
İnsan Hakları Haftası’na açlık grevleriyle giriliyor: İhlaller devam ediyor
- 09:05 9 Aralık 2020
- Güncel
ANKARA - İnsan Hakları Haftası nedeniyle Türkiye’de artan hak ihlallerini değerlendiren İHD MYK üyesi Nuray Çevirmen, “Açlık grevi süreci sona erdikten sonra Abdullah Öcalan’ın yalnızca bir süre avukat ve aile görüşü oldu. Daha sonra aile ve avukatların yapmış olduğu başvurular yine geri çevrildi. O nedenle mahpuslar tekrar açlık grevine girdiklerini kamuoyuna duyurdular” dedi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edildiği gün olan 10 Aralık her yıl Dünya İnsan Hakları Haftası olarak kutlanıyor. Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra başta yaşam hakkı olmak üzere, toplanma ve gösteri hakkı, ifade özgürlüğü gibi haklara saldırılar rejimin otoriterleşmesi ile birlikte yoğunlaşarak devam ederken özellikle cezaevlerinde yaşanan tecrit ve hak ihlalleri gün geçtikçe derinleşiyor. İHD’nin her yıl düzenli olarak açıkladığı raporlar da bu ihlalleri gözler önüne seriyor. İmralı’da tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde sürekleleşen tecrit ve cezaevlerinde yaşanılan hak ihlalleri için tutsaklar süresiz dönüşümlü açlık grevleriyle hak talep ediyor.
2019 yılında 832 kişi tutuklandı
İnsan Hakları Derneği’nin “Türkiye İnsan Hakları ihlalleri 2019 yılı raporu”na göre 2019 yılında, kolluk güçleri toplantı ve gösterilere yönelik bin 344 kez müdahalede bulundu. Bu saldırılar sırasında en az 69 kişi yaralandı, 3 bin 741 kişi gözaltına alındı. Aynı verilere göre 8 bin 803 kişi gözaltına alınırken,832 kişi tutuklandı. Öte yandan 20 ırkçı saldırı gerçekleşti, bu saldırılarda bir kişi yaşamını yitirdi. Yine verilere göre 197 gazeteci tutuklandı. İşkence, kötü muamele, onur kırıcı ve küçük düşürücü davranış ve cezalandırmalarında toplam 6 bin 68 kişi maruz kaldı.
Faili meçhul saldırılarda 8 kişi yaşamını yitirdi
2019 yılında kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 9 kişi yaşamını yitirdi, 16 kişi yaralandı. Faili meçhul saldırılarda 8 kişi yaşamını yitirirken, silahlı çatışmalar nedeniyle en az 98 güvenlik görevlisi (asker, polis ve köy korucusu), 324 militan, 18 sivil olmak üzere toplam 440 yaşamını yitirdi. Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu bir çocuk olmak üzere 3 kişi yaşamını yitirdi, 2 çocuk da yaralandı. Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 2’si çocuk olmak üzere 3 kişi yaşamını yitirdi.
‘431 kadın erkekler tarafından katledildi’
Bu süreçte yine en fazla ihlal kadınlara yönelik gerçekleşti. Verilere göre bir yılda, toplamda bin 595 kadın yaralanırken 478 kadın hayatını kaybetti. En az 431 kadın erkek şiddeti nedeniyle katledilirken bu saldırılardan 359 kadın yaralı kurtuldu. En az 499 kadın taciz ve tecavüze, 726 kadın şiddete maruz kaldı. Resmi rakamlar ise şiddete uğrayan kadın sayısının 10 binlerle ifade edildiğini, şiddet sonucu yaşamını yitiren kadın sayısının ise daha yüksek olduğunu göstermekte.
Fuhuşa sürüklenen kadın sayısı verilere göre 721 olurken, LGBTİ bireylere karşı nefret katliamları sonucu 5 kişi öldürüldü, 7 kişi yaralandı. Gözaltında ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğrayan kişi sayısı ise 1477 oldu. İHD’nin 2020’nin ilk 6 ayını kapsayan ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ hak ihlalleri raporuna göre ise altı ayda 85 yurttaş işkenceye, 204 çocuk cinsel istismara maruz kaldı.
‘Barışçıl toplanma ve gösteri hakkı hepimizin yasal hakkıdır’
İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Nuray Çevirmen, 10 Aralık İnsan Haftası nedeniyle Türkiye’de artan ihlallere ilişkin konuştu.
‘Son yıllarda gösteri ve toplanma hakkına dönük ihlaller arttı’
Özellikle son yıllarda gösteri ve toplanma hakkına yönelik ihlallerin arttığını belirten Nuray, OHAL sürecinden sonra tüm gösteri ve etkinliklere kısıtlamalar getirildiğini anımsattı. Valiliklerin yasak kararlarıyla da bu durumun rutin bir hal aldığını vurgulayan Nuray, “Aslında 2911 sayılı kanuna göre valilikler en fazla 30 gün bir gösteri hakkını kısıtlayabilir. Yine 5442 sayılı kanuna göre de en fazla 15 güne kadar bir kısıtlama getirebilir. Ancak Van’da 2016 yılından bu yana getirilen yasak kesintisiz olarak devam ediyor. Anayasanın vermiş olduğu toplanma ve gösteri hakkı ne yazık ki valilik tarafından ortadan kaldırılmakta. Gösteri ve toplanma hakkının engellenmesi aslında demokrasinin gerilemesi, insan haklarının gerilemesi, hukukun üstünlüğünün ortadan kaldırılması, pek çok alanda gerilemenin de bir temsilidir” dedi.
‘Bugüne dek almadığımız kadar yoğun başvuru aldık’
Salgınla birlikte, var olan ihlallerin artış gösterdiğini ve boyut değiştirdiğini aktaran Nuray, “Pandemi süreci bize farklı bir alanda yaşanan hak ihlallerini görmemize vesile oldu. Bu da insanların ne kadar yoksullaştıklarının bir göstergesi. Çünkü ekonomik ve sosyal haklar alanında, bizim bugüne dek almadığımız kadar yoğun bir başvuru aldık. Kurumlarımıza bu konuda 500’ün başvuru geldi. Maddi yardım talep eden, ekonomik olarak çok yoksullaştığı için ne yapacağını bilemediğini belirten insanlar kurumumuza başvuru yaptılar. Yoksulluk, yoksunluk, gıdaya erişmede problem, sağlığa erişmede problem yaşam için en temel haklara erişim de problem varken, ardından gelen diğer tüm haklar da engellenmiş oluyor” ifadelerine yer verdi.
‘Avukatların başvuruları geri çevrildi, tutsaklar greve başladı’
PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ve cezaevindeki hak ihlallerine karşı 27 Kasım’da başlatılan süresiz ve dönüşümlü açlık grevine değinen Nuray, toplumun ve sivil toplum kuruluşlarının tüm itirazlarına rağmen cezaevlerinde hak ihlallerinin devam ettiğini kaydetti. İhlallerin en yoğun yaşandığı yerlerin başında cezaevlerinin geldiğini ifade eden Nuray, “2018’in sonundan başlayıp, 2019 Mayıs ayının sonunda biten bir açlık grevi süreci yaşandı. Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla 3 bin üzerinde politik mahpus açlık grevine girdi. O açlık grevi süreci sona erdikten sonra Abdullah Öcalan’ın yalnızca bir süre avukat ve aile görüşü oldu. Daha sonra aile ve avukatların yapmış olduğu başvurular yine geri çevrildi. O nedenle mahpuslar tekrar açlık grevine girdiklerini kamuoyuna duyurdular” dedi.
‘CPT’nin raporu dikkate alınırsa bu sorun ortadan kalkacak’
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin (CPT) 2017 ve 2019 yıllarına ait raporunu açıkladığını anımsatan Nuray, söz konusu raporda İmralı cezaevine dair izlenimlerin yer aldığını belirterek, “CPT’nin raporunda yer alan hususlar yerine getirilse bu sorunlar ortadan kalkacak. Raporda İmralı cezaevindeki mahpusların neredeyse tam tecrit altında olduğu vurgulanmış. Haftanın 168 saatinden 159’u neredeyse tecrit altında geçiyor. 2016’dan sonra sadece 2019’da birkaç kez Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşme gerçekleştirilmiş ancak ondan sonra yine kesintiye uğramış, ondan sonra da yine herhangi bir görüşme yaptırılmadan bu süreç böyle devam ettirilmeye çalıştırılıyor. O nedenle de ne yazık ki açlık grevi başlamış durumda” sözlerini kullandı.
‘Bölgede politik olan insanlar, bugün kriminalize ediliyor’
Hükümetin reform söylemleri dillendirirken Türkiye’nin her yerinden bine yakın HDP’li siyasetçinin gözaltına alındığını anımsatan Nuray, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kurum veya parti farketmeksizin politik amaç uğruna bir araya gelmiş insanlar bugün kriminalize ediliyor. Neredeyse yasal ve legal olarak yapılan tüm çalışmalar suç olarak değerlendiriliyor ve insanlar gözaltına alınıyor, birçoğu tutuklanıyor. Cezaevlerinde sendikacılar, hak savunucuları, gazeteciler, eğitimciler, hukukçular var. Geçenlerde kurumumuza gelen bir mektupta yaşamış oldukları hak ihlalleri aktarmışlar: Ders kitaplarına ihtiyacı olanlar var. Biri sosyolog, biri başka bir akademik çalışma yapıyor. Neredeyse cezaevlerinin politik anlamda kalan yerleri akademiye dönmüş durumunda, Yani bu kadar nitelikli insanların cezaevinde olması kabul edilecek bir şey değil."
‘Cezaevi korkusu ile kimse fikrini beyan edemiyor’
Siyasal olarak parti faaliyetlerini yürütmenin demokrasinin bir gereği olduğunu vurgulayan Nuray, “Parti yöneticilerinin, çalışanlarının, aktivistlerinin, gönül verenlerin ve oy verenlerin kriminalize edilmesi ve suç kategorisi altında cezalandırmaları gerçekten inanılmaz. Hukuk reformu dediğiniz şeye bu insanları nasıl yerleştireceksiniz? Öncelikle bu durumların suç kapsamında çıkartılması lazım. İnsanlar sadece itiraz ettikleri için cezaevlerindeler. Bir insanın partili olmayan sıradan bir vatandaşın bile cezaevine girme korkusu ile fikrini beyan edememesi ülkenin düştüğü durumu gösteriyor. Ancak gelinen nokta da hala sürekli gözaltılar var. Gözaltına alınırken işkence edilen insanlar var. Cezaevlerine girdiklerinde kötü muameleye maruz kalan insanlar var. Bu kadar hak ihlali varken reformdan bahsedilemez” dedi.
‘Polis şiddeti ‘rutin vaka’ olarak adlandırılıyor’
Cezasızlık politikasının devletin tüm hakların engellenmesine dair ortaya koyduğu tahakkümü açığa çıkardığını söyleyen Nuray, son süreçte kendilerine en fazla başvurunun kaçırma, ajanlaştırma ve tehdit edilme gibi uygulamalardan geldiğini aktardı. Bu uygulamalara karşı yapılan neredeyse tüm başvurulara “soruşturmaya yer yoktur” kararı verildiğini kaydeden Nuray, “Bu uygulamalar ‘rutin bir vaka, rutin bir işlem’ olarak adlandırılıyor. Herkesin gözün önünde işlenen bir cinayet vardı: Kemal Kurkut’un davası failli polis beraat etti, bunun gibi birçok durum var. Bölgede işlenen cinayetler, kurşunlanan insanlar, işkence edilenler var. Bunlarla ilgili bir işlem yapılmıyor. Bugün suç örgütüne mensup bir parti başkanını tehdit edebiliyor. Onunla ilgili bir soruşturma ya da soyut bir duruma dönüştürülmüyor” diye belirtti.
‘Her alana cezasızlık politikası sirayet etmiş durumda’
Cezasızlık politikası nedeniyle insanlar üzerinde büyük bir korku yaratılmaya çalışıldığını söyleyen Nuray, bu durumun aynı zamanda travmalara neden olduğunu kaydetti. Cezasızlığın her alana sirayet ettiğini ve şiddetin de bu kapsamda artış gösterdiğini kaydeden Nuray, “Şiddetti uygulayanlar bu cezasızlığın zırhına bürünerek’ ben devletim’ deyip yaptıkları uygulamaları normalleştiriyorlar” dedi.
‘İHD’ye başvurular başta en yoğun cezaevlerinden geliyor’
Nuray, İHD’ye en yoğun başvuruların cezaevlerinden geldiğini belirterek şöyle konuştu: “İHD’ye başvurular başta en yoğun cezaevlerinden geliyor. Arkasında da kadına ve çocuğa yönelik şiddetle ilgili başvurular geliyor. Ekonomik ve sosyal haklara dair başvurular oluyor, özellikle pandemi sürecinde gelen başvurular var. Mültecilerin uğramış oldukları hak ihlallerine dair başvurular var. Ancak mülteciler de şöyle bir durum var. Hak arama yollarını çok iyi bilmiyorlar. Çünkü, şiddete uğramaktan korkuyorlar ve sınır dışı edilme endişesi taşıyorlar.”
‘Cezaevlerinde intihar vakaları çoğalmış durumda’
Cezaevlerinde insanlık onurlarını korumak için bir duruş sergileyen insanlara yapılan işkencelerin korkunç boyutlara ulaştığını vurgulayan Nuray, sözlerini şöyle sürdürdü: “Örneğin; toplumun yine ilgisinden uzak ama cezaevlerinde adli mahpusların yapmış oldukları durumlar gerçekten çok korkunç boyutlara varmış ki onlar da başvurur mekanizmaları bilmediği için birçoğu kamuoyuna yansımıyor. Ancak yansıyanlardan çıkarttığımız sonuç yaşamış oldukları yani işkencenin boyutunu çok uç noktalarda katlandığı gösteriyor. Cezaevlerinde intihar vakaları çoğalmış durumda, bunların sebep ve sonuçları bilmiyoruz. Dolayısıyla işkence vakaları hemen hemen toplumun pek çok alanına yayılmış vaziyete."
'Soruşturmalar dava haline getirilmiyor'
“İşkenceye sıfır toleranstan işkencenin normalleştiği bir zamana kaymış durumdayız” diyen Nuray, gözaltına alınan yurttaşların emniyette işkenceye maruz kaldığını belirterek, “Aslında Türkiye’de birçok alanda işkenceler ortaya çıktı. Bu vakalarla ilgili herhangi bir soruşturma ve kovuşturma yapılmıyor. Yürütülen soruşturmalar dava haline getirilmiyor. O nedenle de ‘işkence yok’ deniliyor ancak, somut olarak var ve buna dair pek çok başvuru yapılıyor. Örneğin; en son havaalanına giderken kaçırılmış olan bir kişinin yeri bulundu ve onun da üzerinde yakınlarının belirttiğine göre, işkenceler gördüğüne dair bulgular mevcut” diye ifade etti.
‘Kadınları dezavantajlı durumuna getirilmesi bir devlet politikası’
Türkiye’de her gün onlarca kadının katledildiğini söyleyen Nuray, Türkiye toplumunda kadına yönelik şiddeti doruk noktasına eril zihniyetin taşıdığını ifade etti. Kadınların dezavantajlı duruma getirilmesinin bir devlet politikası haline getirildiğinin altını çizen Nuray, “Çünkü kadını eve, kocasına, babaya ve erkek kardeşe mahkum eden bir uygulama mevcut. Ekonomik anlamda da özellikle pandemi döneminde elimizdeki veriler bunu ortaya çıkarıyor. Farklı pek çok uygulamada ilk önce kadınlar ve çocuklar zararlar görüyor, ilk onlar mağdur ediliyor. Bugün Türkiye’de işsizliğin mağdur ettiği kesimin başında kadınlar geliyor. Ekonomik alanda geri bırakılan kadın, şiddete ne yazık ki hazır hale getiriliyor. Kadınlarla ilgili uygulamalarda herhangi bir iyileştirilmeye gidilmemesi, kadınların görünmez kılınmaya çalışılması, şiddetin de cezasızlıkla ödüllendirilmesine neden oluyor” ifadelerini kullandı.
‘Kadın cinayetleri’ ayıp’ değil, suçtur’
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artış gösterdiğine dikkat çeken Nuray, devamında şöyle dedi: “Erkekler bu şiddet eylemlerini ortaya koyduklarında cezalandırılmayacaklarını biliyorlar; yani bu durumun farkındalar. En son İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yükselen kadın cinayetlere karşı yapmış olduğu bir açıklamada, Erkeklere ‘ ayıptır’ gibi bir ifade kullandı. Kadın cinayetleri’ ayıp’ değil, bir suçtur. Suçu önlemekte bu kurumların yüklendiği bir sorumluluktur. Erkeklere seslenirken, ‘kendinize gelin bu ayıptır’ demek aslında bu suçun da ne şekilde olduğunun bir göstergesidir. Caydırma faktörleri ortaya konmadığı müddetçe ne yazık ki bir ülkede ortaya çıkan sonuç budur. Çünkü kadınlar en yakınları tarafından öldürülüyor. Bir nesneleştirme durumu var. Kadını kendi hegemonyasının altında görme durumu var. Bu yüzden ‘benimdir’ diyerek erkek eliyle öldürmeyle ilgili tüm donanımlarıyla kadını katledebiliyor."
Kadınları katleden erkeklerin cezaevlerinde tahliye edildikten sonra şiddet uygulamaya devam ettiklerini kaydeden Nuray, bu konuda da İHD’ye çok sayıda başvuru olduğunu aktardı.