
‘Halkın tecrit altında tutulmasının toplamı İmralı Adası’dır’
- 17:03 29 Ocak 2021
- Güncel
VAN - HDP Van İl Örgütü “Tecrit işkencedir, işkence insanlık suçudur” şiarıyla panel düzenledi. Halkın tamamının tecrit altında tutulmasının toplam karşılığının İmralı Adası olduğu ifade edilen panelde cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkinde acil harekete geçme çağrısı yapıldı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van İl Örgütü “Tecrit işkencedir, İşkence İnsanlık Suçudur” şiarıyla bir otelde panel düzenledi. Moderatör’lüğünü Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatı Ekin Yeter’in yaptığı panele, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Antalya Milletvekili Kemal Bülbül, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Avukatı Cahit Ertan, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Çaldıran İlçe Örgütü Eşbaşkanı Gönül Uzunay ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) üyesi Ferzende Bozkurt panelist olarak katıldı. Panele il, ilçe yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda tutsak yakınları, sivil toplum örgütleri (STK) ve yurttaş katıldı.
Panel, demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler adına bir dakikalık saygı duruşu ile başladı.
‘Bir önceki açlık grevini ders alarak buradayız’
İlk olarak söz alan moderatör Ekin Yeter, İmralı tecrit sisteminin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutuklandığı ilk günden bu yana var olan sistem olduğunu söyledi. Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi ile birlikte tecridin hafif kalktığını yeniden devreye girdiğini ifade eden Ekin, “Bu süreci doğru bir zeminde tartışabilirsek ve doğru bir zeminde ses çıkarabilirsek doğru bir zeminde taleplerin karşılanacağını düşünüyoruz. Bir önceki açlık grevinden ders alarak buradayız. Bu sürecin bir daha ağır yaşanmaması adına öncelikle gündemimiz tecritti. 21 yıldır kaldırılmayan tecrit uluslararası mevzuata işkence olarak tanımlanan bir işkence söz konusu” dedi.
‘942 başvuru yapılmış sadece 5’ine olumlu cevap verildi’
Ardından söz alan ÖHD avukatı Cahit Ertan, CPT raporunda, ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik aile avukat görüş başvurularına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasından bu yana yetkililer tarafından farklı gerekçelerle ile görüşme izinlerinin engellendiğini kaydetti. Cahit, “2020 sonu itibariyle anayasa mahkemesine 30 başvuru var. 12 Mayıs 2015 tarihinde büyük dairenin savunma hakkının ihlal edildiği belirtilen karar var. Bir kararda ömür boyu verilen cezada kendisini umutsuz bırakma hukuka aykırı bulunduğu için bu nedenle Türkiye’de infaz yasasında değişiklikler noktasında temkinler de bulunmuştu. Türkiye bu temkinleri dinlemek yerine daha fazla tecridi derinleştirmeye devam etmiştir. İmralı adasındaki tablo aslında, 27 Temmuz 2017 tarihinden itibaren 2019 tarihine kadar tek bir avukat görüşü gerçekleşmemiş. 2019 tarihinde Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevleri sonunda aile görüşü yapıldı. 942 avukat görüşü yapılmış bunlardan sadece 2015 yılında beş tanesine olumlu cevap verilmiş. Yine 27 Temmuz 2011’de ve şimdiye kadar 26 kez vasi görüşmesi ve 3 kez avukat ile görüşmüştür” diye kaydetti.
‘Kamuoyunun baskısı ile 27 Nisan’da telefon görüşü yapıldı’
Yapılan başvuruların reddedilmesine karşı İmralı Adası’nın bu başvurular üzerinden de derin bir tecridin olduğunu gösterdiğini ifade eden Cahit şöyle devam etti: “Aile ile telefon görüşme hakkında yapılan başvuruda 34 başvuru yapılmış ama 4 tanesi farklı gerekçeler ile reddedildi. Sayın Öcalan sınırlı bir dilim olsa bile aile ve avukatlarla görüşmeler gerçekleştirilmiş. 2019 yılında gerçekleşen 5 avukat ve 3 ailede Sayın Öcalan Ortadoğu’daki gücünü yine ortaya koymuştur. 2020 yılında Sayın Öcalan ve diğer tutsaklar 3 Mart ve 27 Nisan’da iki defa olmak üzere telefonla temas kurulmuştur. Buda yine kamuoyunun baskısı ile gerçekleştirildi.”
‘Türkiye bağlı olduğu sözleşmelere aykırı davranıyor’
99’dan bu yana tecridin devrede olduğunu söyleyen HDP Çaldıran İlçe Eşbaşkanı Gönül Uzunay, modern tecrit ile tutsakların kendiliğinden teslim olunması gerektiğine dikkat çekti. Gönül, İmralı tecridi ‘guantanamu’ uygulamalar ile aynı. İmralı Cezaevi Türkiye sınırları içerisinde olmasına rağmen, uluslararası bir tutsak muamelesi görülüyor. Türkiye bağlı olduğu AHİM sözleşmesine aykırı davranıyor. Yılları boyu cezaevlerinde Kemal Pir, Mazlum Doğan, Sakine Cansız, Gültan Kışanak, bu hukuksuzlar karşısında büyük bir direniş gösterdiler. 2002’den bu yana Türkiye’de siyaset değişti ülkede F Tipilerine yönelik ‘hayata dönüş’ operasyonları ile baskılanmaya çalışıldı” sözlerini kaydetti.
‘Tutsakların talepleri için bir nefes olmamız gerekiyor’
Sakine Cansız’dan Leyla Güven ve Ayşe Gökkan’a kadar direnişin kadın öncülüğünde sürdüğünü ve açlık grevinde de kadınların öncü rol oynadığını belirten Gönül, “Baskılar artıkça direniş, mücadele de büyüdü. Şuanda Türkiye cezaevlerinde 200’e aşkın tutsak tecridin kaldırılması için açlık grevine devam ediyor. Tecrit sadece Sayın Öcalan üzerindeki değil, Türkiye ve Ortadoğu halkları üzerinden sürdürülüyor. İktidar ne kadar direnişi dört duvarla sınırlamaya çalışsa da direniş duvarların dışına çıkıyor. Tecrit kadın, ekoloji, ekonomi, siyaset, politika ve yaşamın tamamına yayılmış bir durumda. Bugün tutsaklar üzerinde düşen sorumluluğu yerine getiriyor bizimde dışarıda tutsakların taleplerini gerçekleştirmemiz için mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor. Her alanda örgütlenmeli ve tutsakların talepleri için bir nefes olmamız gerekiyor” çağrısında bulundu.
‘Türkiye zorla beslenme yöntemine gitmiştir’
Açlık grevlerinin tarihçesinden kısaca değinen SES üyesi Ferzende Bozkurt, içeride ve dışarıda açlık grevlerinin bir hak eylemi olarak tanımladı. Açlık grevlerinin insan bedenine kalıcı hasar bıraktığına değinen Ferzende, “ Uluslararası bildirgelerde açlık grevi sırasında kişinin zorla beslenmesi bir ihlaldir. Yaşamsal koruyucu noktasında gerekli kararlar vardır. 2017 yılında güncellenen Malta bildirgesinde hekimin yaklaşımı, tutumu noktasında net maddeler yer almakta. 23 tane madde içerisinde, özerkliğe saygı duymak zorunda olduğu belirtilir. Açlık grevi döneminde bir hekimin karşılaştığı durum, kişinin bilinci kapandığında müdahale etmesi durumunda kişinin talebi var bu talebi görmezden gelmek saygısızlık olduğu için Maltepe bildirgesi bunlara karşı da düzenledi. 20 Nisan 1981’de Ali Erek’in zorla beslenmesi yönteminde yaşamını yitirmesi, Diyarbakır cezaevinde diğer açlık grevcilerinin ölümü gibi örnekler var. Türkiye işin içinden kendini sıyırmak için zorla beslenmeye girmiştir” diye belirtti.