Figen Yüksekdağ: AKP freni patlamış kamyon gibi durdurmamız lazım

  • 09:01 4 Haziran 2018
  • Siyaset
Habibe Eren 
 
ANKARA -Tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, “cumhur” ve “millet” ittifakından çok önce HDP'nin “halklar ittifakı”nı kurduğunu belirterek, “Bu akıl, vicdan dışı gidişi durdurma anı gelip çatmıştır. Onların ‘devam’ demesi freni patlamış bir kamyonun devam demesi gibidir; kendisi duramaz, bizim durdurmamız lazım. Öyleyse durduralım; TAMAM. 2018 seçimlerine kadınlar, güçlü bir ittifakla, kazanmak için giriyor ve mutlaka kazanacak” dedi. 
 
Kandıra 1 Nolu F Tipi Kadın Cezaevi’nde bir buçuk yılı aşkındır tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 24 Haziran seçimlerine ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı. 
 
* Türkiye erken seçime sadece ekonomik kriz ve siyasi kaos ortamında değil ayrıca Olağanüstü Hâl (OHAL) ortamında kadın kazanımları ve kadın kurumlarına yapılan saldırılarla gidiyor. Böyle bir ortamda yapılacak seçimi nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Türkiye’nin sürüklendiği koşullar içerisinde yapılacak hiçbir seçimin, asgari demokratik şartlara uygun olmayacağını meşru sayılmayacağını defalarca belirttik. Bugün baktığımızda bu sorunların pratik örnekleriyle daha derinleştiğini görüyoruz. İktidar ve küçük ortağına serbest olan her şey muhalefete yasak. Ellerindeki darbe ve faşizm sopasıyla seçim kampanyası yapıyorlar. Tüm bu nedenle OHAL kaldırılmadı zaten. Asgari demokratik şartlarda seçimin kaderi hukuki ve siyasi adalete, bununla sandıklara bağlı olur. Ama bugün Türkiye’deki iktidarın tasarrufuna bağlı. Seçim sürecinin bütün aşamalarına müdahale ettikleri gibi bir KHK’yle darbeci müdahalelerde bulunabilirler. Muhalefet ikna söylem ve araçları yerine, saldırı söylem ve araçlarını merkezine almış bir iktidara karşı ve olağanüstü eşitsizlikle baskı ortamında seçim çalışması yürütmek zorunda. 
 
Ne varki iktidarın muhalefet üzerinde kurduğu ağır baskı ve silahların üstünlüğü büyük bir kriz yarattıkları, yaşadıkları gerçeğini değiştirmiyor. Siyasi olarak zaten uzun zamandır ülkeyi savaş, darbe ve kaosun ardından sürüklüyorlardı. Buna bir de ekonomik kriz eklemeden, seçimi ‘baskın basanındır’ usulü yapıp kurtulmak istediler ama olmadı. Olağanüstü, kötü, antidemokratik şartlarda gidilen seçim, eğreti tutturulan vidaları da fırlattı ve Türkiye’ye siyasi bir krizin yanı sıra şiddetli bir ekonomik krizinde kıyısına geldi. AKP-MHP ittifakı yine kendi yarattıkları krizin faturasını halka ödeterek ve en iyi yaptıkları şiddet, talan yalan baskı politikalarının dozunu yükselterek bu durumdan sıyrılmaya çalışıyor. 
 
Ağır antidemokratik seçim koşulları kadınlar açısından iki kat daha ağır yansıyor tabi. Kadınların can güvencesi yok. Siyasi temsiliyet mekanizmalarından kadınları söküp atmak için HDP ve DBP nezdinde çok kapsamlı bir operasyon yapıldı. Belediyelere kayyum atanıp eşbaşkanlık kurumu gasp edildi. Bu süreçte sadece belediyelere bağlı kapatılan kadın kurumunun sayısı 43. Bunun yaklaşık iki katı da kadın kurumu kapatıldı veya çalışamaz duruma getirildi. İktidarın ve OHAL darbe düzeninin, bilinçli örgütlü hak sahibi kadına özel bir düşmanlık beslediği sır değil. Seçim şartlarında bu düşmanlık ve tahammülsüzlük daha belirginleşiyor. İktidar kadınların özgür, bilinçli, siyasi iradesinin seçimlere ve sonuçlara etkilerinin yansımaması için seçimden önce elinden ne geliyorsa yaptı. Örgütlü ve bilinçli özgür kadının sonlarını getireceğini biliyorlar bu nedenle kadın örgütlenme ve dayanışma odaklarının sonunu getirmek için saldırdılar. Bugün seçimin adil ve demokratik yapılmadığının en güçlü göstergesi kadın iradesinin özel olarak OHAL saldırılarıyla hedeflenmiş ve ketlenmiş olmasıdır. Kimse kadınların özgür ve örgütlü katılamadığı seçimlerin hakkaniyetli ve meşru olduğunu söyleyemez. Ama kimsede kadınların seçime haksızlığa, gayri meşruluğa ve saldırılara karşı mücadele bilinciyle katılımını engelleyemez. Aksine bugün daha sağlam bir kararlılıkla ve var olan durumu değiştirmek için seçim mücadelesine katılmak gerekiyor. Kadınların saldırılara güçlü cevabı bu olacaktır. 
 
* Seçim tarihinin netleşmesi ile birlikte kampanyalarının startını veren partilerin vaatlerini ve söylemlerini nasıl görüyorsunuz? AKP’nin “seçim manifestosu” topluma ne vaat ediyor?
 
AKP’nin ‘seçim manifestosu’ ve en son açıklanan bildirge, içeriğinden çok ruh haliyle dikkat çekiyor. Çıkmaza girmiş, topluma vaat edecek yeni bir şeyi kalmamış, 17 yıldır her türlü güç ve olanağa sahip iken yapmadıklarının seçim ambalaj kağıdına sarıp vaat paketi diye yutturmaya çalışan, pişkin, kendini tekrar etmekten yorgun ve sıkıcı bir ruh hali var. Bizzat Erdoğan ve onu dinleyenlerin dediklerine bakılırsa, artık konuştuklarından kendileri bile sıkılıyor. İçte de dışta da enerji uyandırmadığı açık. Ruhu alınmış, geriye kalın kabuğu ve koca gövdesi kalmış bir siyaset gerçeği öne çıktı. Seçim söylem ve sloganları AKP-Saray iktidarının ruh durumunu iyi özetliyor aslında. ‘Güçlü Meclis, güçlü hükümet, güçlü Türkiye’ derken kendi güç saplantılarını ve daha fazla güçten başka düşünecek bir şeyleri kalmadığını ilan ediyorlar. Erdoğan ve AKP 2018 seçimlerinde tepeden tırnağa her yeri zapt edecek mutlaka güç istiyor. Bugüne kadar elde ettikleri gücün Türkiye’ye bedeli ağır oldu, bundan fazla gücün sonuçlarını siz hesap edin. 
 
Vaat ve söylemlerine bakılırsa siyasi üretkenliğini tamamen yitirmiş, çıkar, baskı ve kaba güç ilişkilerinin bir arada tuttuğu, akli ve manevi yetilerini ‘tek adama’ teslim etmiş, sürekli düşman algısıyla yönetilen, düşman yaratmadan ve saldırmadan damarına kan yürümeyen güç sarhoşu-müptelası olmuş ve bütün müptelalar gibi tüketim nesnesine sahip olamayınca kendisine de çevresine de zarar veren bir iktidar resmi var karşımızda. Bu resmi görüp de bundan sonrası için sağlıklı bir icraat ve davranış tarzı beklemek mümkün değil. Seçim bildirgesi ilanı da AKP’nin Türkiye gerçeğinden ve iktidarı sürdürme dinamiğinden ne kadar koptuğunun ilanıdır aslında. Kendisi çeyrek yüzyılda fazla iktidarda değilmiş gibi vaatler sıralamalar, bayağı seçim öncesi rüşvet teklifleriyle AKP menşeili ekonomik ve siyasi krizi örtmeye çalışmalar. Cemevlerini, Alevilerin başına yıkan kendileri değilmiş gibi şapkadan birdenbire cemevlerine yasal statü sözü çıkarmalar, (ayrıca bunun altından esas olarak tarikatlara resmi devlet sözü verme çıkarsa şaşırmayın) memleketin hukuk ve yargı sistemini perişan edip bağımsız yargıdan söz etmeler ve daha birçok söylem, iktidarın ne kadar gerçekten uzak absürt bir hale geldiğini gösteriyor. Zaten dikkat çekici bir vaatlerinden Türkiye boyutundan kopup Antartika boyutuna geçtiklerini de anlamış bulunuyoruz. Memleketteki bilim merkezlerini, üniversiteleri yerle bir eden en nitelikli, bilim insanlarını ihraçlarla, baskıyla akademik, kırımdan geçiren AKP ve Erdoğan bilimsel gelişme olasılıklarını da Antartika mesafesine sürüyor. 
 
Sonuçta bugün AKP ve Erdoğan OHAL’den ‘tek adam’, ‘tek parti’ baskı düzeninden savaş, kriz, ağırlaştırılmış sömürüden başka bir şeyle seçmen karşısına çıkmıyor. Bu koşullarda önemli olan adalet, toplumsal vicdan, barış, dayanışma, paylaşma, hak eşitliği ideallerini Türkiye’nin yükselen gücü ve değerlerine dönüştürmesidir. HDP dışındaki muhalefet partilerinin söylem ve bildirgelerine baktığımızda, belirgin bir çıkış göremiyoruz. AKP- MHP ‘Cumhur ittifakı’nı, kapsamlı köklü bir demokrasi programıyla ve onu uygulayacak iradeyle aşmak mümkün. CHP ve Saadet cephesinden sıralanan demokratikleşme ve özelde en kritik konu olan Kürt sorunun çözümü bağlamındaki vaatlerinin seçim taktiği ya da sorunun özünden kopuk olmaması önemli. HDP dışındaki merkez muhalefet partilerinin çok yakın dönemde Efrin sürecindeki tutumları hala ortada. Buna birde HDP’nin ittifak sürecinde tecrit edilmesi eklendi. ‘Millet ittifakı’ bileşeni partilerde de bazı farklara rağmen temelde kendi statükolarını aşan, çıkış yapma cesaretleriyle toplumda enerji yaratan bir tablo sergileyemedi bugüne kadar. 
 
* AKP-MHP’nin “cumhur ittifakı”na karşı CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi ve Demokrat Parti “millet” adını verdikleri ittifakta mutabakata vardı. Ancak bu iki ittifak “HDP’ye karşı kurulan bir ittifak” olarak yorumlandı. Bu ittifakları ve “Benim ittifakım ezilen halklardır” diyen HDP’nin seçim stratejini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
7 Haziran 2015 tarihinden bu yana sadece iktidar cephesinden değil egemen siyaset statükodan doğru HDP’yi hazmedeme, hizaya çekme, tecrit ve tasfiye etme yönelimi hep oldu. Dozu birbirinden farklıydı sadece. HDP’nin güçlü bir hamleyle Meclis’e, merkez siyaset kurumlarına girmesi, herkesin rutinini, şirkete ve mesleğe dönüşmüş siyasi parti ezberini bozdu. Ayrıca HDP güçlü bir yönetim alternatifiyle ve radikal demokrasi programıyla, verili düzen iktidarı ve muhalefeti karşısında halklarımız için üçüncü bir yol açtı. Seçeneksizlik durumuna son verdi. Önce binaları, mitingleri bombalanan, sonra Meclis’te ‘flu görülen’ linç saldırılarına uğrayan, ardından “Anayasaya aykırı” olsa da vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanan bir parti olarak HDP egemen siyaset tarafından hep saldırı ya da daha insaflı türden tecrit yaklaşımıyla karşılaştı. Bugünkü politik dizilime bakılırsa, esasta aynı yaklaşım kendini sürdürüyor. Egemen siyaset yine iki eksene çakılıp kalmış ve HDP üçüncü ve tek demokratik eksen durumunda. Ayrıca ikisi de sağda konumlanmış ‘cumhur’ ve ‘millet’ ittifakları karşısında tek ve gerçek sol demokratik alternatif. Bu nedenle HDP siyasette yaşanan sağ-milliyetçi enflasyonunun zararlı sonuçlarını toplum lehine ortadan kaldırabilecek tek güvencedir. Bu nedenle gerek Sayın Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adaylığı gerekse de HDP’nin seçimdeki varlık ve iddiası konjonktürel bir durumun ötesinde tarihsel bir misyon ve temsiliyetin ifadesidir. HDP en çok saldırı altında olduğu, ağır kayıplar verdiği bir dönemde de siyaseti düzenliyor, emekçi sol eksenin yeni ve ileri düzeyde kurulmasının toplunun esaslı bir seçeneğe kavuşmasının zemini oluyor. 
 
Bu düzey, öncelikli ve temel ittifakı ezilen halklarla, kadınlarla, gençlerle, Alevilerle, Kürtlerle, tüm ulus ve inançlardan toplumsal dinamiklerle, emek- demokrasi güçleriyle kurmuş olmanın bir sonucudur. HDP’nin varlığı ve yapısı, halklarımızla ve tüm ezilenlerle kurulan ittifaktan doğmuştur. 2012-2013 döneminde Halkların Demokratik Kongresi’nin kuruluşuyla ortaya çıkan taban ittifakı ve buna paralel koalisyon ve birleşik örgütlüme zemini HDP’yi yaratmıştır. Yıllar boyunca da genişleme ve halka dayanma çizgisi korundu. Yani ‘cumhur’ ya da ‘millet’ ittifakından çok önce HDP ‘halklar ittifakı’nı kurdu ve hiçbir al-ver hesabına, taktiksel dar görüşlülüğe tenasül etmeden, halkları birleştirmek amacını her şeyin önüne koyarak ilerlerdi. Bugün de soldaki en geniş ittifakı kurarak, ezilen halklarla en zorlu şartlar altında kurduğu ve geliştirdiği bağa güvenerek ilerliyor. Seçim siyasetinde HDP’yi tecrit ve tasfiye etmek isteyenlere verilen en güçlü cevap budur. 
 
* Aralarında sizin de bulunduğu birçok vekil, halkın iradesiyle Meclis’e gönderildi ancak sonrasında işleyen süreçte bir müdahale söz konusu oldu ve vekilleriniz düşürüldü. Türkiye’de sandıkların meşruluğu ne durumda?
 
Milletvekilliklerinin düşürülmesi gayrimeşru olmanın ötesinde halkın iradesine yapılmış açık bir darbe. Dokunulmazlıkların sadece HDP için kaldırılması da meşru parti faaliyetlerinden ötürü vekillere ceza verilip yargı yoluyla tasfiyeye uğratılması da anayasal temel haklar çiğnenerek, darbeci bir anlayışla gerçekleştirildi. İktidar seçmenin ve seçilmişin sandıklardan çıkan meşru ve tek geçerli iradenin çiğnenmesini sıradan bir faşizm uygulamasına dönüştürdü. Halka da ‘siz seçseniz bile ben düşürürüm, darbe yaparım’ mesajı vererek demokratik siyasete güven ve beklentiyi korumak istiyor. Bize düşen, iktidarın gayrimeşruluğuna karşı mücadele çıtasını yükseltmektir. Gerek oy verme aşamasında gerekse de milletvekilliği ya da yerel yönetim kazanımlarının gasp edilmesi karşısında meşru itiraz ve tepkiyi öne çıkarmaktan başka seçenek yok. 
 
* Cumhurbaşkanı adaylarının profilini nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçimlere iki sağ ittifakla gidildiğini ve tek sol adayın kendisi olduğunu belirten Selahattin Demirtaş’ın adaylığını ve koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Profili en farklı Cumhurbaşkanı adayının Selahattin Demirtaş olduğu kesin. Bir kere cezaevinden seçim kampanyası yürüten ve kendi deyimiyle ‘hiç yorulmadan’ diğer 5 adaya fark atabilen bir profil. Hepsinden önemlisi Demirtaş’ın adaylığı hapsedilemeyen haklılığımızdır, milyonların faşizm duvarıyla zapt edilemeyen iradesidir. Birinin olağan bir durumdaki adaylığından bahsetmiyoruz.  Sayın Demirtaş tüm tutuklu siyasetçilerle birlikte, milyonlarca insanın iradesini temsil etmekten suçlu bulundu ve bugün cumhurbaşkanı adaylığıyla hepimiz adına bunun bir suç değil onur olduğunu ve ne yaparlarsa yapsınlar teslim alınamayacağını yenilmeyeceğini tarihe ilan ediyor. Bu nedenle Demirtaş’ın adaylığı sadece mağdurluğumuz değil aynı oranda gücümüzdür. Evet, tek sol aday olarak ve solun desteklediği tek aday olarak da mağduriyet yaşayan, haksızlığa uğrayan hayalleri geleceği hapsedilen milyonların umudu ve kazanma azmini temsil etmektedir.
 
Adayımızın koşullarına gelince, ne kadar büyük bir adaletsizlik ve ahlaksızlık yaşandığını uzun uzun anlatmaya gerek yor, zira bütün çıplaklığıyla ortada. Sadece bu koyuları yaratanlar, dayatanlar, utanmayı bilmiyorlar. Ama sonuçta bu ayıp onların suç defterine yazılacak. 
 
* Şimdiye kadar açıklanan vaatlerde ve izlenen seçim stratejisinde bir kez daha kadının esamesi okunmazken, HDP’nin kadınlara aday adaylığı çağrısı oldu. 24 Haziran sürecinde HDP’nin en önemli ittifaklarından biri de kadınlar olacak diyebilir miyiz?
 
2018 seçiminde de HDP’nin kadın partisi olma iddiası hem programına hem aday listelerine güçlü biçimde yansıdı. Elbette diğer partilerin çok üstünde bir oranla kadınlar HDP listelerinde temsil ediliyor ama bizim açımızdan da yüzde 40’ın üstüne çıkamamak gibi bir eksiklik var. Tabii bu seçimde diğer partilerdeki temsil oranı gerilerken, HDP’nin kadınlar açısından daha zorlu koşullarda bu düzeyi yakalaması çok önemli. Elbette söz konusu düzeyde HDP’nin kendi içinde ve birleşik kadın özgürlük mücadelesinde biriktirdiklerinin ve gelişiminin meyvesi. Birçok mücadele deneyimini ve bileşimini içeren Kadın Meclisimizin emeğinin çabasının sonucu. Hepsinden önemlisi de kadın mücadelesine, birleşik kadın hareketine ve çok çeşitli ittifaklara dayanmasının ürünü. 
 
* Kadın örgütleri, kazanımlarının gasp edilmesine karşı bu seçim sürecinde nasıl bir yol izlemeli? Güçlü bir kadın ittifakı ve örgütlülüğüne 24 Haziran seçimleri vesile olabilir mi? 
 
2018 8 Mart’ında, miting meydanlarında dile getirilen bir hedef olarak ‘kadın ittifakı’, bugün seçim sürecinin ana belirleyeni olacaktır. Tabandan tavana kadar her yerde her düzeyde kadın müdahalesi ve değişim enerjisi sürece yön verecektir. ‘Kadın ittifakı’ ya da ‘halklar ittifakı’, tek tek örgütlerin, partilerin ötesinde on binlerin, yüz binlerin, milyonların ittifakıdır. Sandıklarda 200 bin kadınla, sokaklarda coşkulu ve şen kadın eylemleriyle, her eve uzanan kadın eli, kucaklayıcılığıyla ve adaylık-temsiliyet aşamasına kadınların yüksek ve nitelikli katılımıyla somut biçimler alır. Kadın dayanışmasının politik bir biçimidir. Erkek egemen iktidar tarafından gasp edilen bütün kadın haklarını geri alırsak, her gün kadınlar öldürülürken aymazca konuşan erkek siyasetçilerden hesap sormak yaşam, özgürlük, emek güvencesine ulaşmak için seçim sürecinde gelişen ‘kadın ittifakı’, kadın kurtuluş mücadelesinde kazanma odaklı çizginin gelişimine de esaslı bir katkı sunuyor. Bu nedenle 2018 seçimlerine kadınlar, güçlü bir ittifakla ve kazanmak için giriyor ve mutlaka kazanacak. 
 
Her seçim dönemi örgütlenmek ve örgütlülüğü geliştirmek için bir fırsattır. Bütün kadın kurumları ve örgütlerinde bu bilinçle seçim sürecine girdiğine inanıyorum. Kapatılan, yasaklanan kadın kurumları ve hareketlerinin yerine sokaklarda, evlerde, işyerlerinde, okullarda, medyada güçlü biçimde yeniden doldurmak için bir olanak ve enerji alanı açıldı. Hepimiz buraya yoğunlaşmalıyız. Kadınlar açısından bir hayat memat dönemi yaşanıyor. Toplum ve seçmen kitlesinin yarıdan fazlasını oluşturup da varlığı kırım tehdidiyle yüz yüze olan tarihsel ve rutin bir ayrımcılık yaşayan, sadece cins kimliği nedeniyle zulüm ve sömürünün sayısız halini ezberleyen kadınlar için politik ve toplumsal kurtuluş varlık amacı haline geldi. Bu da örgütsüz başarılamaz. 
 
Son dönemde yaşanan ağır saldırılara rağmen kadın hareketleri ve kitleleri mücadele düzeyini korudu ve yer yer ilerletti. Ama kadının bedenine, kimliğine, emeğine, yönelik iktidar merkezli yürütülen yok edici saldırı ve müdahaleleri geri püskürtebilmek için daha fazlasına ihtiyaç var. Bu yanıyla seçimde sandıklardan kazanarak çıkmak, kadınların oyunu desteğini almak kadar, kadını bu süreçte ne kadar özneleştirdiğimize örgütlü gücünü siyaset ve toplumsal yaşamdaki iradesini ne kadar büyütüp, sağlamlaştırdığımıza da bakmalıyız. Seçim sürecinin HDP açısından daha verimli bir zemin olduğuna inanıyorum. Özellikle siyasi soykırım operasyonlarının öncelikli hedefi olan Kadın Meclisimizin yeniden örgütlenmesi, güçlendirilip yaygınlaştırılması bakımından güçlü bir irade sergilenmeli. Seçim zemininde gelişen ‘kadın ittifakı’ ise seçimin ardından kendisini sürdüren ve kazanımları ardından kendisini sürdüren ve kazanımla birlikte sadece dönemsel değil, tarihsel stratejik rol oynayan bir ufka ve hazırlığa sahip olmalı. 
 
* Bu süreçte soru işaretleri yaratan bir diğer önemli konu “seçim güvenliği.” Özellikle OHAL uygulamalarından en fazla nasibini alan Kürdistan başta olmak üzere ülkede kurulacak sandıklara gerçek iradenin yansıması için kadın ve sivil toplum örgütlerine nasıl bir görev ve sorumluluk düşüyor? 
 
Seçim ve sandık güvenliği konusunda tam bir demokratik seferberlik ruhuyla hareket edilmeli. Kadınların bu savunma hareketinde özel bir yer tutması da doğru ve gereklidir. Değişik dönemlerdeki deneyimlerimizden kazanımların savunulması aşamalarında kadınların daha kararlı ve titiz, disiplinli bir çalışma sergilediğini biliyoruz. Elbette hiçbir hakkı ve seviyeyi kolay elde etmeyen kadınlar, bunları savunmak konusunda da daha cüretli davranmak zorunda. Bugün HDP’de ifadesini bulan, kadınların yaşam, özgürlük programı ve Meclis’te yüksek temsiliyet, seçim güvenliğine dönük saldırılar nedeniyle tehdit ve baskı altında. Bu nedenle seçim güvenliğini ve sandıkları savunmak esas anlamda kadın yaşam ve özgürlüğünü, temsiliyetini temel hayati haklarını savunmak demektir. Ayrıca seçim ve sandık güvenliği sorununun öncelikli olarak HDP açısından geçerli olduğunu dikkate alırsak, sandıklarda HDP oylarının korunması, seçimin toplam meşruiyetinin de temel ölçüsüdür. Dolayısıyla sandık güvenliğinin sağlanması mücadelesi sadece kadınların ya da HDP’nin değil bütün muhalefetin ve sivil toplumun öncelikli görevi olmalıdır. Başta olmak üzere, Türkiye’de bir parça demokrasiye inanan herkes, seçim günü büyük bir taban inisiyatifi geliştirme, halkların ve kadınların siyasete etkin katılım ve denetim enerjisini uyandırma göreviyle yüz yüzedir. Bütün saldırı ve engelleri aşarak oy vermek ve politik mücadeleci bilinçle oyunu, iradesini savunarak 2018 seçimlerinin kritik halkasıdır. 
 
* En son AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Milletim 'Tamam' derse, kenara çekiliriz" sözleri toplumda geniş bir yankı buldu ve kısa sürede milyonlar “TAMAM” gerekçelerini birçok mecrada dile getirdi. Sizin bu duruma ilişkin mesajınız nedir?
 
Milyonlar Erdoğan’a ‘TAMAM’dan fazlasını dedi. Milyonlarca insanın ‘TAMAM’, ‘sıkıldık’ haykırışlarına ille de ‘devam’ diye cevap vermek için kösele mahsulü bir yüze sahip olmak gerek. O da bu iktidarda var. Son seçimde o kadar zor, olanağa, şaibeye rağmen bıçak sırtı seçim aldılar, iktidarda kalma hırsıyla ülkeyi krizden krize sürüklediler ve hala bundan ‘sıkılmıyor’, ‘TAMAM’ demiyorlarsa, onların yerine tamam deme ve bu akıl, vicdan dışı gidişi durdurma anı gelip çatmıştır. Onların ‘devam’ demesi, freni patlamış bir kamyonun ‘devam demesi’ gibidir; kendisi duramaz, bizim durdurmamız lazım. Öyleyse durduralım TAMAM.