Çeyrek asra 4 kala: Hala çürük evlerde yaşıyoruz

  • 09:08 16 Ağustos 2020
  • Güncel
Gülistan Azak
 
İSTANBUL - Türkiye'nin yakın tarihinin en büyük felaketi olarak gösterilen 17 Ağustos Depremi üzerinden 21 yıl geçti. O günün tanıklarından Nazmiye Gül, temeli çürümüş bir evde yaşadığına dikkat çekerek, hükümete sorumluluğunu hatırlattı.
 
Marmara bölgesinde 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan deprem 21 yılı geride bıraktı. 7.4 büyüklüğündeki yer sarsıntısı, Türkiye tarihinin en büyük ikinci depremi olarak kayıtlara geçti. Merkez üssü Gölcük olan deprem, Marmara Bölgesi'nin genelinde hissedildi. Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın kırılmasıyla meydana gelen deprem, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova'da can ve mal kaybına neden oldu. TBMM Araştırma Komisyonunun Temmuz 2010 tarihli raporuna göre, depremde 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti, 43 bin 953 kişi yaralandı.
 
Depremde can kaybını arttıran nedenler
 
Jeoloji Mühendisleri Odası, 1999 yılında yayımladığı raporda, can kaybını artıran en önemli 3 unsuru şöyle sıraladı:
 
*Aktif Fay Zonu: Aktif fay hattı önceden bilinmesine karşılık bu hat boyunca yoğun yapılaşma ve yüksek nüfus potansiyeli hasar ve can kaybını artırmıştır. Fay zonundan uzaklaştıkça özellikle yamaçlarda ve dağ eteklerinde hasarın olmadığı veya çok az olduğu görülmektedir.
 
*Sulu Alüvyon Zemin: Bolu-Yalova arasında fay zonu ve yakın çevresi, son derece yumuşak ve gevşek tutturulmuş kil, kum ve çakıl depolarından ve alüvyon zeminden oluşmuştur. Bu tür zeminler mevcut deprem şiddetini birkaç misli artıracak olumsuz özelliklere sahiptir.
 
*Yapım hataları: Bölge 1. derece deprem bölgesi sınırları dahilindedir. Hal böyleyken ve deprem yönetmeliklerine uyulması zorunlu iken, depremdeki ağır hasar ve yüksek oranlı can kayıplarının önemli bir bölümü de, yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işçilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğünden kaynaklanmaktadır.
 
Açılan davalar nasıl sonuçlandı?
 
Depremin ardından 170 kamu görevlisi hakkında görevi ihmal suçundan dava açıldı. Bu kişilerin bazıları görevden uzaklaştırılırken, bazı davalar da zaman aşımı nedeniyle düştü.
 
Ayrıca yıkılan ya da zarar gören binaların müteahhitleriyle ilgili 2 bin 100 dava açıldı. Ancak bu davalarda verilen hükümler ertelendi veya zaman aşımı nedeniyle düştü.
 
Müteahhit yeniden inşaat sektöründe
 
Yalova'da inşa ettiği binaların önemli bir kısmı çöken ve 200'ye yakın insanın hayatını kaybetmesine neden olan müteahhit Veli Göçer'le ilgili yargı süreci sembol davaya dönüştü. Göçer, 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. 7,5 yıl hapis yattıktan sonra 2011'de tahliye oldu ve 2018 yılında kurduğu şirketle yeniden inşaat sektöründe faaliyet göstermeye başladı.
 
Ömür Kınay hukuk mücadelesini kazandı
 
İstanbul'un Avcılar ilçesinde enkaz altından canlı çıkarılan ve boynunun üzerine düşen kolonla çekilen fotoğrafı nedeniyle depremin sembol isimlerinden birine dönüşen Ömür Kınay'ın 20 yıl süren hukuk mücadelesi de Nisan 2019'da sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi, 2015 yılında bireysel başvuru yapan Ömür’ün depremde enkaz altında kaldığı binanın ruhsatsız ve kaçak yapı olduğunun tespit edilmesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve kendisine 27 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.
 
‘Evde kalsak bir dert dışarı çıksak ayrı dert’
 
Marmara depremi tanıkları o günü anlattı. “Olası bir Marmara depremine hazırlıklı mıyızdır?” sorumuza karşılık evini işaret eden tanıklardan Nazmiye Gül, “Hazırlıklı olsak ne olacak. Evlerimizin çoğu çatlak. Evde kalsak bir dert, dışarı çıksak etrafımızı çevreleyen, gökyüzünü kapatan binalar ayrı bir dert. Evimin yanındaki bina bir aydır mühürlü. Ancak alınan bir önlem yok. Olası bir durumda üzerimize devrilecek. Beyoğlu, Tarlabaşı depreme hiç de sağlıklı değil açıkçası. Diken üzerinde yatıyoruz. Evimin temelindeki demirler çürümüş, topraklaşmış resmen. Dökülüyor şuan. Deprem hala ciddiye alınmıyor maalesef” sözleriyle hükümeti göreve çağırdı.
 
‘Hala hazır değiliz’
 
Marmara depremi tanıklarından Hayriye Şener ise henüz dün gibi hatırladığı o günleri iç çekerek anlatıyor. “O günler unutulmaz ki evladım” diyen Hayriye, deprem anında en ağır basan duygunun sevdiklerini kaybedebilme korkusu olduğunu söylüyor. O gün henüz yeni doğmuş torununu eşinin gelmemesi nedeniyle görmeye yalnız gittiğini belirten Hayriye, kızı ve torunuyla yaşadıkları o günün bir daha yaşanmamasını umut ettiğini ifade etti. “Uzmanlar Marmara depremine karşı tedbir alınması için devamlı uyarılarda bulunuyor. Geçen bunca yıla karşın tedbir alındı mı sizce?  Bugün deprem olursa nelerle karşılaşırız? ” sorumuza ise Hayriye, “Hala hazır değiliz. Umarım deprem olmaz çünkü tedbirlerin alınmadığını görebiliyoruz maalesef. Kentleşme hızı, yeşil alan eksikliği çok fazla. Benim oturduğum yer de çok eski. Halk kendi yetebildiği gücüyle bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak hepsi bu” diye konuştu.