
‘Tecridin derinleşmesinin altında barış ve demokrasiye karşı iktidarın savaş ısrarı var'
- 09:09 20 Şubat 2020
- Güncel
Safiye Alağaş
İSTANBUL - İmralı’da uygulanan tecridin devam etmesinde AİHM ve CPT’nin de önemli bir rolü olduğunu belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Turgut, “Her iki kurum da kuruluş misyonlarını ve rollerini yerine getirmekte maalesef ki aciz durumda” dedi. Tecridin derinleştirilmesindeki asıl nedenin de PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın barış ve demokrasideki ısrarı olduğunu belirten Raziye, “Dolayısıyla tecridin kalkmasında demokrasi güçlerinin etkisi büyük, toplumsal mücadeleyi yükseltmek gerekiyor” dedi.
Asrın Hukuk Bürosu, 15 Şubat’ta ‘2019 Yılı İmralı Cezaevi Hak İhlalleri, Gelişmeler ve Mevcut Duruma İlişkin Tespit Raporu’nu kamuoyu ile paylaştı. 12 sayfalık tespit raporunda, 2019’un İmralı tecrit sistemine geniş yer verildi. İmralı tecridini ve gelişmeleri Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Turgut ile konuştuk.
* İmralı’da bulunan müvekkiliniz PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde nasıl bir tecrit uygulanıyor?
Öncelikle tecridi anlatmak gerekiyor. 2019, tecridin etkisinin ne denli olduğunun en açık şekilde anlaşıldığı bir yıl oldu. Çünkü buna dair eylemler oldu. Ancak Sayın Öcalan üzerindeki tecridi sadece İmralı Ada Hapishanesi’ndeki tecrit olarak adlandırmak mümkün değil. Bunun için Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldığı tarih olan 9 Ekim 1998 tarihinin öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Sayın Öcalan 1993 yılından itibaren demokratik bir müzakere çerçevesinde, demokratik ve onurlu bir barışın sağlanması için yürüyüşe geçti ve bu yolda çeşitli komplolarla karşılaştı. Bu komplolar Gladyo ve Gladyonun Türkiye uzantısı tarafından gerçekleştirildi.
Dolayısıyla bunu dar anlamda bir tecrit olarak ifade etmek mümkün değil. Çünkü Sayın Öcalan üzerindeki tecrit çok daha geniştir. ABD’nin, Gladyonun komplolarıyla gerçekleşti. Avrupa’nın buna ses çıkarmaması ve onay vermesiyle devam ediyor. Türkiye’nin de bu tecridi uygulayan bir rolü söz konusu. Dediğim gibi 1993’te başlayan bir tecrit durumu söz konusu.
1999 yılına geldiğimiz de ise İmralı Ada Hapishanesi bu tecridin bir parçası durumuna geldi ve zamanla Sayın Öcalan üzerindeki tecrit daha da derinleştirildi, ağırlaştırıldı.
Burada Sayın Öcalan’ın pozisyonu çok önemli. İmralı Adası’na götürüldüğü zaman aslında tasfiye edilmek istendi. İradesi teslim alınmak istendi. Kendi çizgilerine çekmek istediler. Ancak Sayın Öcalan buna karşı direndi ve pozisyonunu ortaya koydu. Barışta ısrarcı oldu. Bu iradesi teslim alınamayınca tecrit durumu gitgide ağırlaştırılmaya başlandı.
‘İmralı yasaklı ve hukukun işlemediği bir alan’
İmralı Adası’nın kendisi bir tecrit. Dış dünya ile teması bütünüyle kopuk. Çevresi ve üzeriyle bir yasak bölge. Hukukun da işlemediği bir alan tabi ki. Dolasıyla Sayın Öcalan getirildiği tarihten itibaren tecrit İmralı Adası’nda devam ettirildi. Bu nasıl oldu? Zaman zaman aile, avukat görüşlerinin sınırlandırılmasıyla oldu. Zaten bir hücre cezaevi. Müvekkilimizin de “tabutluk” olarak adlandırdığı bir yer. Burada aile görüşleri, avukat görüşleri sınırlandırılmaya başlandı. Fiziki müdahaleler başladı. Bunları hücre ve disiplin cezaları takip etti. Bu yönlü hukuki olmayan kısıtlamalar vardı. Ancak buna rağmen ara ara da olsa aile ve avukat görüşleri gerçekleşti.
2011 tarihine geldiğimizde avukat görüşmeleri tümüyle kesintiye uğradı. 2016 tarihinde ise mutlak bir tecrit durumu devreye girdi. Yani Sayın Öcalan’ın tüm bağlantısının dış dünya ile koparılması durumu söz konusu oldu. Hiçbir şekilde dış dünyadan haber alamama durumu gelişti. Bu ne şekildeydi? İletişim ve haberleşme hakkı, avukatları ve aile ile görüşme, sağlık ve güvence hakkı, mahkemeye erişim ve başvuru hakları elinden alındı. Bunları disiplin cezaları takip etti. Bizim dosyalara erişememe durumumuz takip etti. Bütün bunlarla birlikte mutlak tecritten bahsedebileceğimiz bir durum oldu.
‘Açlık grevleri tüm dünyaya yayıldı’
Derinleştirilen tecride karşı artık toplum sessiz kalmadı. Sayın Leyla Güven öncülüğünde 7 Kasım 2018 tarihinde bir açlık grevi eylemi başladı. Bu eylem bütün dünyaya yayıldı. Toplumsal mücadele yükseldikten sonra duruma sessiz kalınamadı. Bu gelişme sonrasında görüşme sağlandı. Toplam 5 görüşme gerçekleştirildi. En son görüşme 7 Ağustos 2019 tarihinde gerçekleşen görüşmeydi. Ancak 7 Ağustos’tan sonra yaptığımız bütün başvurular cevapsız bırakıldı. Yani mutlak tecrit durumuna geri dönüldü.
* İmralı’da uygulanan tecrit sistemi hukuk ile izah edilebilir mi?
Dünyanın hiçbir yerinde bu tarz bir yönetim biçimi, bir sistem söz konusu değil. Hukukun hiçbir şekilde vücut bulmadığı, kanunların uygulanmadığı bir alan maalesef. Burada iktidar, egemen güç, ‘Gladyo’ dediğimiz güçler ve onların uzantısı yönetim biçimi olarak adlandırdığımız İmralı Sistemi’nde etkili. Dolayısıyla bir kanunun uygulanması durumundan dahi söz etmek mümkün değil.
* İmralı’da bulunan diğer iki müvekkilinizin iletişim (telefon) hakkı ihlal edildiği için mahkemeye başvuruda bulunulmuştu. Anayasa Mahkemesi (AYM) başvuruyu 6 Şubat’ta sonuçlandırdı ve ‘haberleşme hakkının ihlal edildiğine’ karar verdi. Şu anda bu haklarından yararlanıyorlar mı? Yararlanılması için sizin bir başvurunuz oldu mu?
Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş şu an İmralı Adası’nda bulunan müvekkillerimiz. Diğer müvekkilimiz Nasrullah Kuran, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan önce İmralı’ya götürülmüştü. 9 ay kaldıktan sonra Silivri Hapishanesi’ne sevk edilmişti. Bu 3 müvekkil yönünden yapılan bir başvuru. Burada ‘haberleşme hürriyetinin ihlaline’ karar verdi mahkeme. Bununla ilgili mahkemeye bir başvuru yaptık. Ancak mahkeme söz konusu ihlal durumunun ‘geçmişte olduğunu ve şu anda bu ihlal durumunun giderilemeyeceği’ gerekçesi ile bu talebimizi reddetti. Yani “AYM kararını uygulayacağımız bir ihlal durumu söz konusu değil” diye belirtti. Ancak biz İnfaz Hakimliğine itirazda bulunduk ve adaya getirildikleri tarihten itibaren bu haklarını hiçbir şekilde kullanmadıklarını, ihlal durumunun bu karara rağmen devam ettiğini ve ortadan tümüyle kaldırılması gerektiğine dair başvuruda bulunduk. Sayın Öcalan da 1999 tarihinden itibaren de bu haktan mahrum. Biz AYM kararını göz önünde bulundurarak Sayın Öcalan açısından da İnfaz Hakimliğine bir başvuruda bulunduk. Ancak henüz bir yanıt almış değiliz. Nitekim bu ihlal durumu 21 yılını doldurdu. Bir yanıt geldiğinde tüm hukuksal yolları kullanacağız.
* Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) 28-29 Nisan 2016 tarihinde İmralı’da yaptığı ziyaretin sonucunu 2 yıl sonra açıklamıştı. Ardından 7 Mayıs 2019 tarihinde İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmişti. Ziyaretin detayları kamuoyu ile hala paylaşılmadı. CPT raporunun bu kadar geç açıklamasının neden ve sonuçları nelerdir?
Öncelikle CPT’nin rolüne bakmak gerekiyor. CPT uluslararası anlamda İmralı Adası’nı denetleyebilecek neredeyse tek kurum diyebiliriz. CPT’nin işkenceyi önleme gibi bir görev ve hükümlülüğü var. Türkiye hapishanelerini, polis merkezlerini denetleme yükümlülükleri var. Bu ihlalleri tespit ederek buna ilişkin açıklama yapma yükümlülüğü var. Tabi bu açıklama kısmı devletin onayına bağlandı maalesef ki. Ama böyle bir pozisyonu var ve önemli bir pozisyon.
CPT Nisan 2016 tarihinde bir görüşme gerçekleştirmişti. O tarihler Sayın Öcalan’dan haber alınması için seslerin en yüksek çıktığı tarihlerdi. Bu zaman diliminde CPT kendi açıklamasını yapmadı ve 2018 yılında bu açıklamayı yaptı. CPT’nin bu durumu tecridin derinleştirilmesinde ve ağırlaşmasında maalesef bir rol oynadı. Pasif kalarak, yavaş hareket ederek yargı makamlarının, hukuk dışı infazı uygulamalarını bir bakıma olumladı. Bu yüzden CPT’nin bu anlamdaki rolü ciddi bir roldür. Ne yazık ki ziyaretlerine ilişkin hazırladığı raporları geç açıklamak suretiyle olumsuz bir etkisi söz konusu oldu. Sonrasında OHAL dönemi ile beraber baktığımızda birçok uygulama hukuka aykırı olmasına rağmen kurumsallaştı, yasalaştı.
CPT Mayıs 2019 tarihinde Türkiye’ye geldiğinde Türkiye cezaevlerinde yapacağı ziyaretler içerisinde İmralı Adası yoktu. Ancak toplumsal mücadele ile CPT İmralı Adası’nı kendi planları çerçevesine aldı. Böylece İmralı Adası’nı ziyaret ettiler. Biz raporlama yapıyoruz, bu raporları CPT’ye gönderiyoruz. CPT ile zaman zaman görüşmeler gerçekleştiriyoruz. En son görüşmelerini geciktirilmemesinin önemi konusunda bir takım görüşmelerimiz oldu. CPT burada bazı prosedür durumlarını öne sürüyor. Örneğin hükümetin cevabını geciktirmesi sebebiyle kendilerinin açıklamalarını geciktirdiğini söylüyor. Tabi bunların hiçbiri mevcut hukuka aykırılık karşısında geçerli bir neden değil.
* CPT, işkenceyi tespit etmesi durumunda yaptırım uygulayabiliyor mu?
Bir basın açıklaması ile bu işkenceyi duyurabilir. Türkiye’nin mevcut uygulamalarını, evrensel hukuk ilkelerine aykırı davrandığını, uyarılara rağmen bunu devam ettirdiğini ve bunları yerine getirmeme gibi bir durum söz konusuydu. CPT şu anda açıklamasını hükümetin onayına bağlamış. İhlal durumuna açık olan bir durumda hükümet ne kadar onay verir, bu tartışılır bir durum.
* Açıkladığınız raporda AİHM’in, Abdullah Öcalan’ın “yeniden yargılama” ve “ağırlaştırılmış müebbet cezası” ilgili ‘ihlal’ kararı verdiğini açıkladınız. Bu kararlar Türkiye iç hukukunda nasıl bir karşılık buldu?
“Adil yargılanma hakkının ihlali” ve “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı” ile ilgili bir karar. İç mekanizmalardan sonra dava AİHM’e taşınmıştı. 2003'te AİHM Esas Dairesi, 2005'te Büyük Daire bu kararı verdi. Bu karar kesinleşmiş oldu. Sayın Öcalan’ın ‘adil yargılanmadığı ve ağırlaştırılmış hapis cezasının işkence ile eşdeğer’ olduğu kararı verildi. AİHM’in bu kararından sonra uluslararası sözleşmeler kapsamında Türkiye’nin yeniden yargılama yapması ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası işkence ile eşdeğer olduğu için bu durumun ortadan kalkması gerekiyor. Çünkü umut hakkının ortadan kaldırılması durumu söz konusudur. Türkiye’nin yasalarında birtakım değişikliklere gitmesi gerekiyor. Bu da Sayın Öcalan’ın fiziki anlamda özgürlüğünü gerektiren bir durum. Ancak mevcut iktidar, savaş politikalarında ısrarcı olduğu için, maalesef iktidarını bu savaş politikalarıyla beslediği için, şu an da bu tarz değişiklikleri yapmaktan imtina ediyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de Türkiye’nin bu kararları uygulayıp uygulamadığı noktasında takip etmesi gerekiyor. Bakanlar Komitesi bu durumu takip ettiklerini belirtiyor. Ama etkili bir hukuk mekanizması işletmekten geri kalıyor.
* AİHM’in bazı başvuruları sürüncemede bırakması ve hükümetin yanıtını esas alan tavrının nedeni nedir?
AİHM insan hakları temel şartlarının uygulanması yönünde devletleri denetleyen önemli bir kurum. Dolayısıyla pozitif hukuk da olsa bu anlamda devletler üzerindeki etkisi büyük bir anlam teşkil etmekte. Ancak AİHM’in önündeki dosyaları bekletmiş olması bu tecrit durumunu derinleştirmesinde ve ağırlaştırmasında bir etkiye sahip. CPT’nin rapor açıklamaları nasıl bir etki yaratıyorsa, AİHM’in de etkisi benzer etkiye sahip. Her iki kurum da kuruluş misyonlarını ve rollerini yerine getirdiğinde bu ihlallerin önüne geçeceği gibi demokratikleşmeye de katkıda bulunacaktır. Ancak bu işlevini yerine getirmekte maalesef ki aciz durumda. AİHM kendi önündeki dosyaların çokluğunu ve bazı prosedürel durumları öne sürüyor. Ancak tabi ki Sayın Öcalan ile birlikte adalet bekleyen binlerce insanın dosyası AİHM’in önünde sonuçlanmayı bekliyor. Bunu maalesef ki göz kapama olarak değerlendirebiliriz.
Bu kadar dosyayı bekletmesi karşısında AİHM belki kendi durumunu revize edebilir. Daire sayısını çoğaltarak bir an önce hızlı ve etkili bir yola gidebilir. Şimdi yerel mahkeme açısından baktığımızda uzun yargılamadan bahsediyoruz. “Geç gelen adalet adalet değildir” diyoruz ama AİHM’de yılları bulan dosyalar söz konusu. Dolayısıyla kendisi bu ihlal durumlarını değerlendirirken aslında adalet bekleyen insanlar açısından ayrı bir mağduriyet yaratıyor. Bu kabul edilebilir bir durum değil.
* Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz Asrın Hukuk Bürosu olarak demokratik hukuk alanında elimizden gelenin fazlasını yapmayı amaçlıyoruz. Ancak yapılan görüşmelerde de Sayın Öcalan rasyonel devlet aklına seslenmişti. En büyük çağrısı da demokrasi güçlerineydi. Dolayısıyla tecridin kalkmasında demokrasi güçlerinin etkisi büyük. Bu anlamda toplumsal mücadele yükseltilerek tecrit kaldırılabilir.