
‘Depremlere hazır olmak için ortak kararlar alınmalı’
- 09:11 5 Aralık 2020
- Güncel
İZMİR - Depremde yaşam hakkı ihlalinin yaşandığına dikkat çeken İHD İzmir Şube yönetiminden Deniz Bayrak, bundan sonraki önlemler için bütün STK’lerin de dahil olduğu ortak kararalar alınması gerektiğini söyledi.
Ege Denizinde 6.9 büyüklüğünde yaşanan depremin üzerinden bir ayı aşkın zaman geçti. Depremin yaşandığı alanlarda ve çadır kentlerde İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi 7 kişilik bir Deprem Komisyonu oluşturarak her gün alanları gezerek gözlemde bulundu. İHD bu gözlemlerine ilişkin bir rapor yayınladı.Komisyon içinde yer alan İHD İzmir Şubesi yönetiminden Deniz Bayrak, depremin değil binaların öldürdüğünün altını çizerek en önemli hak ihlalinin yaşam hakkı ihlali olduğunu belirtti.
Deniz, bundan sonraki süreçler için ise yerellerin yetkilerinin artırılması ve bütün sivil toplum kuruluşlarının birlikte karar alarak gerekli önlemlerin alınması gerektiğini savundu.
'Pandemi gözetilmedi, koordinasyon geç sağlandı'
Depremin yaşandığı ilk günlerde çadırların pandemiye uygun şekilde ve mesafe kurallarına uyularak kurulmadığını, koronavirüs hastası olan veya temaslı olan yurttaşlarla diğerlerinin aynı ortamda olduğunu gözlemlediklerini söyleyen Deniz, ayrıca pandemi çadırlarının ilk günlerde oluşturulmadığını belirtti. Dördüncü günden itibaren pandemiye uygun önlemlerin alınmaya başlandığını kaydeden Deniz, “Bunun pandemi sayılarını arttıracağını düşünüyorduk ve zaten öyle de oldu. Koordinasyon eksikliği vardı başlarda sürekli yardım yağıyor sürekli bir ihtiyaç sahiplerine bir şeyler iletilmesi durumu söz konusuydu ama bunu kimin yaptığı kimlere yaptığı belli değildi. Bazı kötü niyetli insanların da bunu kullanmasına neden oldu. Kimin girip kimin çıktığı belli değildi. İnsanlar evinden kendisi yardım etmek istiyordu. Daha sonradan 4’üncü günden itibaren koordinasyon sağlandı ve öncüsü de Büyükşehir Belediyesi oldu. Sonra da AFAD bölgeye girdi” diye belirtti.
‘Sivil toplum kuruluşları arasında ayrımcılık yapıldı’
Diğer sivil toplum kuruluşlarının daha sonradan alanı terk etmelerine yönelik baskı oluştuğunu, STK’lerin arasında ayrımcılık yapıldığını dile getiren Deniz, İHH, Beşiri gibi kuruluşların çalışabiliyorken Halkevleri veya Halktan Halka Dayanışma gibi kurumların ise işkence ile gözaltına alındığını söyledi. Sonrasında pandemi koşullarının bahane edilerek çadır alanlarının abluka altına alındığını ve giriş çıkışların kapatıldığını ifade eden Deniz, “Benim kişisel gözlemimdir, mesela akrabasına anahtar vermek isteyen bir aileden bir kişi içeri giremedi. Orası polis barikatlarıyla çevrildi ve kartlar (depremzedelere özgü) olmadan kimse giremedi. Pandemi için olması gereken bir ortam gibi düşünülebilir. Ama bir tecrit durumu oluştu o insanlar hiç kimseyle iletişim kuramaz hale geldi. Ufak çaplı açık hava hapishanesi oluşmaya başladı” diye belirtti.
‘Sağlık kontrolleri zamanında yapılmadı’
Polis ablukası altında olan bazı çadır kentlere giriş çıkışlar rahatken bazılarında bunun sağlanamadığını, bu nedenle çadır kentlerin hepsi için yeterli gözlem yapmanın kolay olmadığını aktaran Deniz, kurulan portatif tuvaletlerin hijyenden uzak iken konteyner şeklinde olan tuvaletlerin ise temiz olduğunu kaydetti. Deniz, “Sağlık kontrolleri ilk hafta yoktu. Ne covid olan ne de başka hastalığı olanlar tespit edilmedi. Bazı çadır kentlerde Dünya Doktorları çadırında ve Sağlık Bakanlığına bağlı çadırlarda test yapıldığını öğrendik. Bayraklı’da birçok hastane ve ASM (Aile Sağlığı Merkezi) hasar görmüştü. Hastalar başka bir ilçeye gitmek zorundaydılar. Hastanelerde de pandemi nedeniyle kapasite yoktu. Yani bu insanların sağlığa erişimi yine mümkün değildi” dedi.
‘Çadır kentlerde ayrımcılık yaşandı’
Aşık Veysel Çadır Kenti gibi bazı alanlarda koordinasyonun daha iyi olduğunu, hizmetlerin daha fazla sağlanabildiğini ancak daha küçük çaplı yerlerde sorunlar yaşandığını belirten Deniz özellikle mültecilere karşı ayrımcılığın yaşandığını dile getirdi.Başlarda bazı STK’lerin etkisiyle gıda ve giyim dağıtımında ayrımcılığın yaşanmasına engel olunmaya çalışıldığını söyleyen Deniz, “Ancak bazı insanlar ‘mültecilere neden yemek dağıtılıyor, neden çadırlarda kalıyor’ söylemleriyle ortalığı karıştırmaya çalışıldığını da gördük. Zaten ilk duyduğumuz şey mültecilerin çadır kentlere alınmak istenmediği. STK’ler baskı uygulamasaydı açıkta kalacaklardı muhtemelen. Benzer duyumları Romanlar için de aldık” dedi.
‘Başka hak kayıpları yaşaması engellenmeli’
Çadır alanlarının polis barikatlarıyla kapatıldıktan sonra elinde çalışan kartı olmayan kimsenin içeri alınmadığını belirten Deniz, bir kısmı belediyenin Hilton’daki payı olan odalarda, bir kısmı Uzundere Semtindeki TOKİ konutlarına, geri kalanlarsa konteyner kentlere götürüldüğünü kaydetti. Devletin söylediği yardımlara henüz kimsenin ulaştığına dair bilginin gelmediğini de aktaran Deniz sözlerini söyle sürdürdü: “Bundan sonraki süreçte hiçbir yurttaşın hak kaybı yaşamaması gerekiyor. Yaşadıkları evlerde yaşadıkları olumsuzluklara dair tek bir lira dahi kaybetmemeli. Psikolojik alandan bahsetmiyorum bile. Kaybettiği değer ne ise verilmeli. Aynı zamanda 2 yıl boyunca ödemek zorunda oldukları kredinin durdurulması ve indirim yapılması gerekiyor. 600 bin lira kredi çekip ev alan kişinin 3 ay sonra evi yıkılmış. O kredinin ödetilmemesi ya da ona muadil bir evin tedarik edilmesi gerekiyor.”
‘Depremzedeler anıt park istiyorsa öyle yapılmalı’
Deprem esnasında yıkılan Rıza Bey Apartmanı’ndan kurutulan ailelerin apartman alanının anıt parka dönüştürülmesi taleplerinin yerine getirilmesi taraftarı olduğunu ifade eden Deniz, “Orada hayatını kaybeden 118 insanın bir şekilde anısının var edilmedi gerekiyorsa ve halk bunu talep ediyorsa bu sağlanmalı” şeklinde konuştu.
‘Yaşam hakkı ihlal edildi’
Türkiye’nin depreme hazırlıklı olmadığının ortaya çıktığını, hasarlı binalara neler yapılacağının da henüz belli olmadığını aktaran Deniz, bütün STK’lerin bir araya gelerek olası depremde zararın en aza indirilmesi için ortak kararlar alınması gerektiğini dile getirdi. Depremde yaşam hakkının ihlal edildiğinin altını çizen Deniz, “Çünkü 9 şiddetinde depremlerde farklı ülkelerde insanlar ölmezken burada 6,9 şiddetinde depremde 118 kişi öldü. Bu depremin değil binaların öldürdüğü tedbirsizliğin öldürdüğü anlamına geliyor. Biz deprem çantamızı hazırlarız bireyler olarak ama İzmir’i depreme hazırlaması gereken devlet kurumları. Buna göre bir çalışma yapılması gerekiyor. Yerellere belediyelere ilçe belediyelerine yetki verilmesi gerekiyor çünkü yereli yereldekiler biliyor” diye belirtti.