
Bakırköy Cezaevi’nden tahliye olan Fatma ve Şengül: Acil sağlık taraması yapılmalı
- 09:02 14 Haziran 2018
- Güncel
İSTANBUL - Bakırköy Kadın Cezaevi’nden tahliye edilen Fatma Akaltuğ ve Şengül Yüksel, baskı ve şiddet unsuru olarak kullanılan OHAL’in gerekçe gösterilerek birçok hak ihlalinin yaşandığını belirterek, başta Süreyya Bulut'un tüberküloz hastalığına yakalandığı Bakırköy Cezaevi olmak üzere tüm cezaevlerinde acil olarak kapsamlı bir sağlık taraması yapılarak, gerekli tedavi yöntemlerinin uygulanması gerektiğini belirtti.
Geçtiğimiz günlerde tutuklu bulundukları Bakırköy L Tipi Kapalı Kadın Cezaevi'nden tahliye olan ve tahliye sonrası eşyalarını almaya gittiklerinde kötü muameleye maruz kalan Şengül Yüksel ile Fatma Akaltuğ, cezaevinde yaşananları anlattı.
Barış Bloğu'nun 21 Ocak'ta yaptığı çağrı üzerine İstanbul Kadıköy’de düzenlenmesi planlanan "Savaşa hayır, barış hemen şimdi" açıklamasına katılan Fatma ve Şengül, açıklama öncesi bulundukları yerde gözaltına alınarak tutuklanmıştı. 4 ay cezaevinde tutulan Şengül ve Fatma, geçtiğimiz günlerde tahliye edildi.
‘Herkese aynı ilaç yazılıp gönderiliyor’
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul Şişli Şube üyesi Fatma Akaltuğ, cezaevine ilk girdiğinde tutulduğu koğuşta 22 kişinin kaldığını belirterek, daha sonra bu sayının 34’e çıktığını söyledi. “Koğuşun kapasitesi 22 olmasına rağmen şimdi 40'a çıkarmayı düşünüyorlar" diyen Fatma, gözaltında maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerden kaynaklı psikiyatriye gitmek istediğini ancak gittiği psikiyatrinin kendisini psikoloğa yönlendirdiğini ifade etti. Psikoloğun da hiçbir şey yapamayacağını ve bu durumu kendi başına aşması gerektiğini söylediğini dile getiren Fatma, muayene için isim yazdıranların aylar sonra muayeneye gidebildiklerini belirtti.
Fatma, muayeneye giden herkese neredeyse aynı ilacın yazılıp gönderildiğini aktardı.
‘Acil olarak kapsamlı bir sağlık taraması yapılmalı’
Tüberkülozun (verem) da bu şekilde geliştiğini dile getiren Fatma, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Süreyya Bulut arkadaşımız yaklaşık 2-3 hafta boyunca halsizlik, iştahsızlık olduğunu ve öksürük başladığını söylüyor, doktora gitmek istiyor. Revirde kendisine hiçbir şeyi olmadığı söyleniyor. Fakat sonrasında öksürüğüyle kan geliyor ve tüberküloz belirtileri görülüyor. Buna neden olan bir sürü etken var cezaevinde. Yetersiz beslenme, havasızlık, dar alan gibi nedenler. Yeterince havalandırmaya çıkılmadığı taktirde her türlü hastalık söz konusu olabiliyor. Kaldığımız alanlar dar olduğu için hastalığın bulaşma riski de artıyor. Şu an hastalık görüldüğü için öncelikli olarak Bakırköy Cezaevi’nde sonrasında da tüm siyasi tutsakların bulunduğu cezaevlerinde Adalet ve Sağlık Bakanlığı'nın çok acil bir şekilde geniş kapsamlı bir sağlık tarama yapması ve gerekli tedavi yöntemlerini uygulaması gerekiyor. Bunun bir an önce yapılması çok önemli."
‘Tutsak hastaneye girdiği anda yalnızca hastadır’
Revirdeki Aile Hekimi’nin uzmanlık gerektiren hastalıklara bakamadığını ve gerekli bölüme sevk yaptığını kaydeden Fatma, "Arkadaşlarımız gittikleri hastanelerde çok ciddi sorunlar yaşıyorlar. Özellikle diş hastanesinde bu sorun iki katına çıkıyor. Röntgen teknisyeni dahi hastanın kelepçesini açtırmıyor. Ne doktorun ne de herhangi bir hastane personelinin öyle bir hakkı yok. Hastayı kelepçeli muayene etmeleri yasal değil. Bu insan hakları açısından baktığımızda da bir problem, uluslararası sözleşmeler kapsamında da problem. Tutsaklar hastaneye girdikleri anda yalnızca hastadır. Ve orada bulunan tüm çalışanların doktorundan hemşiresine, teknisyenine kadar hepsinin ona bir hasta olarak yaklaşması gerekiyor" dedi.
‘Edilen Hipokrat yeminine sadık kalınmalı’
Birkaç arkadaşının diş ağrıları çektiği halde diş hastanesine gidemediklerini vurgulayan Fatma, "Çünkü hastaneye gittikleri zaman doktor onları kelepçeyle muayene etmek istiyor. Ama siyasi tutsaklar kelepçeli muayeneyi insanlık dışı buldukları için bunu reddediyorlar. Diğer hastanelerde de durum çok farklı değil. Bu sorunun bir an önce giderilmesi gerekiyor. Hekimlerin ettikleri Hipokrat yeminine sadık kalmaları gerekiyor. Bütün sağlık çalışanları bu noktada duyarlı olmaya ve empati kurmaya çağırıyorum" ifadelerini kullandı.
Cezaevlerindeki insanların kısıtlı imkânlarla yaşadığını ve yoktan var ettiğini söyleyen Fatma, “Her biri birer yazar, ressam, şair olabilecek nitelikte insanlar. Bu insanların düşüncelerinden kaynaklı orada mahkûm edilmeleri ve insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları noktasında toplumdan duyarlı olmalarını istiyorum" ifadelerini kullandı.
'OHAL bahane ediliyor’
Şengül Yüksel'de, ilan edilen Olağanüstü Hal’in (OHAL) bahane edilerek Emniyet Müdürlüğü’nde ve cezaevinde çok fazla hak ihlalinin yaşandığını vurguladı. Tutsakların aylarca revir sırası beklediğini ve sonucunda sevk aldığını ancak onun da aylarca sürdüğünü belirten Şengül, "Gittiğinizde de hastalık zaten artık ilerlemiş oluyor. Cezaevlerinin kullandığı arabalar da çok kötü durumda. Saatlerce süren yolculuktan sonra hasta değilsek bile hasta olarak geri dönüyoruz" dedi.
'İçme sularından cam kırıkları çıkıyor'
Yemeklerin çok kötü ve sağlıksız olduğunu belirten Şengül, şöyle dedi: "Kantinde adli mahkûmlara her şey veriliyor fakat siyasilere kantin de çok sınırlı. Kantinden aldığımız şeyleri korkunç fiyatlarla veriyorlar. Üstelik de bunları dönüştürecek ne araç gerecimiz ne de muhafaza edeceğimiz buzdolabımız var. İçilen sulardan pas atıkları ve cam kırıkları çıktığına çok defa şahit olduk. Bunun dışında kendilerinin de itiraf ettiği gibi yemeklerin içine şap koyuyorlar ve bu da birçok hastalığa neden oluyor."
‘OHAL’i baskı ve şiddet unsuru olarak kullanıyorlar’
Halen tutuklu bulunan Özge Akyüz isimli hukuk öğrencisinin okuma hakkından mahrum bırakıldığını kaydeden Şengül, "Sınavları vardı ve ders kitapları için dilekçe yazabileceğini söylediler. Dilekçe yazdı ama ders kitaplarını içeri almadılar ve ‘OHAL var sınava götüremeyiz’ diyerek okuma hakkından mahrum bıraktılar. OHAL'i bize karşı şiddet ve baskı unsuru olarak kullanıyorlar" diye belirtti.
'Yemekten çok kitaba ihtiyaç var'
Kendilerine gelen mektuplara ancak günler ya da haftalar sonra ulaşabildiklerini belirten Şengül, "Bize gelen fotoğrafları ise hiç vermiyorlar ve ‘yasak’ diyorlar. Kitaplar sayılı alınıyor. O da idarenin seçtiği kitaplar alınabiliyor sadece. Bizim beğendiğimizi okuma şansımız yok. Ya da yakınımız herhangi bir roman ya da öykü gönderdiyse yönetim beğenmediği sürece o kitap bize ulaşmıyor. Ama içeride insanların yemekten daha çok ihtiyacı olan şey kitap. Bu durumun da bir an önce düzeltilmesi gerekiyor" dedi.
'Tutsaklar ceza almaları için mahkemelere götürülmüyor’
Cezaevinde hiçbir demokratik haklarını yerine getiremediklerini söyleyen Şengül, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Örneğin komşu ülkeye, Suriye'ye bir savaş ilan ediliyor devlet tarafından. O gün bilinçli mahkûm arkadaşlarımız kendi ülkemizin bir başka komşu ülkenin toprak bütünlüğüne saldırma hakkı yoktur diyerek bunu protesto ediyor ve açlık grevine giriyor. Yaptığımız açlık grevinden sonra cezaevi yönetimi aylarca aile görüşümüzü ve mektuplarımızı yasaklıyor. Bize alenen diyorlar ki sizin hiçbir şeyi protesto etme hakkınız yok. Kendimizi anlatma, kuralları hatırlatma gibi bir şansımız yok. Mesela bazı mahkemelere bizi götürmüyorlar. ‘Ne oldu’ diye soruyoruz ‘gerek yok biz böyle karar verdik’ diyorlar. Bazı mahkemelere katılmadığı için kilitlenen ve arkadaşlarımıza mahkûmiyet olarak dönen davalar oluyor. İçerideki arkadaşlarımızı dışarı çıkarmamak için uyguladıkları yeni bir yöntem bu. Hakları olduğu halde mahkemeye götürmüyorlar."