İktisatçı Gaye Yılmaz: Tüm krizlerden daha ağır bir kriz yaşanıyor

  • 09:09 22 Mayıs 2020
  • Emek/Ekonomi
Habibe Eren
 
ANKARA - Pandemi ile birlikte yaşanmakta olan krizin tüm krizlerden daha ağır ve vahim bir yere evrildiğini söyleyen akademisyen Gaye Yılmaz, robotik ve yapay zekaya dayalı üretim süreçlerinin daha da hızlanacağını belirterek,  “Kuşku yok ki tüm bu adımlara meşruiyet sağlamak için ‘virüs kontrolü daha kolay olur’ denecektir” dedi. 
 
Koronavirüs salgını ile birlikte küresel çapta bir kriz yaşanırken,  dünya piyasalarında etkili olan ekonomik krizin 2008 küresel krizden daha kötü olduğu belirtiliyor. Genel olarak dünya ekonomisinde, özel olarak gelişmekte olan ülkelerin piyasalarında özel sektör borç yükü, sürdürülmesi giderek zorlaşan bir düzeye ulaştı. Türkiye salgında ikinci ayı geride bırakırken, kriz ile birlikte en fazla etkilenen alan istihdam olurken işsizlik ve yoksulluk da giderek derinleşiyor. 
 
Almanya’nın Kassel Üniversitesi'nden iktisatçı Dr. Gaye Yılmaz koronavirüs salgını sonrası dünya ekonomisinin durumu ve Türkiye’nin kriz yönetimini değerlendirdi. 
 
‘Tüm krizlerden daha ağır ve vahim bir yere evrildi’
 
Yaşanmakta olan krizin yalnızca şiddeti bağlamında kapitalizmin alışageldiğimiz krizleriyle karşılaştırılabildiğine dikkati çeken Gaye, bu bağlamda pandeminin yol açtığı sosyo-ekonomik yıkımın yalnızca 2008 krizi değil, geçmişteki bütün krizlerden daha ağır ve vahim bir yere evrildiğini söyledi.  Bunun bir kaç nedeni olduğunu belirten Gaye, bu durumu şöyle açıkladı: “Birincisi iktisadi ve finansal krizlerde zayıf olan firmaların iflas ettiğini ama güçlü olanların süreci ya az hasarla atlattığı ya da süreçten daha da güçlenerek çıktığını ve kriz süreçlerinde üretimin ve ekonomik dinamiklerin devam ettiğini biliyoruz. Oysa pandemi sürecinde, belki de ilk defa kapitalist şirketlerin göreli güçlerinden bağımsız bir şekilde pek çok ülkede üretim tamamen durma noktasına geldi. Bu, iktisadi ve ticari faaliyetlerin sıfırlanması hali, karşılaştırılabilir bir durum değildir. İkincisi, üretimin ve ticaretin durması iktisadi döngünün kendi iç dinamiklerinin hareketinden değil hükümetlerin aldığı kararlardan kaynaklandı. Bu nedenle de pandeminin yol açtığı yıkımı kapitalizmin alışageldiğimiz krizleriyle karşılaştırmak olası değil. Üçüncü fark ise, pandemi sürecinin toplumlara verdiği ve kapitalizmin daha önceki hiçbir krizinde gündeme gelmemiş olan örtük mesaj.”
 
‘Toplumlar için olan kullanım değerlerinin üretimidir’
 
Pek çok ülkede dükkanlar, mağazalar, ofisler, kafeler, AVM’lerin kapatıldığını ve yalnızca gıda, ilaç ve tıbbi malzeme üretimi yapan fabrikaların çalışmaya devam ettiğini vurgulayan Gaye, “Bu üretimleri insanlara ulaştıracak dağıtım noktalarının açık kalması sağlandı. Bu duruma Marks’ın emek değer teorisi ışığında getirilmesi gereken yorum ancak şöyle olabilir: Toplumlar ve insanlık için vazgeçilmez olan değişim değerleri değil kullanım değerlerinin üretimidir” dedi. 
 
‘Üretimin durması merkez ve çevre ülkelerde aynı değil'
 
Pandemi kaynaklı iktisadi çöküşün emekçiler üzerinde iki farklı yıkıcı etkisi olduğunu belirten Gaye, üretimin durmasının emek üzerindeki yansımalarının merkez ve çevre ülkelerde aynı olmadığına dikkat çekti. Gaye, merkez ülkelerin evde kendini izole etmek zorunda bırakılan işçi ve emekçilere yaşamlarını sürdürmeye yetecek gelir desteği güvencesi sağlarken, çevre ülkelerde emekçi sınıfların deyim yerindeyse kaderleriyle baş başa bırakıldığına ve adeta açlığa mahkum edildiğine işaret etti. Ancak merkez ve çevre ülkelerde emek açısından değişmeyen bir durumun gıda, ilaç, sağlık hizmeti ve sağlık malzemesi vb. en temel ihtiyaçların üretiminde çalışan işçiler olduğuna vurgu yapan Gaye, “İster merkezde isterse çevre ülkelerde olsunlar, ister en katı sokağa çıkma yasağı uygulansın isterse en gevşek önlemlerin alındığı ülkeler olsun pandemi koşullarında büyük risk alarak işe gidip gelmeye, üretmeye devam ettiler. Bu emekçiler virüse en fazla maruz bırakılan grubu oluşturuyor olması bakımından hastalığa en fazla yakalanan, Covid19 bulaşısıyla en fazla ölen, virüsü en fazla bulaştıran grup aynı zamanda” diye konuştu.
 
Emeğin beş başlık altında pandemiden etkilenişi 
 
Emeğin pandemiden etkilenişini beş başlık altında özetleyen Gaye,  bu beş başlığı şöyle açtı: “Çevre ülkelerde gelir desteği almadan geçici de olsa üretim dışına itilen ticaret, ofis, kafe, restoran vb. alanlarda çalışanları,  tüm dünyada ulaşım ve turizm sektörlerinde çalışan ve iki aydır ev izolasyonunda yaşayan emekçilerin pandemi bittiğinde eski işlerine dönüp dönemeyeceklerini bilmemelerinden kaynaklı depresif koşullar,  çevre ülkelerde ekonomik çöküş sürecinde iflas eden işyerleri dolayısıyla üretim dışına itilenler, üretim durmadığı için gerek işe gidiş gelişler sırasında gerekse üretim sırasında virüse maruz bırakıldığı için hastalanan ve ölen işçiler ve ücret gelirini kaybeden emekçilerin kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu geçim mallarının piyasa fiyatlarındaki aşırı yükselmeler yüzünden daha ağır bir mağduriyet yaşaması.”
 
‘Türkiye’de virüsten en çok işçi sınıfı ve aileleri etkilendi’
 
Salgının Türkiye’deki yansımalarına bakıldığında çevre ülkelerin emekçileri için sıraladığı beş etkilenme biçiminin hepsinin geçerli olduğunu kaydeden Gaye, sözlerine şöyle devam etti: “Fakat Türkiye’nin diğer bazı çevre ülkelerden ayrıldığı konu, pek çok sektörde üretime ara verilmeden devam ediyor olunması. Bu bağlamda bazı çevre ülkelerde hiç sokağa çıkma kısıtlaması getirilmediği halde otomotiv fabrikalarında, ağır sanayi fabrikalarında ve pek çok üretim alanında 15’er günlük ve gerektiğinde yeniden uzatılan kapanma süreçleri oldu. Fakat Türkiye’de yalnızca turizm, eğlence, kafe ve restoranlar kapatıldı bunların dışında kalan bütün sektörlerde ise üretime devam edildi, ediliyor. Dolayısıyla, bu konuda istatistikler yapılmasa da Türkiye’de virüsten en fazla etkilenenlerin genel olarak işçi sınıfı ve aileleri olduğu tespitini yapmak zor değil.”
 
‘Gelişmekte olan ülkelerde süreç ikili krize evrildi’
 
Pandeminin yol açtığı yıkımın özellikle çevrede, yani gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) merkezden farklı olarak ikili bir krize evrildiğini vurgulayan Gaye şu şekilde konuştu: “Çünkü GOÜ ekonomileri: sermaye birikiminin yetersizliği, devlet bütçelerinin zayıflığı, iktisadi kalkınmanın daha çok ithalata bağımlı oluşu ve dolayısıyla döviz girdisine duyulan ihtiyacın yakıcı bir şekilde hissedilmesi gibi her krizin kısa sürede finans alanına da sıçradığı ortak özellikler gösteriyor. Türkiye’de döviz rezervlerinin eridiği, bütçe açığının bir önceki yıla oranla bile geometrik olarak arttığı, dış kredi kaynaklarının hem çok pahalı hem de ülkedeki politik istikrarsızlık ve mevcut hukuksal açıklar dolayısıyla neredeyse erişilemez olduğu biliniyor. Likidite açığı emisyon (karşılıksız para basmak) ile kapatılmaya çalışıldığında bunun bedelinin çok ağır olacağı da aşikar. Zira üretimin artmadığı bir ortamda piyasaya karşılıksız para sürmek, var olan bütün mal ve hizmetlerin daha fazla miktarlarda para değerlerinde temsil edileceği anlamına gelir ki bu da enflasyon demektir.” 
 
‘Türkiye ekonomik krizi kutuplaştırma, sansür ve ağır koşullarda yaşıyor’
 
Gaye, pandemi sürecinin başından beri GOÜ para birimlerinin ABD Doları ve Euro karşısında hızla erimesinin bir tesadüf ya da kısa süre içinde kendi kendini düzeltecek bir kırılmadan ziyade bu ülkelerin ortak yapısal özelliklerinin/açıklarının ya da teorik ifadesiyle sermayenin eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının bir yansıması gibi okunması gerektiğinin altını çizdi. Sonuç olarak bütün dünyanın çok derin bir iktisadi krizden geçtiğini ve GOÜ’ler in çok daha derin bir iktisadi ve finansal krizle karşı karşıya olduğunu kaydeden Gaye, “Türkiye halkları ise bu ikili krizi kutuplaştırma, ötekileştirme, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, basın, sağlık, hukuk vb tüm alanlarda ağır bir sansürün hüküm sürdüğü koşullarda yaşıyor” ifadelerini kullandı.  
 
 ‘Swap yapılabilmesi için her iki tarafın koşullarının oluşması gerekir’
 
Mevcut iktidarın diğer merkez bankaları ile yapmak istediği Swap antlaşmaları gerçekleşmiyor. Başta ABD Bankası olmak üzere Türkiye ile Swap Antlaşmasının yapılmamasına değinen Gaye,  swap işleminin karşılıklı bir takas işlemi olduğunu belirterek,  pek çok finansal araç kullanılarak swap yapmanın mümkün olabileceğini söyledi. Gaye, “Fakat bunu yaparken iki tarafın geleceğe dönük beklentileriyle ilgili belli koşulların oluşmuş olması gerekir. Çünkü swap vadeli bir işlemdir. Basitleştirmek için şöyle düşünelim, Türkiye’nin elinde TL rezervleri var ve bu rezervleri diyelim 1 yıl süreyle swap işleminin karşı tarafına vermeyi, karşılığında da karşı taraftan ABD Doları almayı teklif ediyor olsun. Fakat karşı tarafın bu anlaşmaya razı olması için TL’nin bir yıl içinde ABD Doları’ndan daha fazla değerleneceğini öngörüyor olması gerekir. Aynı örneği altın ve ABD Doları üzerinden yapalım. Türkiye’nin elinde altın olsaydı ve bu altınları vererek ABD Doları alabileceği 1 yıllık bir sözleşme yapmak isteseydi muhtemelen pek çok yabancı yatırımcı böyle bir swap yapmak için kuyruğa girerdi, zira altın tarihinin en ihtişamlı günlerini yaşıyor. Başka bir deyişle ne Türkiye elindeki altın rezervlerini 1 yıllığına bile olsa elden çıkarmak isterdi, ne de uluslararası yatırımcılar böyle bir fırsatı kaçırırdı” sözlerini kullandı.  
 
‘Türkiye ithalatı yapabileceği dövizi bulamadığı bir krizle karşı karşıya’
 
Uluslararası Merkez Bankalarının Türkiye ile swap anlaşması yapmamalarının asıl nedeninin sözleşmenin bir tarafının TL’ye, yani hızla değersizleşen bir para birimine bağlı olması ile açıklayan Gaye’ye göre  TL’nin hızla değersizleşmesinin geri planında iktisadi, siyasi ve hukuksal belirsizlikler var. Bu güven vermeyen görünümün hem yerli hem yabancı yatırımcıları Türkiye’de yatırım yapmaktan caydırdığına dikkat çeken Gaye, “Dolayısıyla Türkiye bir yandan yerli yatırımcının mevcut yatırımını satarak dövize çevirip başka ülkelere gitmenin yollarını aradığı; hem de yabancı yatırımcıların gelmediği, dolayısıyla ülkenin üretim için ihtiyaç duyduğu ithalatı yapabileceği dövizi bulamadığı bir krizle karşı karşıya” dedi. 
 
‘Robotik ve yapay zekaya dayalı üretim süreçleri hızlanacak’
 
Pandemi ve buna bağlı krizin, devletlerde otoriterleşme eğilimlerinde bir artışa neden olduğunu şirketlerde ise emeği yeniden ve daha üst bir düzeyde atomize etme girişimleri ile kendini ortaya koyduğunu ifade eden Gaye, şu sözleri kullandı: “Pek çok ulus ötesi firma daha şimdiden  ‘işçiler hastalanır ama robotlar hastalanmaz’ söylemlerine odaklanmış durumda. Başka bir deyişle pandeminin ardından robotik ve yapay zekaya dayalı üretim süreçlerinin daha da hızlanacağını düşünüyorum. Ayrıca, binlerce işçinin bir arada çalıştığı büyük fabrikalarda, üretimin küçük parçalara ayrılarak dışarıya verildiği örnekler de görmek mümkün olabilir. Kuşku yok ki tüm bu adımlara meşruiyet sağlamak için ‘virüs kontrolü daha kolay olur’ denecektir.”
 
‘Bunun bir adım sonrası toplama kampları’
 
Geçen günlerde bir haberde daha şimdiden tam izolasyonun uygulanacağı üretim merkezlerinin kurulmaya başlandığının belirtildiğini anımsatan Gaye, olası ikinci ve üçüncü dalga virüs ihtimaline karşı üretime hiç ara vermeden devam edebilmek için Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) gibi işveren örgütlerinin devasa kompleksler inşa ettiğini vurguladı.  Bu komplekslerde virüs alarmı verildiği anda tam izolasyona geçileceği ve işçilerin aileleriyle birlikte yaşayacağı alanların, okulların vb. alt yapı tesislerinin de olduğunu aktaran Gaye, şöyle konuştu: “Emekçileri toplumdan tamamen yalıtan, virüsten koruyacağım iddiasıyla yalnızlaştıran ama gerçekte sadece üretimi hiç kesintiye uğratmadan devam ettirmeyi hedefleyen bu üretim alanlarını haber yapan gazeteci arkadaşımın da belirttiği gibi, bunun bir adım sonrası toplama kampları. Fakat aynı süreç, çalışanı, işsizi, güvencesizi bir araya getirme, yeni dayanışma çemberleri oluşturma olasılıklarını da barındırıyor. Özellikle pandemi sonrası işsizleşenlerin önemli bir çoğunluğunun turizm, hava ve kara yolu taşımacılığında uzmanlaşmış, süreç içinde iflas eden firmaların iyi eğitimli, beyaz yakalı emekçileri olacağı düşünüldüğünde bu grupların eskiden farklı olarak mavi yakalı işçilerle daha kolay empati kuracağı ve birlikte örgütlenmenin, dayanışma zincirleri oluşturmanın olanaklarını sorgulayacakları farklı bir sürece de girilebilir.”