
Yoksunlukları direnişe çeviren tutsaklar…
- 09:04 30 Ocak 2021
- Güncel
Öznur Değer
ANKARA - Cezaevleri artık yaşamımızın bir parçası haline geldi. Tutsakların karşılaştığı hak ihlalleri artık işkence boyutunda ve tutsak yakınlarını da kapsıyor. Yoksunluğun yaşandığı bu mekanlar, baskı ve işkenceye rağmen yıllardır tarihi direnişlere de tanıklık ediyor.
Yaşamın görünmek istenmeyen ötekilerinin esaret altında olduğu mekandır cezaevi. İki farkı dünya, iki farklı ütopya. Ortak olan tek şey yasaklar alemi. Orası esaretin emsali, burası ise körlüğün…
Yüzyıllardır esarete karşı, zulme karşı direnişin emsali olarak çıktı karşımıza cezaevleri. Bir direniş mekanı, bir mücadele timsali olarak duruyor. İşte şimdilerde yine görkemli bir direnişe ev sahipliği yapıyor tutsaklar. 27 Kasım’dan bu yana kararlılıklarını sürdüren PKK ve PAJK’lı tutsaklar, olağanlaştırılmaya çalışılan İmralı tecrit sisteminin isyan sesi oluyor.
65’inci gün
Demokratik bir yaşamın inşası için PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen tecridi kırmayı amaç edinen tutsaklar, bedenini açlığa yatırdı. 65 gündür direnişi sürdüren tutsakların taleplerinin göz ardı edilmesi, cezaevlerinin yaşamın görünmeyen, görünmek istenmeyen yüzü olduğunu gün yüzüne çıkarıyor.
Camlar ardından görüş
Tutsak aileleri, anneler iyi bilirler bir görüş maratonunun nasıl olduğunu. Pandemiyle derinleşen ve yasal kılıfa bürünmeye çalışılan hak ihlallerinin tahmin edilenden de ağır yaşandığı mekanlar olarak cezaevleri, farklı bir soluk. Eskiden her hafta gerçekleşen kapalı görüş ile ayda bir defa gerçekleşen açık görüşler, oluşan özlemi gidermeye bir damla olabiliyordu belki. Anneler, babalar, kardeşler, arkadaşlar ve dostlar yıllardır uzağında olan yakınlarına sarılabiliyor, kokusunu yüreğinin derinliklerine çekebiliyordu. Ancak pandemi bahanesiyle birlikte ayda bir gerçekleşen fiziki temas da ortadan kaldırıldı. Görüşler artık ayda iki defa olmak üzere kapalı camın ardından gerçekleşebiliyor. Ailelerin büyük bir çoğunluğu ise çoğu zaman ekonomik yoksunluklardan kaynaklı ayda iki defa gerçekleşen görüşlere gidemiyor. Çünkü tutsaklar üzerinde yürütülen sürgün politikası onları ailelerinden uzak kentlere sürüyor.
Görüşe zamanında gitmek şart
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne doğru yola çıkarken tüm bunlar aklımdan geçiyor.Sabahın erken saatlerinde kalkıp hazırlanıyorum. Cezaevine gitmek için 2 araç değiştiriyorum. Ben şanslı olanlardanım. Farklı kentlerden görüşe gelenler açısından yolculuk oldukça zorlayıcı olabiliyor.
Her yer kırmızı beyaz
Yaklaşık 2 saatlik yolculuğun ardından, uzun ve kırmızı bir tabelanın üzerinde beyaz harflerle yazılan “T.C. Adalet Bakanlığı Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampusu” tabela karşılıyor bizi. Bu renklerin seçilmesi ise tesadüf olmadığını düşünüyorum.
Yerleşim yerinden uzakta izole bir yaşam
Kampus cezaevleri diğer cezaevlerin daha farklı bir yapıda. Öncelikle Cezaevleri yerleşim yerlerinden uzak bir alana inşa ediliyor. Bunun temel amacının ise tutsakların dışarı ile olan tüm bağlarının kesilmesi ve görüşçü ve avukatların ulaşım sorunundan kaynaklı daha az ziyaretleri olduğu açık. Hayvan sesinden uzak, insan sesinden uzak hatta şehrin en çekilmez gürültüsü olan trafik sesinden uzak bir yerde kurulmuş cezaevleri. Tecrit etmenin esas temeli toplumdan izole bir yaşama mahkum etmektir.
Unutulmaya yüz tutmuşların dünyası
İlçe merkezine uzak ve 2 milyon 500 bin metrekarelik bir alana kurulan Sincan Kampüs Cezaevinde toplam 9 cezaevi bulunuyor. Koca bir mahalleye kurulu alanın içinde yalnızca cezaevleri bulunmuyor elbette. Yargılamaların yapıldığı 4 bin 73 kişilik kapasiteye sahip, 6 ek salondan oluşan kocaman bir duruşma salonu da var. Burası farklı bir dünya, en ötekilerin, unutulmaya yüz tutmuşların dünyası. Yargılama ve “ceza” dünyası burası. Bu kocaman mahkeme salonunda sıradan duruşmalar yapılmıyor tabi. İktidarın ceza vermek için önem atfettiği ve genelde toplumun çoğunu ilgilendiren yargılamaları konu alıyor bu duruşma salonu. Şimdilerde ise 26 Nisan’da başlanacak “Kobanê Davası”na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Sincan Devlet Hastanesi
Bir de hastanesi var bu kampus cezaevinin. Üzerinde ise “Sincan Devlet Hastanesi” yazıyor. Evet burası bir devlet yapıtı. 9 cezaevi arasında bulunan bir hastane halkın değil, devletin hastanesi olabilir ancak. Tutsaklar, hastalık durumlarında önce cezaevi müdürüne dilekçe yazarak revire çıkmayı talep ediyor. Neticede devlet bürokratik bir alandır ve her şey bürokrasiye uygun bir şekilde yapılmalı. Haftada bir defa (birtakım cezaevlerinde daha fazla bir süre) revire çıkma “hakkı” olan tutsaklar, revirden bir sonuç elde edemeyince (çoğu zaman doktor tutsakları kaile almaz ve reçeteye yazdığı bir ilaçla geçiştirmeye çalışır) hastane sevklerinin yapılmasını ister. Hastaneye gidebilen tutsaklar, genellikle çeşitli sorun ve engellemelerden dolayı tedavi edilmeden cezaevine geri döner. Tabi pandeminin doruğa ulaştığı bugünlerde ise hastaneye gitmek ayrı bir sorun halini aldı. Tutsaklar hastane gidiş gelişlerinde 14 gün boyunca tek başına bir hücrede kalmak zorunda bırakılıyor. Yani tedavi edilme hakkı bile bir bedele bağlanıyor. 14 gün tek başına hücrede kalmak istemeyen tutsaklar ise hatalıklarının ağırlıklarına rağmen hastaneye gitmiyor.
Tüm bunların yanı sıra diz boyu sıralanmış lojmanlar var. Jandarmaların kaldığı bölme de ve yine bu kocaman kampüsü0n içinde.
Yola devam ediyorum. Uzun soluklarla ilerliyor, geç kalmamak için adımlarımı hızlandırıyorum. Giriş kısmında jandarma karşılıyor beni. Kimliğimi istiyorlar, uzatıyorum. Önce Genel Bilgi Taraması’na (GBT) alıyorlar. Ardından HES kodu istiyorlar, veriyorum ve ilk adım olarak ziyaretçi giriş kısmına giriyorum.
Döner sermaye alanı
HES kodu burada kimlik kadar önemli çünkü HES kodu olmadan içeri almıyorlar. Eşyalarınızı bu kısımda bırakmanız gerekiyor. İçeride, nelerin alınmayacağına dair sıkça yazılı “uyarılar” var. İçeri alınmayacak kategoride bulunan tüm eşyaları burada, yan yana sıralanmış kare şeklindeki demir ve küçük dolaplara yerleştirmeye başlıyoruz. 100’ü aşkın dolap var burada. Tabi döner sermayenin bir ayağı haline gelen ve ticari kar elde etme peşinde olan bu kurumlardaki dolaplara eşyalarınızı yerleştirmek için para ödemeniz gerekiyor. 7 TL karşılığında anahtar alıyor ve eşyalarınızı ancak bu şekilde dolaba yerleştirebiliyorsunuz. Aksi takdirde her yanı kameralarla çevrili bu alanın içinde kaybolacak eşyanızın sorumluluğu sizde.
X-ray
Telefonumu çantama koyarak dolaba yerleştiriyorum. Üzerimde kimlik, HES kodum ve dolap anahtarı dışında bir şey bırakmıyorum. X-Ray cihazından geçiyorum ve ilerlemeye devam ediyorum.
Cezaevinde giyeceğiniz kıyafetlerin ötmemesi çok önemli. Üst giysilerden iç çamaşırına kadar demir, metal herhangi bir şeyin olmaması gerekiyor. Cihazdan geçişinizin ardından x-ray cihazının ötmesi halinde tekrar tekrar ötmeyene kadar cihazdan geçmeye devam edersiniz. Tabi her geçişinizde üzerinizden bir parça eksilmiş olarak.
Bekleme salonu
Uzunca bir koridordan ilerliyorum. Cezaevine gitmem için kampüsün içinde bu amaçla görevlendirilmiş otobüslere binmem gerekiyor. Kampüsün içinde yürümek yasak. Her yere otobüsle gitmeniz gerekiyor. Sandalyelerin yerleştirildiği bekleme salonunda diğer görüşmecilerle birlikte otobüsün gelmesini ve kapıların açılmasını beklemeye koyuluyorum. Araçsız dışarı çıkılması yasak olduğu için kapıları da kilitli tutuyorlar. Sanırım “firar” etmemizi bu şekilde engellemeye çalışıyorlar.
Bekleme salonunda halat çekme
Oturup bekliyorum. Duvarda bir saat var. Gözlerim oraya ilişiyor sıklıkla. Tam karşımda, babalarını görmeye gelen küçük tatlı 2 kız çocuğu var. Oyun oynamaya başlıyorlar. Beklemek onları daha çok sıkıyor. Çocuklardan biri çıkardığı atkısıyla “halat çekme” oyunu oynamaya başlıyor. Çocuklardan biri bir ucundan ötekisi ise bir diğer ucundan tutarak kendine doğru çekmeye başlıyor. Anneleri, “düşeceksiniz” diyerek çocuklarını uyarıyor sıklıkla. Çocuklar oralı bile olmuyor.
Ortak olan tek şey duygu
Görüşte tanışıp arkadaşlık kuran kimi görüşmeciler sohbete tutuşmuş zamanın gelmesini bekliyorlar. Hepsinin ortak sohbet konusu ise tutsaklar. Kiminin eşi, kiminin çocuğu, kiminin arkadaşı ve yakınları durumlarından, koşullarından bahsediyor. Bu salonda bekleyen herkesin duyguları bir, düşünceleri ne olursa olsun duydukları kaygı ve endişeleri bir. Hepsi sevdikleri için kaygılı.
Unutulan HES kodu görüşe mal oldu
Ve sonunda iri, oldukça ağır adımlarla ilerleyen bir gardiyan elinde tuttuğu anahtarla kapıyı açıyor. Ben dahil heyecanla bekleyen onlarca görüşmeci kapıya doğru ilerleyerek tek tek otobüslere binmeye başlıyoruz. Gelen 2 otobüs var. Her iki otobüs de farklı cezaevlerine gidiyor. Bu sırada HES kodunu unutan görüşmecilerden biri geri dönmek zorunda kalıyor. Geri dönmek demek yüksek ihtimalle görüşü kaçırmak gerek. Çünkü otobüsler yaklaşık 20-30 dakikada bir geliyor. Bu durum üzüntü verici. 2 hafta boyunca yarım saatlik bir görüş için bekleyen biri için daha üzücü bir durum. Sanırım en kötüsü cezaevine kadar girip yakınını göremeden geri dönmek zorunda kalmak.
Üzerinde “Kadın cezaevi” yazan otobüse biniyorum. Otobüsün içi dolu. Otobüsü, sosyal yaşamınızda kullandığınız otobüslerden ayıran birtakım farklılıkları var. Mesela bu otobüsün şoförü gardiyan, yolcuların tamamı ise tutsak yakınları. Konuşulan tek konu yine tutsakların koşulları…
Koşullarını ailelerinden saklayan tutsaklar
Arkamda oturan iki kadın sohbete koyuluyor. İkisinin çocuğu aynı koğuşta onlar da görüşe gidiş gelişlerde tanışmışlar. Temel gündem maddeleri hak ihlalleri. 7 kişilik koğuşta 35 kişinin kaldığını söylüyor kadınlardan biri. Ötekiyse sayılarının 7 olduğunda ısrarcı. Kadınlardan diğeri ısrar üzerine, “Benim oğlum da bana söylemiyordu ben üzülmeyeyim diye. Geçen konuşurken ağzından kaçırdı. ‘Anne’ dedi ‘Çoğumuz yerde yatıyoruz. 35 kişi kalıyoruz’ dedi” diyerek kadını ikna etmeye çalışıyor.
Giriş kaydı
Son durak Çocuk Cezaevi. Bir öncesi olan Kadın Cezaevinde iniyorum. Görüşmeci kısmına girerek görüş için kaydımı yapıyorum hemen. Kimliğimi uzatıyorum ve görevli gardiyan işlemlerimi yapıyor. Göz taramamı yaptırıp, görüşmeci kartımı alıp cezaevinin içine doğru ilerliyorum.
Görüş öncesi ailelerle sohbet
Kapıda bekleyen 4 tutsak yakını var. Bunlardan 3’ü Kobanê soruşturması kapsamında tutuklanan siyasetçilerin yakınları, biri ise öğrenciyken tutuklanan genç bir kadının babası. Cezaevi kapısının görüşmecilere açılmasını beklerken, sohbet etmeye başlıyoruz biz de. Biraz siyasal sürece ve ülkenin gidişatına ilişkin değerlendirmelerde bulunuyoruz. Ardından jandarma kapıyı açarak görüşmecilerin içeri girebileceğini söylüyor ve işte Kadın Cezaevine giriş yapıyorum. Girişin hemen sağ tarafında jandarma kulübesinin bir bölümü dezenfekte ve kayıt işlemine ayrılmış. Masada oturan bir gardiyan isimlerimizi deftere yazıyor ardından ellerimizi dezenfekte ediyor, eldiven takıyor ve maskelerimizi değiştirip içeri giriyoruz.
Yine X-ray
Burada da hassas bir X-ray cihazı bekliyor bizi. Neyse ki ötmeden geçmeyi başarıyorum. Koridorun sağında arama için ayrılmış odaya geçiyorum üst aramamın yapılması için. Gardiyan, detektörle aramamı yapıyor ardından koridor boyu kırmızı şeritle çizilmiş bölümden geçerek görüş kabinine varıyorum.
Ve beklenen an geliyor
Saatlerin ardından dostum Dilber karşımda duruyor. Saatlerle ölçülmez elbette özlem. Ayların, yılların özlemi bu. Ulaşamadıklarının özlemi… Kapalı, kırılmaz bir camın ardından bakışıyoruz uzun soluklarla. Ardından ikimiz de heyecanlı bir şekilde telefonu elimize alıyor ve oluşacak sıcak sohbetin ilk adımını atıyoruz. Hal hatır sormakla koyuluyoruz sohbete. Ben ondan o ise benden anlatmamı bekliyor dünyalarımızı. Ruhta, yürekte birleşen, bütünleşen dünyamız reel ve fiziki zeminde örtüşmüyor.
Konuşmayı birbirimizden bekliyoruz
Yaşadıkları hak ihlallerini, sorunlarını soruyorum, “Her şey aynı, değişen hiçbir şey yok” cevabını vererek kestiriyor. Israrlarım sonucunda birkaçını sıralamaya başlıyor: “Yıllardır tüm taleplerimize rağmen odalarımız değişmiyor. Ama bu durum biz siyasi tutsaklar için geçerli. Diğer tutukluların talepleri doğrultusunda odaları değiştiriliyor ama bize gelince ‘Örgütsel düzeni sağlamak’ gerekçe gösterilerek engelleniyor. Artık nereye başvuracağımızı bilmiyoruz. Müdür, savcı, İnfaz Hakimliği ve birçok merciye başvurduk ama hiçbirinden olumlu yanıt alamadık. Açlık grevi eylemlerimiz devam ediyor ama bunda da gereken hassasiyet sağlanmıyor. Açık görüşe, ortak alana çıkmayı unuttuk artık. Arkadaşlarımız karantina sorunu yüzünden hastaneye gidemiyor. Gitse bile doktorlar çoğu zaman faşizane duygularla yaklaşıyor. Kurum müdürünü göremiyoruz bile. Onlarca sorunumuz var ama muhatap bulamıyoruz…” Çok sayıda sorun sıralıyor ardından ise sıkılmış olacak ki “Eee sen anlatmaya başla” diyor. Bense yalnızca dinlemek istiyorum. ‘Umutluyum” demekle yetiniyorum sadece.
Güzel demler kısa ömürlüdür
Yarım saatin dolmasının hemen ardından gardiyanlar yüksek sesle “görüş bitti, hadi çıkın” demeye başladı. Ne de çabuk ilerliyormuş zaman. Oysa görüşe girmeden önce beklenen yarım saat yarım asır gibi geliyor insana. Ve görüş bitti. Kısacık bir zaman dilimi gibi. Güzel ve özel olan her anın demi kısadır. Çabuk biter, su gibi akar her güzel an.
Görüşün ardından mutluluk karışımı bir burukluk kaplıyor yüreğimi. Orada yıllarını geçiren yüzlerce, binlerce insan hafızama kazınıyor. Ve onca insan demokratik bir soluk için mücadele ediyor, bedenini açlığa yatırıyor.
Umar ve dilerim ki talepler bir an önce karşılanır, çünkü cezaevinden çıkacak tek bir kaybın sorumlusu hepimiziz. Yaşamın öte tarafından haykıran tutsakların taleplerine ve seslerine kulak kabartalım. Onlar sağlayamadığımız yaşamın inşacısı olma yolunda…