Leyla Güven: Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden fazla

  • 09:02 11 Kasım 2021
  • Güncel
Şehriban Aslan
 
ELAZIĞ - Bulunduğu cezaevinden gündemdeki gelişmeler ve 25 Kasım’a dönük sorularımızı yanıtlayan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, tutsak kadınlar olarak 25 Kasım’da yüreklerinin alanlardaki kadınlarla olacağını vurguladı. Leyla, kadın mücadelesinin ortaklaşması gerekliliğini “Hiç birimiz birbirimize benzemiyoruz. Lakin bizi birleştiren şeyler bizi ayıran şeylerden fazladır” sözleri ile ifade etti. 
 
“Örgüt yöneticisi olmak” gerekçesiyle hakkında açılan davadan 22 yıl 3 ay hapis cezası alan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, tutuklu bulunduğu cezaevinden ajansımızın sorularını yanıtladı.
 
“Bizler cezaevlerinin yan gelip yatma yerlerinin olmadığını aksine tam da dışarıda ihmal ettiğimiz araştırma, yoğunlaşma ve tabii ki üretme yeri olduğunu biliyoruz”
 
*Güncel değerlendirmeye geçmeden önce cezaevinde neler yapıyorsunuz, zamanınız nasıl geçiyor bizimle paylaşır mısınız?
 
Cezaevleri, tutuklananların içeri girerken kendileriyle getirdikleri ruh haliyle şekillenir. Bizler dışarıda mücadele ederken statükocu, tekçi, cinsiyetçi, erk zihniyeti korkuttuğumuzun farkındaydık. Demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin kırıntısının bile olmadığı bir ülkede, tutuklanma riski kaçınılmazdır. Bu nedenlerden kaynaklı cezaevlerine son derecede berrak düşüncelerle ve alnımız ak ve açık bir şekilde geldik. Ne ufladık, ne de pufladık. Biz biliyoruz ki özgürlük mücadelesi yürütürken karşımıza çıkabilecek duraklardan sadece birisidir cezaevleri… Bütün bunlardan kaynaklı bizler cezaevlerinin yan gelip yatma yerlerinin olmadığını aksine tam da dışarıda ihmal ettiğimiz araştırma, yoğunlaşma ve tabii ki üretme yeri olduğunu biliyoruz. Cezaevleri yıllardır Kürtler, demokratlar, sosyalistler, feministler kısacası emperyalistler gibi düşünmeyen bütün muhalif kesimlerin adeta devrimsel dönüşümler yaşadıkları alanlardır. Politik tutsakların; öz disiplinleri, kolektif yaşam anlayışlarıyla daracık alanları kocaman mekânlara dönüştürdükleri yerlerdir.
 
Anadilimizde broşür çalışması yaptık
 
Buradaki hareketliliğimizi, kısaca anlatacak olursam; bu mekânlarda en düzenli ve istikrarlı olan faaliyetimiz kitap okumaktır. Çünkü her kitap dışarıdaki dünyalara açılan pencerelerdir. Burada bulunan kadınlar olarak şu ana kadar yaklaşık 400 kitap okumuş durumdayız. Ayrıca çeşitli yazımsal çalışmalar yapıyoruz. En son anadilimizde bir broşür çalışması yaptık. Ayrıca bireysel araştırma konuları üzerinde çalışıyoruz. Dünya kadın hareketi, feminizm tarihi, Kürt kadın hareketi, Ortadoğu’nun yakın tarihi, dinler tarihi vb. konularda okumalar yapıp bu okumaları, yazımsal çalışmalara dönüştürüyoruz. Ayrıca her gün beden sağlığımız için düzenli olarak bir saat spor yapıyoruz. Haberleri, açık oturumları, belgeselleri takip ediyor, haftada iki defa ağırlıkta yabancı film izliyoruz.  Bir de tabi ki cezaevlerinin olmazsa olmazı sazlı sözlü moral etkinlikleri yapıyoruz. Zindanları zılgıtlarımızla inletiyoruz. Tek sıkıntımız; zaman bize yetmiyor. Bu konuda kendi aramızda istişarelerimiz devam ediyor, belki uyku saatlerimizden biraz daha feragat edebiliriz.
 
“Esat Oktaylar var iken onun yüzüne tüküren Sakine Cansızlar, karşısında dimdik duran Laz Kemallerde vardı. Dolayısıyla faşist iktidarlar ölümü öldüren cesur tutsakları, tarihe bakarak hatırlayabilirler.”
 
* Özellikle son zamanlarda cezaevlerine dönük hak ihlalleri arttı. Sizin bulunduğunuz cezaevinde durum nedir? Tutsaklar neler yaşıyor? İmralı tecridi kadın tutsaklara nasıl yansıyor?
 
Cezaevleri var olduğu günden bu yana kötü muamele, hak ihlali her zaman vardı. Daima da artarak devam etti. Çünkü egemenler bütün tutsakları aynı anlayışla, ‘rehabilite etme, uslandırma, pişman ettirme’ gibi mantık dışı yöntemlerle iradelerini teslim almaya çalışırlar. Oysa bunun mümkün olmadığını en iyi kendileri biliyor. Bu konuda şiddet, baskı, işkence tarihiyle direniş tarihi her zaman birlikte ilerlemiştir. Yani Esat Oktaylar var iken onun yüzüne tüküren Sakine Cansızlar, karşısında dimdik duran Laz Kemaller de vardı. Dolayısıyla faşist iktidarlar ölümü öldüren cesur tutsakları, tarihe bakarak hatırlayabilirler. Aynı zamanda katil, zalim, işkenceci görmek istiyorlarsa aynaya da bakabilirler. Bugün de özgür düşünceden korkan, bilimi, felsefeyi, her türlü aydınlanmayı kendi karanlık düşünceleri için tehdit gören bu zihniyet, cezaevlerinde kaos yaparak isyan planlamak istemektedir. Bu kirli planın farkında olan politik tutsaklar büyük bir sağduyu ile bu durumla baş etmeye çalışıyorlar.
 
DAİŞ’li çeteler yerleştiriliyor
 
Tutsaklar gece yarısı koğuşları basılarak hem iç sürgün hem de dış sürgünlere maruz bırakılıyorlar. Adeta Kenan Evren’in ‘karıştır, barıştır’ anlayışıyla politik tutsakların koğuşlarının arasına DAİŞ’li çeteler yerleştiriliyor. Ayakta sayım, çıplak arama ve daha insanlık onuru ile bağdaşmayan birçok işkence uygulamasına maruz bırakılmaktadırlar.
 
Tecrit bir bütünen topluma sirayet eder demiştik
 
Pandemi bahanesiyle tutsakların aile görüşlerinden, sosyal etkinliklerine kadar tüm hakları engelleniyor. Tabi ki her zaman olduğu gibi kadın tutsaklar bu işkence ve hak ihlallerini daha ağır yaşıyorlar. Çocuklu anneler, yaklaşık iki yıldır tüm çocuklarını bir arada göremiyorlar. Hasta tutsaklar adeta ölüme terk edilmiş durumdalar. Bizler Kürt politik tutsaklar olarak, yıllardır Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecride dikkat çekerken tam da bu duruma işaret ediyorduk. Bu tecrit konsepti ortadan kalkmazsa bütün cezaevlerine hatta bir bütünen topluma sirayet eder demiştik. Evet, gelinen aşamada siyasetçisinden, akademisyenine, esnafından öğrencisine, çiftçilerden kadınlara, memurlara, işçilere ve toplumun tüm katmanlarına sirayet eden bir tecrit durumuyla karşı karşıyayız. Kürt tutsaklar bu hukuksuz tecridi kırmak, bir bütünen ortadan kaldırmak için çok çaba sarf edip, ağır bedeller ödediler. Ancak karşımızda kendi yasalarını dahi tanımayan her türlü ciddiyetten uzak, ‘tek adam’ sistemi duruyor.
 
Cezaevlerindekiler dışarı çıkacak diye paniğe kapılıyorlar
 
AKP-MHP’nin üzerinde çalıştığı çöktürme planı bir tülü başarıya ulaşmıyor. Anlaşılan şimdi de cezaevlerinde, cezası bitmiş şartlı tahliye tarihleri gelmiş olan binlerce tutsağı içeride tutma planları üzerinde çalışıyorlar. Her bir tutsağın içerideki durumunu biliyorlar. Onların bütün teslim alma konseptlerinin boşa çıkaran bu kararlı, cesur insanlar dışarı çıktıklarında mücadelelerine kaldıkları yerden devam edecekler diye paniğe kapılmış durumdalar. Tam da dışarıda partilerimiz, kurumlarımız üzerinde estirdikleri siyasi soykırım operasyonlarıyla ortalığı boşaltmışken bu tahliyelerin ortamı yeniden canlandıracağını ve maazallah Kürt halkının bu durumdan moral bulacağını düşünüyorlar. Bu nedenle de her türlü hukuksuzluğa başvurarak kendi yasalarını hiçe sayıyorlar. Oysa cezaevleri, toplumun en hassas olduğu mekânlardır. İktidar bilmelidir ki; toplumun sinir uçları olarak tecrit edilen cezaevlerinde gelişebilecek bir isyan AKP-MHP’yi bir daha hiçbir şekilde tarih sahnesine çıkamayacak duruma getirecektir. Bu nedenle iktidara diyoruz ki elinizi cezaevlerinden çekin.
 
“AKP, iktidarı boyunca bir ittifaklar hareketi olarak yoluna devam etti. Yani hiçbir zaman tek bir parti gibi hareket etmedi. Aslında bir tarikatlar ittifakı da diyebiliriz. Dün cemaat ile bugün ise MHP ile kısmen Ergenekon ve birçok tarikat ile yolun sonuna gelmiş durumdalar.”
 
* Cezaevinden kısıtlı imkânlarla dışarıdaki süreci takip ediyorsunuz. Dışarıdaki tabloyu nasıl görüyor ve yorumluyorsunuz?
 
Her anlamda tecrit edildiğimiz zindanlarda, doğru habere ulaşmakta adeta imkânsız hale gelmiş durumdadır. Tek frekansa ayarlı dandik radyolar ve idarenin belirlediği (cezaevi yönetimi) ve ağırlıkta iktidarın havuz medyasını oluşturan 23 Türk kanalı izleyebiliyoruz. Yazılı basında da takip ettiğimiz Yeni Yaşam, Kürtçe Xwebun, Evrensel Gazeteleri, Jineoloji Dergisi, Demokratik Modernite Dergileri ve birçok yayın hukuksuz gerekçelerle bizlere verilmiyor. Kısıtlı imkânlarla takip ettiğimiz kadarıyla dışarıda gidişat hiç de iç açıcı değil. Olağanüstü değil olağan ötesi günlerden geçiyoruz. Kafka’nın George Orwell’ının düş gücü dahi yeterli değildir bugünleri anlatmaya… Toplum her anlamda derin bir anlaşma, kutuplaşmayı yaşamaktadır. Görünen o ki; Bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor.
 
AKP hiçbir zaman tek parti gibi hareket etmedi
 
AKP 2002’de ülkede yaşanan büyük bir kaos ve krizin yarattığı boşluktan yararlanarak iktidar oldu. AKP, iktidarı boyunca bir ittifaklar hareketi olarak yoluna devam etti. Yani hiçbir zaman tek bir parti gibi hareket etmedi. Aslında bir tarikatlar ittifakı da diyebiliriz. Dün cemaat ile bugün ise MHP ile kısmen Ergenekon ve birçok tarikat ile yolun sonuna gelmiş durumdalar. AKP’nin ülkeyi getirdiği durumu büyük usta Nazım Hikmet’in bir dörtlüğü ile ifade edecek olursak;
 
‘Eli kolu zincirlere vurulmuş
 
Vatan çırılçıplak yere serilmiş
 
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş
 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?’
 
Sonuç olarak iç politikada, dış politikada, ekonomi ve toplumu ilgilendiren tüm alanlarda tam bir hezimet yaşıyorlar. Fakir ve zengin çelişkisi hiçbir zaman bu kadar derinleşmemişti. Muhafazakâr kimlik ile iktidara gelen AKP üç ‘Y’ ile mücadele edeceğiz sözü ile (Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) toplumu manipüle ederek, ‘yasak, yalan, yıkım, yolsuzluk’ ve her anlamda eşitsizlikleri derinleştirerek, yandaşlarıyla birlikte yolunu buldu. Ortadoğu’nun karakteri haline gelen bu olguların nedeninin tekçilik, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik olduğunu tabi ki biliyoruz. AKP ve ortağının ön göremediği bir yakın tehlike söz konusudur. Kullandıkları eril ve ayrıştırıcı dilden ve geliştirdikleri faşizan politikalardan kaynaklı ülke her an infilak edebilecek noktaya geldi. Yakın tarihte Tunus’ta bir seyyar satıcının bedeniyle yaktığı kıvılcım bütün Arap ülkelerinin nasıl bir başkaldırı sürecini yaşadığını yakın zamanda hep beraber gördük.
 
Kendi zulmünün doruğuna ulaştı
 
AKP iktidara geldiği günden bu yana sürekli kendisini Cumhuriyet tarihinde yapılan ve yapılmayanlarla kıyasladı. Osmanlı İmparatorluğu’na duyduğu özlemle Kızıl Elma rüyaları gördü. Ülkenin bütün sorunlarında (Alevi, emek, eğitim, yoksulluk, işsizlik ve kadın sorunu) başarısız olan AKP, Kürt kırımında başarı sağlamıştır. Cumhuriyet’in 80 yıllık tarihinde Kürt halkına karşı geliştirilen bütün katliamların, ‘yeni versiyonu’nu şimdiki kuşaklara yeniden yaşatarak kendi zulmünün doruğuna ulaştı. Şimdilerde Kürt halkına uygulanan eski ve yeni zulüm hafıza odalarında sergileniyor.
 
17 bin faili devlet olan cinayet işlendi
 
Geçmiş ve bugüne dair birkaç karşılaştırma yaparsak durum daha iyi anlaşılacaktır. Dersim isyanında Kürtler mağaralarda yakılırken, AKP iktidarında Kürtler Cizre bodrumlarında diri diri yakıldı. Van’da 33 Kürt kurşuna dizilmişti. Uludere’de 34 Kürt çocuğu bombardımanda katledildi. 17 bin faili devlet olan cinayet işlendi (Mehmet Sincar, Vedat aydın, Muhsin Melik). Taybet Anne Silopi’de Sokak ortasında günlerce kanlar içerisinde yattı. Şêx Sait, Seyit Rıza idam edildi. Sayın Abdullah Öcalan’a ağır tecrit uygulanıyor. Tekrar altını çizmek gerekirse Cumhuriyet’in 80 yılda yaptıklarını AKP 20 yılda yaptı. Ve hiç utanmadan Türkiye halklarının gözünün içine bakarak ‘Kürt sorunu yok, biz çözdük’ dedi. Kürtler dün devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanıyordu, bugün AKP’nin mahkemelerinde düşman hukukuyla yargılanıyorlar. Kürt sorunu halkların ortak aklıyla çözülebileceklerken, güvenlikçi politikalarda ve eski yöntemlerde ısrar ediyor. Eğer bugün Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, eşitlik ve özgürlük sorunları çözülemiyorsa bu en çok da Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynağını alıyor. Sonuç olarak, AKP ve MHP’de Kürt sorununu çözemeyen ve tarihin çöp sepetine giden birçok parti ve siyasetçi gibi aynı akıbeti yaşayacaktır. Demokrasi güçleri âmâsız, fakatsız yan yana durmalıdır. AKP mağdur edebiyatıyla geldi. Yolsuzluk gerçekliğiyle gidecek.
 
“CHP’nin Kürt sorunu tespiti, tezkereye hayır deyişi ve düşüncelerinden dolayı tutuklu olan siyasetçiler hakkında fikir beyan etmesi, Türkiye siyaseti açısından son derece önemlidir. Önümüzdeki aylarda, yıllarda bu adımların seçimlere dönük taktiksel olduğu mu, yoksa bu konularda tepkisiz kaldığı yıllara dair bir öz eleştirisel yaklaşım mı olduğunu yaşayıp göreceğiz”
 
* Geçtiğimiz günlerde tezkere meclisten geçti. CHP tarihinde ilk defa, ‘hayır’ oyu kullandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bütün dünyada siyasi partiler kuruluşlarında, tüzük ve program aracılığıyla her konuya dair politikalarını beyan ederler. Bir parti kendisini sağ, sol, muhafazakâr, liberal vb. şekilde tanımlayabilir. Türkiye’de gelinen aşamada partilerin ideolojisi, politikaları tamamen nötrleşmiş durumdadır. Dolayısıyla sosyal demokratlardan beklenen, sağ muhafazakâr bir parti dile getirebiliyor ya da tam tersi yaşanabiliyor. CHP Türkiye’nin ilk ve en eski parti olması hasediyle önemli bir role sahiptir. Köklü geçmişine rağmen statükoculuğu aşamamış, kendi Rönesanssını sağlayamamıştır. Bu nedenle de bir türlü iktidar olamamış ve sürekli yerinde saymıştır. Ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorunu konusunda hiçbir somut proje üretememesi çok büyük bir talihsizliktir. 1989’da hazırladıkları Kürt sorununa dair raporda atıfta bulunmakla yetinmişlerdir. Bu duyarsızlık halkların çok ağır bedeller ödemesine neden olmuştur. Çünkü toplumun CHP’den beklentileri vardı. Geçmişin öz eleştirisi üzerine geliştirecekleri politikalar hem partilerini büyütecek hem de toplumsallaştıracaktı. Ancak bunların hiçbirini gerçekleştiremedi.
 
 Kürtler için küçük CHP için büyük bir adım
 
CHP 1938’den bu yana hala Dersim’e Dersim diyememiş bir siyasi partidir. Şimdi bütün bu eksik ve yetersizliklerden sıyrılarak yeni bir yol ve yöntem belirlemeye çalışıyor. CHP Genel Başkanı’nın eksik ve yetersiz de olsa sorunun adını doğru koyarak (Kürt sorunu demiş olması, Kürt halkı için küçük ama kendisi ve partisi için büyük bir adımdır) yıllardır sosyalist enternasyonelde olmasına rağmen TBMM’de görüşülen, ‘sınır ötesi’ tezkerelere evet demiştir. Başka ülkelerin sınırlarına işgal amaçlı kullanma arzusunda olan AKP’nin militarist politikalarına hizmet etmekten başka bir şey değildir. CHP’nin Kürt sorunu tespiti, tezkereye hayır deyişi ve düşüncelerinden dolayı tutuklu olan siyasetçiler hakkında fikir beyan etmesi, Türkiye siyaseti açısından son derece önemlidir. Önümüzdeki aylarda, yıllarda bu adımların seçimlere dönük taktiksel olduğu mu, yoksa bu konularda tepkisiz kaldığı yıllara dair bir öz eleştirisel yaklaşım mı olduğunu yaşayıp göreceğiz. Eğer CHP bu tarzda adımlarını cesurca atmaya devam ederse hem Türkiye siyasetinin önü açılmış olacak hem de Türkiye’nin başta demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda kronikleşmiş sorunları çözüme kavuşacaktır.
“AKP iktidarı ve erkek medyası da kullandığı eril, cinsiyetçi, zehirli dille kadınları hedef gösteriyor. Aslında kadının ölümü hak ettiği algısı yaratılıyor. Çünkü egemenler kadınlara karşı hep örgütlü yalanlar söyler.”
* Son olarak Kasım ayı kadınlar için önemli bir ay. 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü yaklaşıyor. Kadına dönük şiddet, katliam, tecavüz arttı. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz?
 
Dünyanın her yerinde 25 Kasım için kadınlar bir yandan hazırlık yaparken bir yandan da her gün katledilen hem cinslerinin tabutlarını omuzluyorlar. Biz tutsak kadınlar olarak bu yıl 25 Kasım’ı Afganistanlı kadınlara atfedilmesi gerektiğini düşündük. İnsanlık 21’inci yüzyılda bilimi, felsefeyi, aydınlanmayı, çağdaşlığı, evrensel değerleri, gerçek demokrasiyi ve ekolojiyi tartışırken Ortadoğu’da ve özellikle de Afganistan’da Taliban şahsında karanlık bir zihniyet sahneye çıkıyor. Kadın düşmanı bu erkek gürûh dünyanın gözü önünde kadınları yaşamın her alanından soyutlayarak eve kapatıyor. Nagehan Alçı gibi dışı modern içi karanlık kişiler de Afganistan’da canlı yayınlar yaparak, ‘Aaa o kadar da kötü değil’ diyebiliyor. Mirabel Kardeşlerden Saralara, Ekin Van’dan Hewrin Xeleflere ve Deniz Poyrazlara şiddet hep vardı ve maalesef hep olmaya devam ediyor.
 
Kadınlar kaderimiz buymuş klişesini reddediyor
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 21’inci yüzyılın cins çelişkisinin en yoğun yaşanacağı yüzyıl olarak belirlemesi son derece haklıydı. Şimdi ne kadar ön görülü olduğunu anlayabiliyoruz. Çünkü kadınlar her gün en yakınındaki erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Neden mi? Kadınlar artık hiç kimseye itaat etmiyor ve boyun eğmiyor, ‘kaderimiz buymuş’ klişesini reddediyor. Toplumsal rollerle ona içselleştirilen her şeyi bünyesinden atıyor. Artık nasıl yaşayacağına, ne giyeceğine kendisi karar vermek istiyor. Bundan kaynaklı da AKP iktidarı ve erkek medyası da kullandığı eril, cinsiyetçi, zehirli dille kadınları hedef gösteriyor. Aslında kadının ölümü hak ettiği algısı yaratılıyor. Çünkü egemenler kadınlara karşı hep örgütlü yalanlar söyler.
 
Kadınları her türlü angarya işi yapmaya itiyorlar
 
Kadınları aile içindeki görevlerini çocuk, yaşlı bakımı, temizlik ve her türlü angarya işi yapmaya itiyorlar. Kapitalist modernite yani faşizim, aydınlıktan ve kadın sesinden korkar. Bu nedenle zılgıt sesini soruşturma konusu yapar. Biz Kürt kadınları erkek şiddetinin yanı sıra en çok devlet şiddetine maruz kalıyoruz. Her gün köpekler eşliğinde evimiz basılıyor. Panzerlerle çocuklarımız eziliyor. Gözaltında her türlü işkence ve şiddete maruz kalıyoruz. Cezaevlerinde şiddetin her biçimini yaşıyoruz. Yol kontrollerinde saatlerce bekletilerek hak ihlallerine maruz bırakılıyoruz. Anadilimizin yasak olması bizler açısından en büyük şiddettir. Bu sebeple dünyanın neresinde bir kadın şiddete maruz kalsa biz onun acısını yüreğimizin derinliğinde hissediyoruz. Bu nedenle diyoruz ki; ‘hiç birimiz birbirimize benzemiyoruz. Lakin bizi birleştiren şeyler bizi ayıran şeylerden fazladır’. Hepimiz kardeşiz. Sevgili kadınlar bu 25 Kasım’ı da hüzünlü, üzgün, öfkeli ama kararlı karşılıyoruz. Devrimci bilgiyi devrimci eyleme dönüştürerek yolumuza devam edeceğiz. Dünyanın her yerinde gökkuşağının renkleriyle her türlü şiddete karşı direnişi kuşanıp katledilen her bir kadının hesabını soracağız.
 
Rojava halayını hep birlikte özgürce karşılayacağız
 
Biz politik kadın tutsaklar olarak yüreğimizi yüreğinize katarak alanlarda sizlerle birlikte olacağız. Tek bir kadının dahi şiddet görmeyeceği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü ahlaki politik yaşamı inşa ettiğimiz gün Las Tesis dansı ile Rojava halayını hep birlikte özgürce karşılayacağız.
 
Elazığ Cezaevi’nde bulunan 12 kadın arkadaşım adına alanlara çıkan ‘Yasta değil isyandayız, jin jiyan azadî’ diye haykıran kadınların yüreklerinden öpüyoruz.”
 
 
 

Etiketler:

Okumadan geçme!