Ailecilik ve devletçilik kıskacında özgürlük arayışı

  • 09:05 10 Aralık 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Bizler sevip sevmediklerimiz, beğenip beğenmediklerimiz, isteyip istemediklerimiz arasında bir yerde sıkışıp kalmaya mecbur bırakılıyoruz. Toplum içerisinde genç kadına verilen rol karmaşası içindeyiz. Ne genç ne de kadın kimlikleri içerisinde eritilemeyecek kadar özgün bir konumda olan genç kadın kimliği bu nedenlerle sosyal bilimler açısından da ayrıca ele alınıp incelenmelidir.”
 
Songül Aşıla*
 
Tarihsel olarak ailenin ortaya çıkışı, devletin ortaya çıkışı ile paralel gelişmektedir. Aile ve devletin oluşumu ile gençlik kendini kaybetti diyebiliriz. Sonsuz itaat beklenen gençler, en ufak bir itirazda dahi gözden çıkarılır hale getirildi.  Gılgamış Destanı gibi kimi mitlerden de bildiğimiz üzere gençlik, tarih boyunca hep imrenilen ve sonsuza kadar sahip olunmak istenen bir kimliktir. Sürekli korunabilen bir özellikte olmadığından “Genç kalamıyorsan gençlere hakim ol” gibi bir mantık ile gençler üzerinde adeta bir zorbalık bombardımanı uygulanmaktadır.
 
Kuşkusuz gençlik; geçmesi istenilmeyen, en verimli, en dinamik, en çekici süreçtir. Hiç kimsenin bugüne kadar vaat edemediği sonsuz gençliğin vaadi, cenneti çekici kılmaktadır. Kişi yaşlandığında dahi etrafında her zaman gençlerin var olması, kişiye büyük bir güven ve huzur verir. Kur'an'da vaat edilen sonsuz gençlik, insanlık tarihinde saklı, önemli bir arzuyu açığa çıkarmaktadır.
 
Gençlik sorgulama, itiraz etme dönemidir
 
Abdullah Öcalan’ın dediği gibi “Gençlik, bir olgunun doğuş ve doğuşuna yakın zamanı ifade eder”. İnsanlık açısından ele aldığımızda ise gençlik dönemine insan bedeninin ve zihninin olgunlaştığı dönem diyebiliriz. Gençlik, insanın hem fiziki olarak hem de zihni olarak en parlak zamanıdır. İnsanın en verimli olduğu bu dönem, öğrenmeye ve yeniliklere de en açık olduğu, zorluklara karşı güçlü ve cesur olduğu bir ruh dünyasını da yaratır. Bu dönemde gençler, ailelerinin yıllarca onlara dayattıklarını daha derinden sorgular, itiraz eder, reddeder. Bu nedenle bu dönemde ailenin ve devletin yoğun yönelimlerine maruz kalırlar. 
 
Ödevleri var, hakları yok
 
Tarih boyunca iktidarcı, sömürücü erkek aklın uzantısı olarak geliştirilen din, tarih, felsefe, bilim, psikoloji ve benzeri alanların da bireyleri aile kurmaya bu kadar teşvik etmesi elbette tesadüf değildir. Yine bu alanların gençleri tecrübesiz, sağlıklı düşünmeyen, kimi zaman da eksik akıllı olan, bu nedenlerle birilerinin desteğine muhtaç olarak değerlendirmeleri de aynı ideolojinin uzantısı olduklarını göstermektedir. Sayılabilecek bütün alanlarda gençlere sürekli ödevler yüklenmektedir. Yapılacak işler listesi yığıncadır, ancak gençlerin bu yaşam içindeki haklarından kimse bahsetmez. Keza Türkiye'deki hukuk sisteminde de haklardan daha çok ödevler, yükümlülükler sıralanmakta, ardından da bunları yerine getirmediği takdirde özel cezaevleri vaat edilmektedir. Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumları, ilgili kanunlarda ayrıca düzenlenmiştir.
 
Aileciliğin gençlik üzerindeki etkileri böyle yoğun iken son süreçte ailesinden kopuş yaşayan gençlerin fazlalığı bizlerde “Gençler özgürleşiyor.” algısı yaratabilir.  Ancak liberal özgürlük anlayışının gelişkin olduğu günümüzde aileden kopuş ile özgürlükten ziyade yoğun bir serbestliğin olduğundan bahsedebiliriz. Yine en baştan beri vurguladığımız üzere aile ve devletin amaç ve ilkelerde ortak olması nedeniyle aile bağlarının zayıflaması, gençlerin konumunda ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Gençler, daha çok kapitalist sistemin vücudu olan ulus-devlette tüketim çılgınlığının hedef kitlesi haline gelmiştir.
 
Aileciliğin genç kadın ve genç erkekler üzerindeki etkileri de ayrışır. Genç erkeğe gençlik sürecinde itaat etmesi öğretilir, çünkü babaya sonsuz bağlılık esastır. Ancak genç erkeğe aynı zamanda geleceğin iktidarı, hakimi, babası olmak da öğretilir. Yani hem ezen hem ezilen olmayı genç erkek, bu dönemde öğrenir. Babası tarafından ezilirken o da evde kız kardeşlerini kimi zaman da annesini ezer. Genç erkek, pasif sürecini yetişkin olmasıyla aktifleştirebilirken genç kadında durum daha zordur. Zira çocukluk süreci ile başlayan yoğun baskı, hayatının her döneminde varlığını devam ettirecektir. Genç kadında bu baskıların fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik etkilerini bu nedenle ayrı olarak ele almanın önemi açıktır. 
 
Toplumsal rollerin kıskacındaki genç kadın
 
Genç kadınlar hem toplumsal cinsiyet hem de toplumsal yaş rollerinin kıskacı altındadır. Çoğu zaman bu roller yoğun bir çatışma yaratır. Gençlik akışkan, sosyal, aktif, yaratıcı, etkindir. Gençlikten beklenen davranış biçimleri bunlardır. Geleneksel bir kadından beklenen ise pek konuşmayan, her işe karışmayan, sadece belirli kişilerle görüşen, karar almayı erkeğe bırakan bir yaklaşımdır. Haliyle genç kadında bu gençlik ve kadın rolleri çoğu zaman çatışır. Sokakta yürürken hareketli bir müzik duyan her genç gibi genç kadın da müzikle birlikte koşmak, zıplamak, halay çekmek ister. Ancak kadın olması sebebiyle bunu yapmasına izin verilmez. 
 
Kimlikler arası çatışma
 
Bunların yanı sıra genç kadın, bir de geleneksel rol ile özgür kadın kimliği arasında da çatışma yaşar. Cezaevinde birlikte kaldığım genç kadınların çoğunun ailesi, onların toplumsal sorunlara olan duyarlılığını destekliyor. Yaşanan herhangi toplumsal bir durumda demokratik haklarını kullanmalarını teşvik edenler de var. Ancak bu ailelerde de geleneksel roller ile özgür kadın kimliğinin çatışması söz konusu olabiliyor. 
 
İsteklerimiz ve istemediklerimiz arasında sıkışıyoruz
 
Genç kadınlar olarak bize dayatılan bu rollerin çatışmasını yoğun olarak yaşamaktayız. Tarafımızdan hangi davranış sergilenirse sergilensin mutlaka başka yönden bir memnuniyetsizlik ile karşılaşmaktayız. Çoğu zaman hem ailemizi hem de kendimizi memnun edebilecek davranışı bulmak için adeta kırk takla atmak zorundayız. Örneğin koğuşumda olan bir genç kadın dışarıda ailesinin zoruyla başörtüsü takmıştı. Bir süredir de “Nasıl çıkartabilirim” diye düşünüyormuş. Cezaevine girince bunu bir fırsat(!) olarak görüp babasına artık başörtüsü takmak istemediğini söyledi. Babası önce çok ağır sözler söylese de annesi yoluyla onu ikna etmeye çalıştı. Genç kadın arada kalmıştı, ailesi illa başörtü istiyordu, o ise hiç ama hiç istemiyordu. Ailesi cezaevine görüşe geldiğinde genç kadın, başına saç bandajları takıyordu. Yani ne açıktı ne de kapalı. Trajikomik bir olay aslında. Bu durum, genç kadının yaşadığı zorlanmaları çok çarpıcı olarak ortaya seriyordu. Bizler sevip sevmediklerimiz, beğenip beğenmediklerimiz, isteyip istemediklerimiz arasında bir yerde sıkışıp kalmaya mecbur bırakılıyoruz. Toplum içerisinde genç kadına verilen rol karmaşası içindeyiz. Ne genç ne de kadın kimlikleri içerisinde eritilemeyecek kadar özgün bir konumda olan genç kadın kimliği bu nedenlerle sosyal bilimler açısından da ayrıca ele alınıp incelenmelidir.
 
Önce reddediş
 
Bugün genç kadınlar olarak cezaevinde kendimizi bilmeye başladığımızı görüyorum, bu heyecan veriyor. Her saat bir genç kadının şaşkın gözlerle bir ötekine, okuduğu kitaptaki bir şeyleri anlattığını görebiliyor insan. Okudukça paylaşıyor, paylaştıkça da içimizdeki enerjinin, akmak için çırpındığını hissediyoruz. Gelin görün ki bu sefer de fiziksel duvarlar engel oluyor. Ancak zihinsel duvarların fiziksel duvarlardan daha kalıcı ve köklü olduğuna inanıyorum. Bu nedenle zihnimizdeki duvarlarla savaşmaya devam ediyoruz. Genç kadının “Benim ne olmamı istiyorlar”, “Ben kimim” sorularına yöneldiği oranda özgürleşmeyi de sağlayabileceğine inanıyorum. Aksi halde aileciliğin ve devletçiliğin kıskacında çırpınmaya devam edecektir. Bu sorulara yönelimin ise verili olanı ret ile başlayabileceği kanısındayım. 
 
*Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi
 

Etiketler:

Okumadan geçme!