
Dersim Dağ: Yaşamak ve yaşatmak için ölüme gittik
- 09:59 3 Mart 2020
- Güncel
Rengin Azizoğlu
DİYARBAKIR - HDP’li Dersim Dağ 3 Mart 2019’da başlattığı açlık grevinin yıldönümünü değerlendirerek, “Yaşamak, yaşatmak için ölüme gitmenin, göze almanın süreciydi. Yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerin yoldaşları olarak bizde yaşatmak için ölüme gittik” dedi.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven, hakkında açılan davanın 7 Kasım 2018’de görülen üçüncü duruşmasında hayata geçirilen hukuksuzluklara ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı açlık grevine başlayacağını duyurmuştu. 7 Kasım’da açıkladığı kararın ardından Leyla, 8 Kasım 2018’de tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Kadın Cezaevi’nde süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Leyla’nın ardından 16 Aralık 2018’de çok sayıda PKK ve PAJK’lı tutsak da açlık grevine dahil oldu. Aralıklı süreçler içerisinde katılımların olduğu eyleme, en son Mart ayı ile beraber toplamda 3 bin 500’e yakın tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı.
Öte yandan HDP Milletvekilleri Dersim Dağ 3 Mart'ta, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 8 Mart'ta partilerinin Diyarbakır İl Örgütü binasında eyleme dahil oldu. Son olarak 30 tutsak da 30 Nisan ve 10 Mayıs itibari ile ölüm orucuna başladı.
8 kişi protesto eylemi gerçekleştirdi
Tecridi protesto etmek amacıyla Almanya'nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart'ta yaşamını yitirmişti. Zülküf Gezen (33) 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Medya Çınar (24) 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Yonca Akici 9 Mart'ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Siraç Yüksek, 2 Nisan'da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan'da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tecridi protesto eylemi sonucu yaşamını yitirdi.
8 yıl aradan sonra görüşme
12 Ocak 2019’da Abdullah Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan’ı görüştürüldü. Ancak tutsaklar ve Leyla eylemlerine devam etti. 2 Mayıs’ta ise 8 yılın ardından ilk kez kosterler avukatlar için de çalışmaya başladı. Yapılan bu görüşme sonrası Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla kamuoyuna hitaben 7 maddelik bir deklarasyon sundu. Son olarak 22 Mayıs’ta yeniden Abdullah Öcalan ile görüşen avukatları eylemin sonlandırılması kararını grevde olanlara iletti. 26 Mayıs’ta Dersim Dağ, Tayyip Temel ile Murat Sarısaç HDP İl binasında PKK ve PAJK’lı tutsakların mesajını kamuoyuna açıklarken, Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajda avukatları tarafından okundu. Eylem yapılan açıklamalar ışığında tutsakların ve Leyla’nın eylemi sonlandırma kararının ardından biterken, tutsaklar ve Leyla hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. Açlık grevi eyleminin yıldönümünde HDP Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağ, açlık grevi sürecini, devam eden mutlak tecridi ve İmralı’da çıkan yangını konuştuk.
* Leyla Güven’in öncülüğünde başlatılan açlık grevlerine dünyanın birçok yerinde destek geldi ve destekler giderek büyüdü. Açlık grevi sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması talebiyle Leyla Güven açlık grevine başlamıştı. Bu açlık grevi beraberinde bir direnişi getirdi.Direnişle birlikte tüm Kürdistan’da, diasporada halk, serhıldan ruhuyla ayaklanmaya başladı. Hem önderlerini sahiplenmek için hem de devletin Kürt halkı üzerinde yürüttüğü politikalara karşı bir uyanış başladı. Açlık grevleri Kürt halkının 2015-2016 yıllarından beri sürdürdüğü sessizliği bozdu. Leyla Güven şahsında başlayan direnişle halk sokaklara aktı ve direnişe geçti. Her yerde açlık grevleri başladı. Kürt halkının hem önderliğine ne kadar bağlı olduğu hem de Sayın Abdullah Öcalan’ın perspektifini ne kadar sahiplendiğini gösteren bir süreç oldu. Uluslararası komplonun boşa çıkarıldığının da bir göstergesi oldu. 9 Ekim 1998 komplosunda tek amaçları vardı o da Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek. Bununla birlikte 1999 yılında tüm zindanlarda güneşimizi karartamazsınız eylemleri gerçekleşti ve çok sayıda genç fedai eylem gerçekleştirdi.
“200 gün süren bir açlık grevi süreci yaşadık. Fedai eylemlerle, beyaz tülbentli annelerin sokağa çıkmasıyla, gençlerin eylemleriyle dünyanın dört bir yanında yürütülen direnişle Sayın Öcalan’ın sesi tekrar barış sesini yükseltti.”
Aradan 20 yıl geçtikten sonra yeniden bir direniş yaşam buldu. Bu direniş komplonun boşa çıkarıldığını bir kez daha gösterdi. Bu süreçte de zindanlarda fedai eylemler gerçekleşti. Zülküf Gezen, Ayten Beçet gibi 8 arkadaşımız feda eylem gerçekleştirdi ve bu tecridin ne kadar büyük bir sorun olduğunu, Sayın Abdullah Öcalan’ın güvenliğinin, sesinin, mesajının bu ülke için, Ortadoğu için, dünya için ne kadar önemli olduğunu ve barışın tek çözümünün İmralı’da olduğunu bir kez daha gösterdi. 200 gün süren bir açlık grevi süreci yaşadık. Fedai eylemlerle, beyaz tülbentli annelerin sokağa çıkmasıyla, gençlerin eylemleriyle dünyanın dört bir yanında yürütülen direnişle Sayın Öcalan’ın sesi tekrar barış sesini yükseltti.
* Açlık grevine başlamaya nasıl karar verdiniz? O süreçte neler yaşadınız?
Leyla Güven’in direnişi başlatması ardından grup grup arkadaşlarımızda açlık grevine girmeye başladı. Halkın vekilleri olarak bizim de yoğunlaşmalarımız tecrit üzerine oldu. Tecrit nedir, yürütülmek istenen politika nedir üzerine yoğunlaştık. Tecridin Sayın Abdullah Öcalan şahsında kadınlar üzerinde yürütüldüğüne bir kez daha şahitlik ettik. İmralı’da başlayan tecridin sokakta karşımıza çıktığını, birebir bu tecridi hissettiğimizin farkına vardık. Kadınların katledilmesinin, gençlerin toplumdan soyutlanmasının, tacizlerin, tecavüzlerin tecritle bağlantılı olduğunu bir kere daha gördük. Yürütülen tüm bu politikaların sadece Sayın Öcalan’ın avukat ve ailesiyle görüştürülmemesiyle anlatılamayacağını bir kere daha gördük. Zindandaki yoldaşlarımız peyderpey ölüme yürüyordu. Bu halkın huzuru, barışı, eşitlik mücadelesi için, her birimizin üzerindeki tecrit politikalarını kırmak için direniyorlardı. 1 Mart’la beraber zindanlardaki tüm siyasi tutsaklar açlık grevine girdiğini deklare etti. Bizler de halkımızla beraber yürüme, beraber mücadele etme kararı aldık. 3 Mart’ta ben ve beş arkadaşım süresiz dönüşümsüz açlık grevine girdik. O süreci anlatmak zor. Bazı süreçler anlatılmaz, yaşamak gerekir. O duygulardan biriydi. Yaşamak, yaşatmak için ölüme gitmenin, göze almanın süreciydi. Yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerin yoldaşları olarak biz yaşatmak için ölüme gittik. Hepimiz bunun bir ihtimal olduğunu bilerek bu yola çıktık.
“Kadınlar öncülüğünde başlayan direnişin karşısında hiçbir politika amacına ulaşamadı. 200 gün süren direnişle birlikte dünyanın dört bir yanında yürütülen topyekûn mücadele ruhuyla tecrit de kırıldı faşizm de yıkıldı. Faşizmin yıkılmaya mahkûm olduğunu da gösterdik.”
Kadınlar öncülüğünde başlayan direnişin karşısında hiçbir politika amacına ulaşamadı. 200 gün süren direnişle birlikte dünyanın dört bir yanında yürütülen topyekûn mücadele ruhuyla tecrit de kırıldı faşizm de yıkıldı. Faşizmin yıkılmaya mahkum olduğunu da gösterdik. Direnişin bize neleri kazandırdığını da gördük. Bizim mücadelemiz aynı zamanda bir hukuk mücadelesiydi. Türkiye’nin kendi Anayasa’sını uygulaması için de verdiğimiz bir mücadeleydi. Bu hukukun işletileceğinden emin olmayana kadar da direnişimizden vazgeçmedik. Yapılan ikinci görüşmede hem Abdullah Öcalan’ın açlık grevinin son bulması üzerine talepleriyle hem de direnenlerin kararı ile son buldu. Bununla birlikte Sayın Abdullah Öcalan’ın barış isteminin ve talebinin gelmesiyle kısa bir süre de olsa tüm Ortadoğu’ya bir nefes oldu. Halklarda bir umut da yeşerdi.
*Abdullah Öcalan ile yapılan 5 görüşme sonrası avukat ve aile görüşmeleri tekrar askıya alındı. Yeniden devreye koyulan mutlak tecrit politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin sonuncusunda kendisi şu mesajı vermişti; ‘30-40 gün içerisinde hükümetin ne kadar samimi olduğunu göreceğiz.’ Verdiği mesajlar içerisinde ‘Ben barışı getirmeye hazırım. İmkan verilirse bir hafta içerisinde bu sorunu çözerim’ ifadesi bulunuyordu. Bu mesajlardan sonra hükümetin takındığı tavır, mutlak tecridi sürdürme politikası hükümetin barış noktasında samimi olmadığını, tecrit politikasında ısrarcı olduğunun göstergesidir. Açlık grevleri sürecinde hükümetin eli kolu bağlanmıştı. Böyle büyük bir direniş karşısında başka bir seçeneği yoktu ve geri atmak zorunda kaldı. Direnişten ve görüşmelerden sonra hükümet tekrar kirli politikalarını yürütmeye başladı. Görüşmeler son buldu ve kısa bir süre sonra Kürt halkının iradesini yok sayan bir kayyım politikasıyla karşı karşıya kaldık. Kürdistan’da üç büyükşehir belediyesine kayyım atandı. Bu Sayın Abdullah Öcalan’ın barış istemine karşı savaş isteminin göstergesiydi.
Kayyım politikası yalnızca belediyeleri gasp etme değil aynı zamanda Kürt halkının iradesini yok sayma, seçme seçilme hakkına el koymaya dönük bir politikaydı. Bu politikaları basit olarak değerlendirmemek gerekir. Kürdistan’da seçimlerin geçersiz sayıldığını, Kürt halkının kendini yönetenleri seçemeyeceğinin gösteren bir politikaydı. Hükümet yürüttüğü politikalarla savaşı ülkede ve Ortadoğu’da daha da derinleştireceğini göstermiş oldu. Tüm bunlara rağmen Sayın Abdullah Öcalan’ın görüşmelerinde belirttiği gibi hala barışı kurmaya hazırız. Tüm imha politikalarına karşı biz hem direnişimizde hem de bu ülkeye demokrasiyi, özgürlüğü ve eşitliği getirmek için ısrar edeceğiz.
*Türkiye ülke içinde ve dışında bir savaş, kaos ve kriz sürecine girdi. Bu sürecin tecritle bağı nedir?
Hükümetin dış siyasette tamamen Kürtlere karşı, bir düşman hukukuyla politikalarını yürüttüğü açıktır. Cumhurbaşkanı’nın İdlib’e ilişkin son yaptığı açıklamasında ‘Orada 50-60 bin Kürt var’ demesi aslında Kürtlere karşı yürütülen bir savaş olduğunu ortaya koymaktadır. Kürtlere karşı bir savaş politikası yürütmek Türkiye’yi uçuruma sürükleyen bir politikadır. Bugün Rojava’da Kürtlerin varlığını kendine tehdit olarak görüyor. Oradan da Rojava’yı genel olarak da tüm Suriye’ye dönük işgal saldırıları yürütüyor. Halkların bu politikalara bir cevabı vardır. Bu siyaset karşısında mutlak bir direniş gerçekleşecektir. Tecrit yalnızca ülke içerisinde değil tüm Ortadoğu üzerinde geliştirilmeye çalışılıyor. Buna karşı tüm Ortadoğu halkları da dün olduğu gibi bugün de mücadelelerini sürdürecektir. Ne olursa olsun tecrit kırılacak faşizm yenilecektir.
*Son olarak geçtiğimiz günlerde İmralı Adası’nda bir yangın meydana geldiği bilgisi kamuoyu ile paylaşıldı. Konuya ilişkin bir bilgi alabildiniz mi?
İmralı’da çıkan yangın tüm halkı tedirgin etti. Sayın Abdullah Öcalan bir halkın ‘önderimdir’ dediği ve Ortadoğu’nun huzurunun anahtarını elinde tutan bir liderdir. Barışın tek ihtimalidir. Onunla ilgili en ufak bir risk, en ufak bir olay tüm halkı tedirgin edecek ve gündemlerine oturacaktır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir televizyon programında yaptığı bir açıklamayla İmralı’da yangın çıktığını öğrendik ancak detaylara ulaşamadık. Bir an önce aile ve avukatların Sayın Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirmesi ve olayla ilgili detaylı bilgilerin alınması üzerine hem partimizin hem STK’ların yaptığı açıklamalar vardı. Ancak konuyla ilgili hiçbir değerlendirme yapılmadı. Bu olay geçiştirilecek bir olay değildir. Sayın Öcalan tüm Türkiye ve Ortadoğu halkları için önemli bir noktada duruyor. Avukatların ve ailelerin yaptığı tüm başvurulara rağmen bir cevap alamadık. Bir an önce Sayın Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirilmesi ve yangın olayının detaylarının halka ve kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.