşıdığı belirtilmiş hükümetlere acil önlem çağrısı yapılmıştı. Ancak geldiğimiz noktada iktidarın salgınla birlikte katmerli yaşanan ekonomik krizin tüm yükünü emekçilere yüklemeye çalıştığı, sermayeyi kollayan tercihinden hiçbir sapma yaşanmadığı ve işçilere emekçilere ölümle yoksulluk arasında tercih sunmaktan başka hiçbir formül üretemediği, buna niyetinin de olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır” diye konuştu.
Fakir ile zengin arasında gelir adaletsizliği
OECD ülkeleri içinde gelir adaletsizliğinin fazla olduğu ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini aktaran Gülistan, en zengin ile en fakir arasındaki gelir adaletsizliğinin 9 kata kadar ulaştığını ve bu makasın her gün biraz daha açıldığını kaydetti. “Bırakalım işsizleri çalışan yoksulluğunun dahi katlanarak arttığı bir manzarayla karşı karşıyayız” diyen Gülistan, iktidarın nüfusun yüzde 1’lik kesiminin ihtiyaçlarını karşılamayı geri kalan yüzde 99’a tercih ettiğini söyledi. Her 6 çalışandan birinin asgari ücretten bile daha az kazandığına dikkat çeken Gülistan, “Avrupa ülkeleri içinde asgari ücretle çalışan sayısının en fazla olduğu ilk üç ülkeden biriyiz. İşçilerin yüzde 50’sine yakınının asgari ücretle çalıştığı günümüzde yine en az 10 milyon işçinin asgari ücretten az kazandığı yakın zamanda DİSK tarafından açıklanmıştı. Açlık sınırının 3 bin TL ye, (yoksulluk sınırı olan 8 bin TL’nin altında kazanan kamu emekçilerinin de içinde olduğu büyük bir kesimi saymıyorum bile)ulaştığını düşündüğümüzde halihazırda 2 bin 324 lira olan asgari ücretle geçinen ve çoğu tek maaşlı olan hanelerde bırakalım temel ihtiyaçların karşılanması açlıkla ciddi bir karşı karşıya kalış var” diye belirtti.
İşçinin değil işverenin yükü hafifledi
Sadece çalışanlar değil milyonlarca emekli ve özellikle kadın çalışanların asgari ücretin altında bir ücretle ve güvencesiz çalıştırıldığını kaydeden Gülistan, şöyle konuştu: “Açlığa mâhkum edilen yoksulluğa terk edilmiş büyük bir nüfusun oluştuğunu görüyoruz. Pandemi sürecinde patronların yüklerini hafifletip yüzlerini güldürmek için onlarca düzenleme yapılırken esnafa geciktirilip sonrasında faiziyle alınmak için yeni borçlar düzenlendi. Bir yandan işten çıkarma yasak denilirken işçiler ücretsiz izinlere zorlanarak günlük 36 TL ye geçinmek durumunda bırakıldı. Bu zalimlikler karşısında bizi virüs değil bu düzen öldürüyor diye isyan edenler ise vatan haini sayılarak cezaevine gönderildi. En can yakıcı olanı ise onlarca istatistiki rakamın konduğu tabloların anlatmadığını, evine götürecek ekmek bulamadığı için eline ‘iş ve aş’ yazarak canına kıyanlar anlattı. Temel gıda ve ihtiyaçların dört kata kadar zamlandığı, kira, doğalgaz, elektrik borçlarının biriktiği, uzaktan eğitime erişemeyen milyonlarca çocuğun eğitim hakkından mahrum bırakıldığı, insanların, umutsuzluktan ve yoksulluktan ailecek canına kıydığı bu korkunç tablonun müsebbibi olan iktidar ihaleler, vergi afları ve yeni rant alanları açarak şatafatlarına şatafat kattıkları mutlu azınlıkla övünmeye devam ediyor.”
Kadın işsizliği artarak devam etti
Pandemi ile iç içe geçen ekonomik krizin etkileri ve yoğunlaşan erkek devlet şiddeti nedeniyle 2020 yılının kadınlar açısından pek çok sorunla aynı anda baş etmeyi gerektiren zorluklarla dolu geçtiğini dile getiren Gülistan şu ifadeleri kullandı: “Tüm kriz süreçlerinden alışık olduğumuz biçimiyle ücretli istihdamda kırılgan işgücü olarak görülen kadın emekçiler işten ilk çıkarılacaklar olarak görülmeye devam etti. Yine bu süreçte kriz dönemlerinden alışık olunduğu biçimde kadın emeği güvencesiz, daha düşük ücretlerle, çoğu zaman kayıt dışı olarak sermaye imdadına yetişen ucuz ve yedek işgücü olarak da görülmeye devam etti. 5 milyonu aşan kadın işsizliği krizin yönetilememesi nedeniyle artmaya devam ediyor. Bu süreçte ücretsiz izne ayrılan kadın sayısı erkeklere oranla yüzde 42 daha fazla işsiz kalan kadın sayısı erkeklere oranla yüzde 32 daha fazla oldu. Diğer yandan iş talep ettikleri için işsizliğin artmasının sorumlusu olarak görülen kadınları eve hapsetmeye, aileye ve devlete daha bağımlı hale getirmeye çalışan neoliberal muhafazakar politikalara da hız verildi. Kadınlar için bitmez mesai ve güvencesizlik anlamına gelen esnek çalışma pandemi fırsatçılığıyla yaygınlaştırıldı” diye belirtti.
Görünmeyen emeğin sömürüsü
Salgın boyunca temizlik, beslenme ve bakım sorumlulukları gibi patriyarkal kurallarla yürütülen ev işlerinin hem alım gücünün azalması hem de ihtiyacın artması nedeniyle kadınların görünmeyen emek sömürüsünü arttırdığını dile getiren Gülistan, sözlerine şöyle devam etti: “Ayrıca sokağa çıkma yasakları ve evde kal çağrılarının artışı ev içi şiddeti katlarken iktidar, şiddetle mücadele yerine kadınları şiddete karşı koruyan kazanımlara saldırmayı tercih etti. Şiddet ve yoksulluk sarmalında yaşamaya zorlanan kadınlar pandemi sınırlılıklarına rağmen dinamik, yaratıcı ve örgütlü bir mücadele örneği sergileyerek İstanbul Sözleşmesi gibi başlılarda İktidara geri adım attırmayı başardılar. Kadınlar iktidarın cinsiyetçi saldırılarına karşı direnirken, diğer yandan yanı başlarındaki erkeklikle mücadeleyi de es geçmeden; eşitlik ve özgürlük için yürümeye devam ediyorlar. Her fırsatta saldırılarına devam etmekteki ısrarının süreceği belli olan iktidarın cinsiyetçi politikalarına karşı önümüzdeki süreçte de güçlü bir kadın dayanışmasına ve örgütlülüğüne ihtiyacımız olacağı çok açık. Umutlu olduğumuz tablo ise kadınların geçtiğimiz yılki pratikleriyle buna geçit vermemekte göstermiş oldukları kararlılık.”
Kuru ekmeği reva gören eşitsiz bir bütçe
Pandemi koşullarında hazırlanan ve özellikle salgınla mücadelede aşı tartışmalarının güncel olduğu bir süreçte Meclis’ten geçen 2021 bütçesinde güvenlik ve savunma adı altında savaşa ayrılan payın sağlığa ayrılan payın iki katı olduğunu aktaran Gülistan, “Bu bütçede de daha öncekiler gibi işçiler, emekçiler, esnaf, çiftçiler, kadınlar, gençler, emekliler, engelliler, işsizler yani yoksulların büyük bir kısmı yok. Bütçe gelirlerinin büyük bölümünün bu kesimlerden toplandığı dolaylı vergilerin payı yüzde 60’larda olmasına rağmen bütçede halk yok. Buna rağmen gelir uçurumunun giderek arttığı bir dönemde yandaş sermayeye, saraya, ranta, savaşa ve talana açık bir bütçe oluşturmaktan geri durulmamış. Sermayeye teşvikler, cumhurbaşkanına varlık fonu ve örtülü ödenek adı altında denetlenemez paralel bütçeler, halka ve emekçilere ise ‘kuru ekmek’ reva görülen bu bütçenin önümüzdeki süreçte bahsettiğimiz yığınla sorunu çözmesi mümkün olmadığı gibi tüm toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren bir bütçe oluşturulmuştur. Haliyle 2021 yılında bütçede yok sayılan toplumun büyük bölümünü, işçi ve emekçileri artacak yoksulluk, işsizlik ve enflasyonla ve bu tabloyu oluşturan iktidarın faşizan baskıcı yönelimlerine karşı amansız bir mücadele beklemektedir” ifadelerini kullandı.
‘Çıkışı yeni normalde değil yeni toplumsallıkta yakalayabiliriz’
Bir avuç mutlu azınlık yaratmak için tüm toplumu gözden çıkararak sefalete sürükleyen kapitalist dünya düzeninin insanlığa sunacağı bir gelecek olmadığını vurgulayan Gülistan, şöyle dedi: “Devasa bütçelere sahip merkez ülkelerin pandemi karşısında bir yıla yakın süreyle yaşadıkları çaresizlikle yeniden açığa çıkmış oldu. Sürekli yıkım, ölüm, hastalık üreten, yarattığı krizlerin faturasını doğaya, halklara, kadınlara ve emekçilere ödeterek kendini alternatifsizmiş gibi sunan bu vahşi sömürü sistemine mâhkum değiliz. Girift biçimde hayatımızı etkileyen ekolojik, sağlık, ekonomik, siyasal ve toplumsal krizlerin temelinde devletli sınıflı uygarlık krizinin olduğunu unutmadan yaşadığımız sorunları toplumcu bakış açısıyla sorgulamak ve çözüme dair bütünlüklü bir perspektifle hareket etmek gerekiyor. Çıkışı kendini dayatan sistemin yeni normalinde değil, yeni bir toplumsallıkla yakalayabiliriz. Geçmiş deneyimlerimizden dersler çıkararak eşit ve özgür bir geleceği hep birlikte inşa edeceğimiz umudu büyüten mücadelelere dolu bir yıl geçirmek dileğiyle…”
Yarın: Hayatta kalmak değil yaşamak istiyoruz