'Birazdan kudurur deniz' ve kopar bir fırtına

  • 09:07 7 Şubat 2021
  • Medya Kritik
Reyhan Hacıoğlu
 
HABER MERKEZİ - Tarih 7 Şubat 2016. Birazdan TRT alt yazı ile "Cizre'de bir bodrumda 60 terörist etkisiz hale getirildi" diye bir son dakika haberi geçecek. Ve kısa süre sonra haber kaldırılacak ancak aynı saatlerde Kürt basını ve sonrasında raporlara da yansıdığı gibi 100'den fazla insanın diri diri yakıldığı ortaya çıkacak. 
 
Ve bir kaç ay sonra bir insan hakları savunucusu doktor (Şebnem Korur Fincancı), o bodrumlarda bir çocuğa ait olduğu anlaşılan bir çene bulacak, bir anne oğlunun yanık gözlüğünü ve başka bir anne duvarlarda oğlunun izlerini arayacak. Elbette bugün içinde bulunduğumuz koşullarda medyanın her haberi ayrı bir "Kritik" gerektirir. Ancak geçmiş yıldır diye geçti sanılan bazı haberler ve an'lar var ki sürekli tekrar edilmeli ve o dönem yaşananları gözden geçirmek için bir fırsata dönüştürülmeli. 
 
2015-2016 yılları arasında birçok kent ve ilçede yasaklar ve sonrasında başlayan çatışmalarla bölgede ağır bir döneme girildi. Biz gazeteciler için de hiç de kolay olmayan o süreçte, haber yapmak bir hayli zordu. Yaşanılan kayıplar, her gün servis edilen fotoğraflar ve işlenen savaş suçuyla yer yer kendimizi bir haberin ötesinde bir duyguyu yansıtırken buluyorduk. Belki ve keşke ilerleyen zamanlarda daha uzun konuşulması gereken bu durum, haliyle bazen istemeden olumsuz bir dilin gelişmesine de yol açıyordu bizler açısından; "Vahşet bodrumları" gibi... 
 
Bugün artık 1'incil güç konumunda olan basın sürekli iktidarın hedefinde ancak Kürt basını söz konusu olunca bu durum daha ağır bir gerçekliğe dönüşüyor. O süreçte muhalif yayınlar ya da "Dost" kurumlar yaşanılan ve yaşatılan baskılardan kaynaklı daha ama ve fakat'lı bir süreç izlerken, Kürt basını doğrudan ve direk alanı aktarıyordu; "Sur bombalanıyor", "Cizre'de cenazeler teşhir ediliyor", "Gever'de evler reyting için havaya uçuruluyor" gibi birçok manşet o günlerin akılda kalanlarından. 
Elbette durduğumuz nokta itibariyle tarafız ve güçlü de bir tarafız. Bu da haliyle farklı bir bakış açısı ve aynı zamanda hızlı bir karşı koyuş gerektirir. 21'inci yüz yıl savaşları artık sahada değil masa başında üretilip kontrol edilirken, basının rolü ve misyonu da önem kazanıyor. İşlenen bir haberin doğruluğu kadar ulaştırılmak istenen mesaj da önemli. 
 
Bugün birçok kanalda kadın haklarını savunan erkeklerin alt okumalarını da, İstanbul Sözleşmesi'ne kafa takan iktidarın amacını da, kadınları daha "makul" hale getirmeyi amaçlayan Kadın Üniversitelerinin hedefini de, Boğaziçi eylemlerini cinsiyet, ötekileştirme, kimlik üzerinden açıklamanın ve bunlar üzerinden siyaset üretmenin yolunu da, toplumun ihtiyaç duyduğu dayanışmayı "terörize" etmenin çalışmasının da ne anlama geldiğini en iyi bilenler olarak daha dikkatli ve özenli hareket etmek gerek.
 
Gramsci dil konusunda çok önemli çalışmalar yapan akademisyenlerdendi kuşkusuz. Ve aydın tanımında kendi aydınımızı yetiştirmezsek sistemin "Aydınının" bize daha mümkün bir dünya sunmayacağını ifade ederken, bugünleri işaret etmiş olsa gerek. Eğer kendi inandıklarımız doğrultusunda güçlü haberler ve karşı koyuşlar geliştirmezsek toplumu bir yerde iktidarın eline bırakan biz basın mensuplarının kendisi olacak. Bu yüzden bir noktadan sonra havuz medyası ve şunu şöyle yaptıları geçip, kendi gücümüze odaklanmak ve kendi eksikliklerimizi görme zamanı geldi geçti diye düşünüyorum. Yani kendi gazetecilerimizi yetiştirmek.
 
Özgür basının bu anlamda yeri doldurulamaz bir misyonu var yerleştirilmeye çalışılan kavramlar, getirilen bakış açısı ve kuşkusuz her arkadaşın emek ve fedakârlık boyutunda yaptığı gazetecilik ama daha iyisi, daha güzeli hep mümkün. Gelişim ve değişime karşı daha esnek daha atılgan bir çaba ile 120 yılı aşkın bir mirasın elbette kazanımı çok daha fazla olacaktır. Bu anlamda HAKİKAT mücadelesi vermek hele de basının bu kadar baskı altında olduğu bir coğrafyada elbette çok zor ve neredeyse her gün bir hastag bile olmayan birçok arkadaşımız gözaltı ve tutuklamalara ya da soruşturmalara maruz kalıyor. Bu elbette çalışmaları zorlayan bir nokta ancak ve ancak bir kişi kalsa bile her kurumda yayıncılığa devam etmiş bir gelen sanırım daha güçlü çıkışlar noktasında da gelmeli, gelecektir.
 
Günümüz genel yayıncılığı birçok noktada eleştirilebilir ancak şu örnek bile aslında ne kadar istenilirse istenilsin artık herkesin her şeyin farkında olduğunun göstergesi. 
 
Annem okuma yazmayı 50'sinden sonra öğrenen bir kadın ve siyaset programları izlemeyi, kendince yorum yapmayı da ayrı bir sever, her ne kadar gündüz kuşağı merakı da olsa. Geçenlerde sürekli izlediği bir kanalı değiştirdiğini görünce gayri ihtiyari; "Neden?";  "Çok yorum yapıyor, haber yok ki anlatılanda. Haberi verse ben anlarım ki ne olduğunu ama benim yerime yorum yapıyor. Ben de sıkıldım." 
 
Evet, herkes her şeyi görüyor ve biliyor. Geç mi kalındı? Fazlasıyla... Ama kullandığımız dil, ürettiğimiz kavramlar ve yansıtmaya çalıştığımız HAKİKAT hepsini aşacak güçte ve gelenekte. 
 
Ve dönersem başa en başa Bir Ahmet Kaya şarkısının tam ortasına; 
 
"Birazdan kudurur deniz
Birazdan dalgaların sırtından
Üst üste fışkıran rüzgârlar
Bir intikam gibi saldırınca üstüne" işte tam da o günlerde gazetecilik yapmak ayrı bir güç ve irade gerektiriyordu bizler için. Bugün Cizre'de katledilen onlarca insanın yıl dönümü. Gazetecilik ateşten bir gömleğe dönüşürken görevimiz olan hakikati o günlerde nasıl koruduysak bugün de aynı noktadayız. O yüzden yüzlerce kanal, gazete, ajans ve radyonun ne dediği topluma ne dayattığı elbette mühim ama bizim de gerçeği yansıtma misyonu ve görevimiz var en 'kritik' olan bu sanırım.