
İmralı tecridine karşı ortak açıklama: Tecrit halk sağlığı sorunudur
- 14:10 17 Şubat 2020
- Güncel
İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride ilişkin Asrın Hukuk Bürosu öncülüğünde yapılan ortak basın toplantısında İmralı tecridine karşı demokrasi ve insan hakları örgütlerine duyarlılık çağrısı yapıldı. Burada konuşan TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “Biz hekimler olarak tecridin halk sağlığı sorunu olduğunu söylüyoruz. Tecridin işkence kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor. Ve biran önce kaldırılması gerekiyor” dedi.
Asrın Hukuk Bürosu avukatları müvekkilleri PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 7 Ağustos 2019 tarihinde gerçekleştirdikleri görüşme sonrası gelişmeleri değerlendirmek ve 15 Şubat uluslararası komplonun yıl dönümü dolayısıyla Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven, İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği ile birlikte ortak basın toplantısı gerçekleştirdi. İstanbul’da bulunan Taksim Hill Otel’de düzenlenen toplantıya HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, ÖHD Eş Genel Başkanı Ayşe Acinikli, Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHP) avukatlarından Gülhan Kaya ve Sezin Uçar da katıldı.
‘Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu barışçıl çözümler sonuçsuz bırakıldı’
Açıklamada ilk olarak Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca konuştu. Müvekkilleri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası bir komplo ile Türkiye'ye getirilişinin de 22’nci yılına girildiğini belirten Rezan, o tarihten bu yana inşa edilen ve sistematik bir şekilde yürütülen İmralı tecrit sistemi olduğunu ifade etti. Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik temelde onurlu bir barışa kavuşması için ortaya koyduğu yol haritaları ve barış çağrılarının hep çözümsüz ve hesapçı politikalarla boşa çıkarılmaya çalışıldığını söyleyen Rezan, gelinen noktada Kürt sorununu çözmeyen Türkiye devletinin, demokrasiyi unuttuğunu, halklar, ekonomik ve toplumsal sorunlarla boğuşur hale geldiğini vurguladı. Yeni tip dünya savaşı ile de Ortadoğu'da kriz, kaos ve savaşlar, halkların geleceğini çalmaya devam ettiğini dile getiren Rezan, Abdullah Öcalan'a yaklaşımın, Türkiye ve Ortadoğu'da yaşananlarla bağlantılı ve iç içe olduğunu belirtti.
Kürtlerin Abdullah Öcalan’ı siyasi irade olarak gördüğünü söyleyen Rezan, “1993 yılından bu yana verdiği barış mücadelesi ve demokratik yaşam paradigması ile halkların kabul ettiği bir lider olmuştur. Böylesi bir anlamla Sayın Öcalan'a uygulanan yasakların son bulması, Anayasa ve yasalarda yer alan hakların uygulanması için 8 Kasım 2018 tarihinde DTK Eşbaşkanı Sayın Leyla Güven, süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladığını ilan etmişti” hatırlatmasında bulundu.
Abdullah Öcalan’ın mesajları hatırlatıldı
Açlık grevi süreci ve sonrasında yaşanan gelişmeleri anlatan Rezan, açlık grevi sırasında Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmelere işaret etti. Abdullah Öcalan’ın görüşmede gönderdiği mektuba dikkat çeken Rezan, şunları hatırlattı: “Derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğunu, sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç olduğunu Türkiye'nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebileceklerini ortaya koydular. İmralı'daki duruşun, 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirttikleri ifade tarzının daha da derinleştirilerek ve netleştirilerek sürdürme kararlılığında olduklarını, esas olanın onurlu bir barış ve demokratik siyaset olduğunu deklare ettiler. Yine tüm bu görüşmelerde Sayın Öcalan, Kürt ve Türk halkının tarihsel birlikteliğinin Anadolu ve Mezopotamya birlikteliği olduğunu, bugünkü sorunların bu birlikteliği bozan anlayıştan kaynaklandığını ve de tarihsel hakikate zıt, riyakar bir tarih yaratıldığını ifade ediyordu. 'Ortadoğu'da yaşananlarla benim 21 yıldır burada tutulmam birbiri ile bağlantılıdır' diyordu. Demokratik Cumhuriyet, ortak vatan ile halkların birlikteliğine dayalı demokratik bir Ortadoğu. Ağustos ayında yaptığımız son görüşmede de Sayın Öcalan, 'bir haftada çatışma ihtimalini ortadan kaldırabileceğine, kendine güvendiğine, devlet aklının da gereğini yapması' gerektiğine dair açıklamalarını kamuoyu ile paylaşmıştık.”
Kamuoyuna duyarlılık çağrısı
Yapılan çağrıya ilişkin bir sonuç alınmadığını vurgulayan Rezan, demokratik sivil, insan hakları kurumlarını, İmralı tecridine karşı demokrasi ve insan hakları mücadelesi vermeye çağırarak, kamuoyunu duyarlılığa davet etti.
‘Tecrit insanlığa karşı bir suçtur’
Ardından söz alan TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, cezaevlerinin geldiği duruma dikkat çekerek, cezaevlerinde yıllardır uygulanan tecridin ne ilk ne de son olduğunu belirtti. “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında gerçekleşen 19 Aralık Katliamı’nı hatırlatan Şebnem, “Bütün bu süreçte cezaevleri tecrit ortamlarına dönüştürüldü. İnsanlar tecride konuldu. Abdullah Öcalan’ın da tecritte olması gibi. TİHV bir insan hakları örgütü olarak tecridin insanlığa karşı bir suç olduğunu her seferinde söylemiş ve uyarmıştır. Çünkü tecrit insanın doğal sağlık düzenini ortadan kaldıran bir takım kısıtlayıcı özellikler taşıyan bir ortamı zorunlu kılmaktadır. İsterdim ki bizim de verilerimiz somut olarak önümüzde olsun ve bunlarla ilgili çalışma yapabilelim. Ama hiçbir zaman bu veriler tam tutulmadığı için yapamıyoruz” dedi.
‘Mandela kurallarına göre tecrit yasaklanmış’
Danimarka’da tecridin insan yaşamı ve bedeni üzerindeki tespitleri için yapılan çalışmaya dikkat çeken Şebnem, “Biz bulunduğumuz yerde de tecridi yaşıyoruz. Verilere ulaşmakta sorun yaşıyoruz. Danimarka’da yapılan çalışma çok önemli bir çalışma. Doğrudan veriler üzerinde ve anlamlılık hesapları yapılarak çalışma yapılmış. Danimarka’da tecrit tabi ki üç gün ve dört yedi gün arasında yapılıyor. Aslında Mandela kurallarına göre tecrit yasaklanmış. Ama ona rağmen bir haftaya kadar tecrit uygulandığını böylece görmüş olduk. Bu kadar kısa süreli bir tecrit uygulanmasına rağmen kişilerin cezaevinden çıktıktan sonra önümüzdeki beş yıl içinde ölüm oranları cezaevinde hiç kalmayan insanlara oranla anlamlı oranda çok daha yüksek düzeye ulaşmış. Bununla birlikte bu kadar kapsamlı çalışma yapılmamakla beraber daha önce yapılmış sınırlı çalışmalar var” şeklinde konuştu.
Tecrit işkence kapsamında değerlendirtilmeli’
“Özellikle tecrit koşulları kişilerin sağlık durumlarıyla ilgili tüm sistemler üzerinde baskılayıcı bir etki yaratıyor” diyen Şebnem, tecritte bulunan bir insanın dış ortamla karşılaştığında doğal savunma mekanizmaları bulunmadığı için çok daha hızlı bir şekilde ölüme doğru gittiğinin altını çizdi. Şebnem, “O anlamda biz hekimler olarak tecridin halk sağlığı sorunu olduğunu söylüyoruz. Tecridin işkence kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledik. Doğrudan işkence kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor. Ve biran önce kaldırılması gerekiyor. İnsanların doğal ortamlarda bulunması gerekiyor” diye ekledi.
‘Keyfi uygulamaların bitmesi gerekiyor’
Ardından söz alan İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da “Şuanda İmralı hapishanesinde tutulan Öcalan ve beraberindeki üç kişiye keyfi olarak avukatları ve aileleri ile görüştürülmemesinin kanuna aykırı olduğunu belirtmek istiyorum. Bu hususun altını çizmek gerekiyor. Bir ülke öncelikle kendi kanunlarını uygulamak zorunda. Kişiye özel bir uygulama yapılamayacağının altını çizmek gerekiyor. Çok rahatlıkla Öcalan ve diğer mahpusların aileleri ve avukatları ile görüşme hakları var. Adalet Bakanlığı’nın izin vermesi halinde heyetlerle görüşebilirler. Mektup, gazete, dergi alma hakları var. Bu keyfi uygulamaların bitmesi gerekiyor” dedi.
‘Barışa giden yol Abdullah Öcalan’dan geçer’
Açlık grevi sürecine de değinen Öztürk, tecridin devam etmesi durumunda oluşacak demokratik tepkilerin kendilerini kaygılandırdığını söyledi. Öztürk, “Bu sene 15 Ocak’ta Adalet Bakanlığı ile tekrar görüştük. Sadece hapishanelerde değil İmralı hapishanelerinde tecridin kaldırılması için talebimizi dile getirdik. İnsan hakları savunucuları olarak bizler yeni bir barış sürecine ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. En kötü günlerde bile mutlaka barış taleplerinin dillendirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Türkiye’nin yeniden bir barış sürecine ihtiyaç olduğunu tekrar tekrar söylemek istiyoruz. Kötüleşen bir tablonun daha fazla kötüleşmemesi için tekrar tekrar söylemek istiyoruz. Barışa giden yolun Abdullah Öcalan’dan geçtiğini tekrar söylemek istiyoruz. Bütün dünya örneklerinde görülmüştür ki çalışmaların devam ettiği süreçlerde yeni barış süreçlerini inşa etmek gerekiyor ki demokrasiye gidelim. Özellikle Meclis’te bulunan grupların bu sorunla ilgilenmesi, bu ülkeye demokrasi gelecekse bunun yolunun yeni barış sürecinin örülmesinden geçtiğini söylüyoruz. Geçen yılın Mayıs-Haziran ayını düşündüğümüzde herkeste bir umudun yeşerdiğini görüyoruz. Dolayısıyla Abdullah Öcalan ve mahpusların yasal haklarını kullanması gerektiğini yeniden dile getiriyoruz” diye konuştu.