Nazan Üstündağ: Konferansa Abdullah Öcalan ve paradigması damgasını vurdu

  • 09:16 11 Şubat 2020
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ - AP’de düzenlenen 16’ncı Uluslararası Kürt Konferansı’nın, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmesi için önemli olduğunu belirten konferans katılımcılarından akademisyen Nazan Üstündağ, bu konferansta çokça Abdullah Öcalan’ın isminin geçtiğini ve Demokratik Konfederalizm paradigmasının tartışıldığını belirtti. 
 
Avrupa Birliği (AB) Türkiye Yurttaş Komisyonu’nun (EUTCC) öncülüğünde 2004’ten bu yana yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) Uluslararası Kürt Konferansı’nın 16’ncısı bu yıl 5-6 Şubat tarihleri arasında gerçekleşti. Belçika’nın başkenti Brüksel’de yapılan konferansın bu yılki ana başlığı “Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler” olarak seçildi. Konferansa AP’de grubu bulunan Sol ve Yeşiller Kuzey Solu (GUE/NGL), Yeşiller / Avrupa Özgür İttifakı (Greens/EFA) ile en büyük ikinci grup olan Sosyalist ve Demokratlar Grubu (S&D) destek verdi. 
 
Birçok tanınmış ismin de hamilik ettiği konferansa katılanlar arasında yer alan akademisyen Nazan Üstündağ, konferansa ilişkin sorularımızı cevapladı. 
 
* “Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler” ana başlığı altında 5 ve 6 Şubat tarihlerinde organize edilen 16’ıncı Uluslararası Kürt Konferansı’na siz de katıldınız. Avrupa Parlamentosu’nda yapılan bu konferans Kürtler açısından ne anlam ifade ediyor?
 
Bu konferans birçok açıdan önemliydi. 16 yıldır yapılan bir konferans. Bir kez daha Kürtler açısından Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmesini ve Avrupa Parlamentosu’nun bu konuda benimseyeceği siyaseti belirlemesi açısından önemliydi. Kürt iradesinin AP içerisinde temsil edilmesi ve Kürtlerin kendilerini temsil edebilmeleri ile kendilerini ifade edebilmeleri için önemli. Rojava konusu da gündemdeydi bu konferansta. Bu açıdan önemli yani Türkiye’nin işgalinin enine boyuna masa yatırıldığı bir konferans oldu.
 
Bir başka boyutta kadın meselesi oldu. Kadın meselesi öne çıkan başlıklardan biriydi. Hevrîn Xelef’in annesi konuşmacı olarak yer aldı. Onun yanı sıra birçok kadın konuşmacı, Türkiye devletinin ve paralı askerlerinin Rojava’da kadına yönelik savaş suçlarını ve Türkiye’de AKP’nin kadınların kazanımlarına dönük saldırıları arasındaki bağlantıyı kurma şansı yakaladı. Bu açıdan da konferans oldukça önemliydi. 
 
* 16’ncısı düzenlenen bu konferansta ne derece bir yol alındı?
 
Tabi 16 yıldır bu konferansın düzenlendiğini düşünecek olursak bu konferansta alınan kararların ve söylenenlerin ne derece bir etkisi olacağı ve yaptırım gücü olduğu önümüzdeki günlerde açığa çıkacak. Bu konuda AP katılımcılarının kendileri de AB’nin yaptırımlar konusunda son derece ağır, isteksiz olduğunu belirttiler. İlk günlerde işgal ile ilgili bir ses çıkıyordu Avrupa’dan. Örneğin silah ambargosu şeklinde. Fakat bunlardan hiç birinin gerçek bir yaptırıma dönüşmemiş olması tartışılan konular arasındaydı. Ve parlamenterlerin AB’yi çok fazla ikna edebilecekleri, bir gücünün olmadığına dair bir izlenim aldım ben. Şunu da söyleyebilirim bu izlenim, yine masaya yatırılan konular arasında yer alan AB ile Türkiye arasında imzalanan göçmen anlaşmasının altının tekrar tekrar çizilmesiyle de kuvvetlendi. 
 
Bundan sonra AB’nin Kürtler ile ilişkilerinde ve Kürtlerin AB ile AP’den beklentilerinin ne şekil olabileceğine dair yapılmış en iyi sunum Belçika’nın PKK ile verdiği karar ile ilgiliydi. Belçika’nın “PKK’nin bir terörist bir örgüt olmadığı, devlet dışı bir örgüt” olduğu yönündeki karar biliyorsunuz temyize gitti sonra üst mahkemeye gitti vs. Şuan karar kesinleşmiş durumda. Konunun üzerinde ciddi şekilde duruldu. Bu karar bir sunum ile gündeme getirildi. Daha sonra birçok konuşmacı bu kararı referans gösterdi. 
 
“PKK’nin “devlet dışı bir örgüt” olduğu yönünde karar veriliyor. Bu kararın sonuçları şimdi sadece Belçika ile sınırlı. Fakat Almanya ve Fransa’da da süren davalar var. Bu davaların sonuçları bekleniyor. Şöyle bir kazanım oluyor; Belçika’da bütün faaliyetler, ifade özgürlüğü serbest kalıyor.”
 
Birincisi bu karar Avrupa açısından çok önemli bir karar. Avrupa’da 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Nazilere yani devlete karşı yapılan direnişin meşru bir direniş olduğunun Avrupa tarafından tanınması için çıkarılmış kanunlara bağlanmış bu karar. Ve anti-sömürgeci hareketlerin de aynı şekilde. Örneğin yani birçok sömürgeci ülkeye karşı yapılmış olan özgürlük hareketlerinde Avrupa tarafından tanınması için çıkartılmış bir karar bu. Bu hükmün dayandığı kararlar 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkarılmış. Fakat fazla kullanılmamış. Özellikle 2001’den sonra ki büyük paradigma değişikliği ile yani muhalifleri devlete karşı çıkan herkesi “terörist” olarak gören paradigma ile birlikte bu karar tamamıyla unutulmuş. Belçika’da açılan dava ile birlikte tekrar gündeme getiriliyor. Ve buradan iki tane argüman yapılıyor. Bunlardan bir tanesi PKK’nin son 30 yıldır yoğun bir savaş yürütebilmiş olması, böyle bir potansiyelinin olmuş olması. Ki bu da halk içerisinde gerçekten karşılığı olduğunu gösteriyor. Mahkeme heyeti ve avukatlar bunu kanıtlayabilmek için Türk generallerinin savaş ile ilgili yazmış oldukları kitapları tercüme etmişler. 
 
Kararın dayandığı ikinci şey ise PKK’nin bir ordu şeklinde hareket edebiliyor olması. Cenevre kombinasyonuna PKK’nin uyuyor olması. Bunun yanı sıra çocuk askerler ile ilgili, kara mayınları ile ilgili anlaşmalara imza atmış olması. Bunun dışında Şengal’de yaptığı operasyon gibi bir dolu ve Türkiye’deki varlığı ve askeri hedeflere yönelik 30 yıldır devam ettirebildiği saldırılar ikinci bir kanıt olarak gösterilmiş. Bunlar baz alınarak PKK’nin “devlet dışı bir örgüt” olduğu yönünde karar veriliyor. Bu kararın sonuçları şimdi sadece Belçika ile sınırlı. Fakat Almanya ve Fransa’da da süren davalar var. Bu davaların sonuçları bekleniyor. Şöyle bir kazanım oluyor; Belçika’da bütün faaliyetler, ifade özgürlüğü serbest kalıyor. Bunun yanı sıra Almanya ya da Fransa “İşte bu kişiler teröre bulaşmış” diyerek bu kişiler hakkında bilgi istediğinde Belçika artık bu bilgileri paylaşamayacak. Lahey’de de bu görüşünü savunmak mecburiyetinde. 
 
Eğer yeni bir hikayeden bahsedeceksek. Yani Kürtler ile AB’nin kurabileceği yeni bir ilişkiden bahsedeceksek bu çok çok önemli. Çünkü yeni bir ilişkiye büyük bir ihtiyaç olduğu ortaya çıktı.        
 
* Siz daha öncede bu konferanslara katıldınız mı? Katıldıysanız daha önceki ve şimdiki konferanstan izlenimlerinizi aktarabilir misiniz?
 
Bu konferansa 15 yıl önce de katılmıştım. Yani konferans ikinci kez yapılıyordu. 15 yıl öncesi tabi bambaşka bir dönemdi. 1990’lardan çıkılmıştı. Burada yapılan konferanslarda daha çok 90’larda Kürtlere karşı işlenmiş başka savaş suçlarından bahsediliyordu. Zorunlu göç, kaybetme, faili meçhul, kontrgerilla, korucular, JİTEM, Hizbullah gibi örgütler ve bunların Kürt halkına vermiş oldukları zararlar konuşuluyordu. Kürt halkı daha çok 1990’lardaki Türkiye’nin devlet yapılanmasının kurbanı olarak görülüyordu. Avrupa tabi kendisinin bunda hiçbir payının olmadığını düşünüyordu. Ve bu konferanslar bir çeşit hem Türkiye’yi hem Kürtleri hizaya çekme konferanslarıydı. Kürtlere vaat edilen şey azınlık olmaktı. İkinci konferansta en fazla konuşulan konulardan birisi Kürtlerin azınlık konumunu kabul etmeleri ve azınlık olarak bir takım hakları elde etmeleriydi. Tabi buna çok ciddi itirazlar olmuştu. Çünkü Kürtlerin beklentisi, arzusu bu değil. Kürtlerin arzusu özgürlük ve Türkiye’de yaşayan diğer halkları ile egemenliğin paylaşımı. Bu yüzden azınlık statüsünün kabul edilemez olduğundan bahsedilmişti. Fakat o zaman Avrupa’nın liberal bir umudu vardı. Bu umut son derece serbest pazardan etkilenen ki konferansta söylenen şeylerden bir tanesi de buydu. Avrupa’yı bir arada tutan şey serbest pazar. Bir Rojava’nın Anayasasına baktığınızda haysiyetten, haklardan, özgürlüklerden bahsedilirken, AB’nin Anayasasına baktığınızda öncelikle serbest pazarın garanti altına alınmasından bahsediliyor. Yani Avrupa’nın bakış açısı liberal pazar ile insan hakları söylemiyle sağlanacak. 
 
Türkiye’yi uzun dönemde Avrupa’nın hizaya getirilmesini sağlayacak tartışmaların ve pazarlıkların sürdürülmesi. Öbür taraftan da Kürtlerin PKK’den vazgeçerek yeni bir temsilci çıkartmaları, silahlardan tamamıyla vazgeçmeleri, Türkiye ile Kürtlerin bir geçiş dönemi adaleti diyebileceğimiz, geçiş dönemi demokrasisi diyebileceğimiz bir çatı altında buluşmaları. Bu konuda Avrupa kendine çok güveniyordu. Ancak aradan 15 yıl geçti. Görüyoruz ki Avrupa’nın bu güveni Türkiye’nin bunu yapmadığı gibi Avrupa’nın kendine olan güveninde de çok ciddi aşınma var. Çünkü AB’den ayrılanlar var. AB’nin içinde sağ popülizmi son derece yükselmiş durumda. Avrupa’nın bütün solu AB ile tasfiye edilmiş bir durumda. 
 
“Konferansta pozitif olarak 15 yılda değişen şey, Kürt özgürlük hareketinin iradesi temsil edilebiliyordu. Bütün neredeyse Avrupalı katılımcılar, hukukçular Rojava ile tanışmıştı. Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm fikirlerinden haberdarlardı. Bunların Ortadoğu’da çözüm yaratabilecek konusunda kafalarında soru işaretleri oluşmaya başlamıştı.”
 
Avrupa Birliği aslında bir banka haline gibi geldi bana bütün bu tartışmalar boyunca. Çünkü ellerinde yaptırım olarak kalan tek şey “Şuna para veririz, şuna vermeyiz, parayı kısarız. Erdoğan’ın anlaması gerekiyor ki daha fazla devam ederse daha az para alacak” vs gibi yani tamamen kendisini ideallerden boşaltmış bir banka vardı karşımızda. Bu bankanın sol temsilcileri de bu bankadan hoşnut değil ama banka üzerinden de çok bir yaptırımları yok. Yani AB’nin içinin çok koflaşmış olduğunu gördük. Ancak ne yazık ki Avrupa solunun ki bu toplantıyı düzenleyenlerin Avrupa Solu, Yeşiller vs. bu 15 sene ile yüzleşmek gibi bir süreç içinde olmadığına tanıklık ettik. Yani bu ideal liberal umudu nasıl satın aldılar? Ve bu liberal umut AB içerisinde kendi kendini nasıl boşa çıkarttı ve AB’nin kendi politikaları Erdoğan ile Urban gibi ya da Avrupa’nın birçok yerinde gördüğümüz sağ popülist, ultra milliyetçi aktörlere nasıl yer açtığı bununla ilgili bir tartışma ne yazık ki göremedik. 
 
Hatta “Kürtlerin AB’nin çıkarına olan bazı şeyleri gündeme getirmeleri lazım” yaklaşımı gördük. Daha fazla ciddiye alınmak istiyorlarsa mesela “Türkiye daha çok ortalığı karıştırırsa daha çok göçmen gelir Avrupa’ya” bu şekilde AB’nin göçmenler ile tehdit edilerek terbiye edilsin. Neredeyse bunlar alışıldık söylemler haline gelmiş. İşte bu söylemleri kırmak gerektiği çok ciddi şekilde ortadaydı. 
 
Konferansta pozitif olarak 15 yılda değişen şey, Kürt özgürlük hareketinin iradesi temsil edilebiliyordu. Bütün neredeyse Avrupalı katılımcılar, hukukçular Rojava ile tanışmıştı. Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm fikirlerinden haberdarlardı. Bunların Ortadoğu’da çözüm yaratabilecek konusunda kafalarında soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Kürtlerin 16 yıldır, ki Türkiye de Avrupa’da Kürtler karşıtı çok ciddi politikalar yürüttü Avrupa’da, ancak Kürtlerin halk diplomasisinde özellikle geldikleri noktada Avrupa’nın çeperlerinde halklar ile buluşarak dayanışma üzerinden ciddi bir alternatif oluşturmaya başlamışlar. Avrupa bu alternatifi görmek ve tanımak ve bu alternatif ile diyaloğa girmek zorunda bırakılmış. Bu pozitif tarafıydı.    
 
* Konferansa Türkiye’deki hükümet yetkililerinden tepkiler geldi. Sizce bu konferans neden rahatsızlık yarattı?
 
Konferansa Türk yetkililerden tepkiler geldi. Ancak burada yapılan Türkiye demokratların, Kürtlerin, Avrupalı demokratların ortaklaştığı her konuda Türkiye’den bir tepki geliyor. Türkiye’nin artık varoluşu etrafına ne kadar tepki verebildiğine bağlı hale geldi. Ne kadar düşman devşirirse o kadar ömrünü uzattığını sanan bir hükümet ile karşı karşıyayız. Bu tepkileri bu yüzden normal karşılıyoruz. Türkiye’nin en büyük tepkisi tabi ki de Belçika’da alınan karara olacaktı. Belçika’daki karar sadece Kürtler için değil dünya açısından çok önemli. Bunun altını tekrar çizelim dünyada barış süreçleri paradigması iflas etmişti. Bunun yerine sürekli savaş. Yani herkesi terörist olarak görmek ve sürekli savaşmak. “Terörist” denilen ile biliyorsunuz barış olmuyor. Onun sürekli imha edilmesi gerekiyor. Fakat “terörist değil devlet dışı örgüt”tür diye tanıdığınızda o zaman devlet ile devlet dışı arasındaki savaşı çözmek için sizin aktif rol almanız gerekir. AB’de böylelikle yeni bir şey açılmış oldu. Bunun üzerine gidilmesi Türkiye’yi çok rahatsız edecektir.   
 
* Konferansın sonuç bildirgesinde pek çok karar alındı ve Türkiye ile AB ülkelerine açık çağrılar yapıldı. Yapılan bu çağrılar ne kadar bağlayıcı olacaktır?
 
Konferansın bir sonuç bildirgesi var. Bu sonuç bildirgesi AB ve BM’ye yapılan çağrılardan oluşuyor. Ancak burada bir yaptırım söz konusu değil. Bu çağrılar anca bir görüş, bir eğilim ve bundan sonra Avrupa’nın solu daha demokrat olanların izleyebileceği bir yol haritası gibi düşünülebilir. Onun ötesinde bir yaptırımı yok. Fakat AB’nin kendi meselelerine bir çözüm bulması gerek. Şuanda AB’nin sol kısımlarının ve demokratlarının kendileri ile yüzleşmeleri ve kendilerine yeni bir paradigma oluşturmaları gerekiyor. Belli bir idealler ile ortaya çıkmış bir yapının böyle bir koflaşma, para dolayımı ile içinin böyle boşaltılmasına tanık olmak bir taraftan üzüntülü iken bir taraftan da kendi durdukları liberal yerden bu kadar emniyet duyamamaları, halklara bir önerilerinin olmaması Avrupa dışındaki halklar haricinde özgürleştirici bir şey. Avrupa’yı da çağıran bir şey. “Bize bakın, bizle olun, bizden bir şey öğrenin” çağrısına Avrupa’nın kulağını en azından Avrupa solunun açık tutan bir şey.   
 
“Bu konferansta Abdullah Öcalan’ın ismi çokça anıldı. Çünkü Demokratik Konfederalizm fikrinin kurucusudur. Türkiye’deki barış sürecinin bitmesi ile tecridin ilişkisi çok ciddi şekilde görülüyor dünya tarafından.”
 
* Konferansta PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun siyasi çözümü için derhal serbest bırakılması ve diyaloga yeniden başlanılması yönünde Türkiye’ye çağrı bulunuldu. Abdullah Öcalan’nın özgürlüğü ve Kürt sorunundaki misyonunu da biraz aça bilir misiniz?
 
Konferansta öne çıkan konulardan biri de Abdullah Öcalan idi. Açlık grevi süreçlerinde de gördük Avrupa ve basını Abdullah Öcalan ile ona uygulanan tecrit söz konusu olduğunda susmayı tercih ediyorlar. Zaten 15 Şubat komplosundaki rolleri de artık deşifre olmuş durumda. Susmayı ve yokmuş gibi davranmayı tercih ediyorlar. Hep başka konulardan bahsedilmesini istiyorlar. Kürtleri hizaya çekmeye çalışan liberal yapının bir parçası. Fakat bu konferansta Abdullah Öcalan’ın ismi çokça anıldı. Çünkü Demokratik Konfederalizm fikrinin kurucusudur. Türkiye’deki barış sürecinin bitmesi ile tecridin ilişkisi çok ciddi şekilde görülüyor dünya tarafından. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve masaya dönülmesi çağrısını çok önemsiyorum. Bunun tam da açlık grevleri sırasında “Abdullah Öcalan hakkından biz söz etmeyiz” diyen AP’nin çatısı altında tekrar böyle bir çağrının yapılması son derece önemli olduğunu düşünüyorum.