‘Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit evrensel hukuk kurallarına aykırı’

  • 18:33 16 Şubat 2021
  • Güncel
İZMİR - HDP Kadın Meclisi’nin İzmir’de düzenlediği panelde tecridin bir savaş politikası olarak en çok kadınları etkilediği belirtilirken, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin evrensel hukuk kurallarına aykırı olduğu dile getirildi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Kadın Meclisi İzmir Sanat Merkezi’nde ‘Tecrit, açlık grevleri ve hak ihlalleri’ başlığı ile panel düzenledi. HDP Batman Milletvekili ve Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Eşbaşkanı Şükran Öztürk’ün konuşmacılığını yaptığı panelde HDP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Özdamar kolaylaştırıcılığını sağladı. Panelde  Türkiye’de bulunan 120 cezaevinde 7 Kasım 2020’den bu yana devam eden süresiz dönüşümlü açlık grevlerine ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin nedenleri üzerinde duruldu.
 
‘Türkiye gardiyanlık görevi görüyor’
 
Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’dan bu yana dünyada başka örneği olmayan şekilde tecritte tutulduğunu ifade eden Ayşe, sürecin 1982’de uluslararası komplo ile Suriye’den çıkarılıp Türkiye’ye getirilmesi ile başladığını dile getirdi. Bu sürecin egemenler açısından da büyük bir planın parçası olduğunu ifade eden Ayşe, “Halkları birbirine kırdırma, Mezopotamya ve Ortadoğu’da yaşamı yok etmeye dönük savaş ortaya çıktı. Dönemin başbakanı da şaşırdı. Neden teslim edildiğini anlamlandıramadıklarını ifade etti. Aslında Türkiye rejim açısından bir gardiyan görevini görüyor. Bu sistemin yürütülmesi ile görevlendirilmiş” diye belirtti.
 
‘Türkiye’nin yasalara uymamasına tepki gösterilmiyor’
 
Yeni bir yüzyıl inşa etme planında ulus devleti kendi varlığı üzerinden korumak ve kadın devrimi olan Rojova’yı boğmak için İmralı üzerinde baskı uygulandığını ifade eden Ayşe, uluslararası hukuk kuralları bağlayıcı olsa da Türkiye’nin bu hukuk kurallarını işletmemekte ısrarcı olduğunu dile getirdi. Türkiye’nin CPT’nin  ve AİHM kararlarına uymakla sorumlu olduğunu hatırlatan Ayşe, “Ama uluslararası alanda da tepki yok. Bu Türkiye’nin de içinde olduğu egemen güçlerin yürüttüğü siyasetten kaynaklanıyor. 2013-2015 yılları içinde müzakere sürecinde 40 yıldır bütün varlığımız yok eden kutuplaştıran bir arada yaşama umudunu zorlayan politikalarından uzak 2 yıllık süreç yürütüldü. Ortadoğu’da dünya açısından etkisini gördük. 2 yıllık süreç içinde müzakere yöntemi kısmi demokrasi olduğu için kadınlara yansımasını da gördük” şeklinde ifade etti.
 
‘Tecrit bir savaş politikasıdır’
 
Tecridin bir savaş politikası olduğunu ve 5 Nisan 2015 AKP-MHP ittifakından sonra çözüm politikalarından vazgeçildiğini, ağırlaştırılmış tecrit koşullarının, kayyımların atanmasının gündeme geldiğini ifade eden Ayşe, “Tecrit rejimi cezaevlerinde sistem olarak uygulandı. Cezaevleri marşların, ayakta sayımların tek tip kıyafetlerin dayatıldığı birer toplama kampı gibi. Düşüncemiz tecrit altında. Boğazici öğrencileri kayyım rejimine karşı çıktığı için tecrit altında” diye kaydetti.
 
‘İlk hedef kadınların iradesi’
 
Bütçenin savaşa akıtılmasının sonuçlarını kadınların yaşadığını ifade eden Ayşe, kadınların daha da yoksullaştığını, erkek egemen devlet anlayışının ve faşizmin kurumsallaşmayı dayattığını söyledi. İstanbul Sözleşmesi’nin gündeme getirildiğini belirten Ayşe, “İlk hedef kadınların iradesini teslim almaya çalışıldı. Meclisin kendisi bir müzakere alanı değil faşist ittifakın kendi siyasetini yürütmesi için bir alan ifade ediyor. Rojava’da kadın özgürlükçü ekolojik farklı kültürlerin bir arada yaşaması için yeni bir yaşam örülüyor. Tam da bu nedenle uluslararası güçler seyirci kaldı. Demografik yapının değiştirildiği onlarca kadının kayıp olduğu köle pazarlarında satıldı ve uluslararası güçler sessiz kalıyor. Aslında bu yeni fikir tecrit altında” diye belirtti.
 
‘Kadınların kazanımları hedef alınıyor’
 
Kayyım rejiminin fetih anlayışıyla yaklaşarak ilk olarak eşbaşkalığı ve kadın kurumlarını hedef aldığını dile getiren Ayşe, iktidarın kadınları tecrit ederek ev içinde tanımlayan bir zihniyeti olduğunu ifade etti. Pandeminin de bunun gerekçesi olduğunu kaydeden Ayşe, “Kadınlar zaten güvencesiz çalışıyorlardı. Onları ev içinde ve bin yıllardı yürütülen yok sayma siyasetine sıkıştırdılar. Bunun ana merkezine olup kararlı mücadele etmek önemli. Toplumla düşüncemizi bizden çalınanları geri almak için yıllar boyunca kadınların daha önce mücadele yapması gerekiyor. Önceki dönem Leyla Güven yapmıştı intikam operasyonu ile 22 yıl hapse çarptırıldı. Ataerkil düzene itaat etmediği için hapsedildi. Binlerce arkadaşımız ve en fazla kadınları etkileyen erkek rejime karşı süresiz açlık grevine girildi” diye ifade etti.
 
‘Tecrit topluma da uygulanıyor’
 
Tecridin hukukla bağdaşmadığını, bunun ancak sağlık ile ilgili olarak ve süre sınırlaması bulunduğunu dile getiren Şükran, AİHM gibi evrensel bütün hukuk kurallarında yasaklandığını kaydetti. Şükran, “Yine ceza sistemlerinde kişinin haysiyetine onuruna dokunacak ceza uygulanmamak yer alır. Aslında İmralı sisteminde dünyada benzer bir uygulaması yok. Kişiye özgü oluşturulmuş sistem. Hukukta yeri yok ama siyaseten başlatılan birçok karşı koymalara rağmen devam eden sistem devamında toplumda uygulaması ile gördük” şeklinde dile getirdi.
 
‘Cezaevlerinde ilk olarak kadının onuruna saldırıyorlar’
 
Cezaevlerinde hak ihlallerinin pandemi ile katlanarak arttığını, pandemi için alınan ilk önlemin tecrit olduğunu dile belirten Şükran “Aileleri ve avukatları ile görüşmesi engellendi. Kapalı görüş bile uygulanmadı. Kişilerin dış dünya ila bağlantısı kesildikten sonra buna karşı başvuruların yapılmasını engellemek. İlk olarak özellikle kadınlara çıplak arama yapılıyor. Bu toplumun dinamiğinin kadın gücünün güçlenmesi ile bozulacağının fakındalar bu nedenle ilk olarak kadının onuruna saldırıyorlar” dedi.
 
‘Bütün hak ihlallerinin ilk uygulandığı yerler kadın cezaevleri’
 
İzmir’de birçok müvekkiller ile yapılan çalışmalarda bütün hak ihlallerinin ilk uygulandığı ve denendiği yerin kadın cezaevleri olduğunu kaydeden Şükran, “Ortak alanlarını kullanma sportif faaliyetlerin engellenmesi gibi engeller koydular. Hijyen koşularının sağlanması için broşürler dağıttık. Pandemiden sonra hükümlülerle görüşemedik ama bunlar uygulanamadı. Su deterjan sabun gibi hijyen salgınının sıcak suya az ulaşmak su kesintisi deterjan sabun yeterince verilmemesi kadının hijyen maddelerine ulaşılmadığını hatta engellendiğinin tespit ettik. Tüm bu tecrit ön kabulü ile tutuklu ve hükümlülerin cezalandırılması gibi değil toplumun cezalandırılması gibi” diye kaydetti.
 
Akılı telefonda tutsağın sesinin hoparlöre verilmesiyle ailenin diğer üyelerinin de sesini duymasının konuşma esnasında engellenerek bağlantının kesildiğini belirten Şükran, “Önce disiplin cezası ile bazı etkinliklerden alıkoyma ama zaten bir etkinlik yok. Karşılığı olmayınca da direk telefonu kapatıyorlar. Burada aileler de hak ihlaline uğramış oluyorlar” diye belirtti.
 
‘Yeni yasa tecridin yasaya dökülmüş hali’
 
Yeni cezaevi yönetmeliğinin tecridin yazıya dökülmüş hali olduğunu hatta hukuk diline sahip olmadığını dile getiren Şükran, “İki kişinin sohbeti gibi yazılmış. İlk uygulamasını gördük. 3 kadın hükümlünün koşullu salıverilmesi engellendi. İnfaz eşitsizliğinin uygulanması söz konusu. İdarenin keyfiyetinde idare gözlem heyeti oluşturuluyor kişinin iyi halli olmadığını değerlendiriyor ve 9 ocakta üç kadını salmadı. Görüşmeye alıp pişman mısın deniyor. 3 kadın bir şey yapmadık siz bunu suç saydınız pişmanlık hissetmiyorum diyor” şeklinde ifade etti.
 
Panel kadınların soruları ile devam etti.