Kadın avukatlar anlattı: 3 yıldır süren bir dava bir cezasızlık örneği

  • 09:09 1 Şubat 2020
  • Hukuk
Dilan Babat
 
ANKARA - Yaşadığı erkek şiddeti sonucu bir gözünü kaybeden Y.O. davasına müdahil olan ÇHD ve ÖHD’li avukatlar 3 yıldır devam eden yargı sürecinde hem müvekkillerinin hem de kendilerinin maruz kaldıkları cinsiyetçi yaklaşımları, cezasızlığı ve yargının eril tutumunu değerlendirdi.
 
Ankara'da 2016 yılında Ömer Faruk A.ve kardeşi B.A., Y.O.’yu katletme girişiminde bulunmuştu. Saldırı sonucu Y.O. bir gözünü kaybederken, Y.O.’nun kardeşi ve arkadaşı da yaralanmıştı. Ankara 8’inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 3 yıldır görülen davada sanıklara ödül gibi ceza verildi. Daha önce de Ömer Faruk A. tarafından sistematik şiddete maruz kalan Y.O., yaşadığı sistematik şiddet sonucu sanık hakkında şikâyette bulundu. Y.O.’nun şikâyeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Ömer Faruk A. hakkında “darp, tehdit, konut dokunulmazlığını ihlal ve hakaret” suçlarından Ankara 35’inci, 42’nci ve 44’üncü Asliye Ceza Mahkemesinde dosya açtı. Bu davaların yanı sıra Y.O.’ya yönelik sistematik şiddete ilişkin ise yine sanık hakkında “kasten öldürmeye teşebbüs”, “kasten yaralamaya teşebbüs”, “tehdit ve hakaret” suçlarından iddianame hazırlandı.
 
Biri tahliye edildi
 
Gözaltına alınan Ömer Faruk A. ve B.A. tutuklandı. Davanın 28 Eylül 2016 tarihinde Ankara 8’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ikinci duruşmasında, sanık B.A. “adli kontrol şartı” ile tahliye edildi. Davanın 17’nci celsesi görülürken savcı mütalaasında, Ömer Faruk A. hakkında “Y.O’yu öldürme teşebbüsünden” talep ettiği müebbet hapis cezasının şu gerekçelerle indirilmesini istedi: “Suçun teşebbüs aşamasında kaldığından takdiren 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, suçun ‘tahrik altında’ işlendiğinden cezadan takdiren 9 sene hapis cezası ile cezalandırılmasına, duruşmadaki hal ve tavrı lehine indirim yapılarak, 7 sene 6 ay hapis cezası verilmesi.”
 
Mütalaada ayrıca sanık hakkında cezanın infazından sonra “denetimli serbestlik” tedbirlerinin uygulanması, diğer sanıklar yönünden ise beraat etmeleri talep edildi. Mahkeme heyeti de savcının mütalaasına uygun karar verdi.
 
İstinaf Mahkemesi ise indirim koşulları olmadığını belirterek, dosyayı yerel mahkemeye geri gönderdi.
 
Yeniden açılan davaya Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) de müdahil oldu. Y.O.’nun katledilme girişimine ilişkin davayı ve bu dava üzerinden kadına yönelik şiddet davalarında yaşananları dosya avukatları Kübra Ekmen, Nergiz Gornaz ve Hülya Yıldırım ile konuştuk.
 
* Sanık öldürmeye teşebbüs etmesine rağmen “iyi hal” ve tahrik indirimlerinden” yararlandı. Öncelikle sizler dosyanın gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Nergiz: İstinaftan sonra dosyanın vekili, davanın kitleselleşmesini istedi. Sanığın ciddi bir tahliye riski vardı. “Haksız tahrik indirimi” ve “iyi hal indirimi” uygulanmış, ceza müebbet hapis cezasından 7 yıla kadar düşmüştü. Tahliye olduktan sonra kadın örgütleri ile bir ekip kurduk, ilk duruşmaya gittik. Topluca gittiğimiz duruşmadaki heyetin ve sanık vekilinin tavrı çok farklıydı. Bizim dâhil olmamız ile birlikte müvekkilimiz daha umutlu ve güçlü hissettiğini söyledi.
 
Hülya: Müvekkilimizin anlattıklarına baktığımız zaman süreç çok usulüne uygun gitmemiş. Tutanaklar tutulmamış, müvekkilimize yapılan tehditler, hakaretler ve şikâyetler dosyaya konulmamış. Sanıkların eylemlerine ilişkin evraklar ve kanıtlar doğru dürüst incelenmemiş. HTS kayıtları ise daha önce dosyaya giriyor ardından kayboluyor. Bu konu üzerinden bir inceleme yapılmadan dosya karara bağlanmış ve İstinafa gitmiş. İstinaf sürecinde bu eksiklikler sanık lehine yorumlanarak, tekrar geri döndü. Bu yüzden bu dosya için kadın örgütlerinin ve derneklerinin takibi çok iyi oldu diyebiliriz. Sonrasında İHD, ÇHD ve ÖHD olarak müdahillik talebimiz oldu ve talebimiz kabul edildi. Son dönemde kadın dosyalarında müdahillik talebinin kabul edilmediğini düşünürsek, aslında bunu mücadelenin bir başarısı olarak kabul edebiliriz.
 
Kübra: 3 yıl boyunca büyük bir saldırıya uğrayan müvekkilimiz, psikolojik olarak da çok zor günler geçirmiş. İlaç alamadan uyuyamıyor, her gün tehdit altında kalıyor. Cezaevinden sürekli müvekkilimize tehdit mesajları gönderiliyor. Her mahkeme sonrasında hastaneye kaldırıldığı bir süreci yaşamış. Güvenlik sorunları oluyor, duruşmanın olacağı salon önünde kavgalar oluyor. Biz bir ekip kurduk ve birinci dereceden dosyayı takip etmeye başladık. İlk duruşmadan itibaren sanık ve sanık avukatının tavırları değişmeye başladı. Mahkeme heyetinin tavrı da değişti. Mahkemelerin kadınlara karşı tavrı genelde, ‘feministler mahkemeyi bastı’ şeklinde gelişti. Dava sürecinin medyaya yansıması onları rahatsız ettiği için göstermelik de olsa bize karşı daha iyi davranmaya başladılar.
 
* Konu sosyal medya üzerinden duyurulduğu zaman kadın örgütlerinin desteği ve toplumsal refleks bir anda kendini gösteriyor. Böylesi davaların sosyal medya üzerinde yayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Nergiz: Yargı yoluyla adalete erişimin olmayacağının çoğu kişi farkında. Sadece kadın cinayetlerinde değil, toplumsal dosyalarda da mahkeme üzerinde toplumsal bir baskının hissettirilmesi gerekiyor ki, biz oradan adalete karşı biraz daha umutlu olabilelim. Biz sadece elimizdeki araçlara ulaşabildiğimiz kadarıyla ulaşmaya çalışıyoruz. Kadın mücadelesinde hukuk bir araç. Sadece medyaya yansıyanların bu kadar sahiplenebilmesini olumlu bulmuyorum. Şule Çet dosyasında olduğu gibi, bir salon tıklım tıklımken, başka bir salonda hak mücadelesi veren başka bir kadının duruşmasında kadın yapayalnız kalabiliyor. Hatta adı bile duyulmuyor.
 
Örneğin, Şule Çet davası çok önemli bir dava. Ancak sosyal medyada çok bilinen davalar bazen kiminin isimlerini ve mesleki kariyerini yükseltme davalarına da dönüşebiliyor. Kadın bakış açısından uzak sadece kariyerini önemseyen avukatların takip ettiği davalarda kullandıkları dilin cinsiyetçi olduğunu görebiliyoruz. Kadınların özel hayatı didik didik ediliyor, bir masumiyet kanıtlanmaya çalışılıyor.  Çok kadın odaklı bir dil kullanılmıyor. Kadın cinayetlerinde bile kadın avukatlara tavır çok farklı. Karşı tarafın avukatı kadın olsa bile çok fazla şiddete maruz kalabiliyor.
 
Hülya: Bütün mücadelelerin hepsinde yargı sürecini başarmanız için toplumsal bir mücadele olması gerekir. Toplumsal duvarları öremediğimiz her dava bir nevi kimsesiz kalıyor. Hukukun tek başına pozitif olarak değerlendirilmediği bir dönemden geçiyoruz. Bizim için mahkeme salonuna gelip iyi bir savunma yapmak ve savunmanın sonucunda iyi bir sonucu elde etmek çok da mümkün olmuyor. Bir zihniyet sorunu var. Öncelikle bunun çözülmesi gerekiyor. Bu da bizim tek başına savunmalarımızla olacak bir şey değil. Bu toplumsal mücadele ile olacak bir durum. Toplumsal mücadelenin medyaya yansımasını bir yerde olumlu buluyorum. Bir yandan da ulaşılamayan kişilerin sesi duyulmuyor. 
 
Kübra: Adalete erişmekle ilgili çok fazla olumsuzluk var. Bu süreçte bizim farklı kazanımlarımız oluyor.  Kadınlara ulaşabiliyoruz, farklı kesimlerden kadınlarla bir araya geliyoruz. Kadınların değişimine sahip oluyoruz.
 
* Tüm bunların yanında ‘iyi hal indirimleri ve kravat indirimleri’ ile failler ödüllendirilebiliyor. Hasan Bilgili davasında mahkeme başkanı kadına “Tecavüze direnmedin mi” diye sorabiliyor. Bütün bunları değerlendirdiğinizde nasıl bir tablo görüyorsunuz? Mahkemenin tavrı davaları nasıl etkiliyor? Sizce bu tavır faillere cesaret veriyor mu?
 
Kübra: Maalesef bu tavır hâlâ var. Biz sürekli müdahale etmek zorunda kalıyoruz. Çocuk istismarları dosyalarında bile çocuğa “Rızan var mıydı” gibi sorular yöneltilebiliyor. Usulen bir çocuğu mahkemede dinlemek zorunda değiller. Çocuk İzleme Merkezi’nde (ÇİM) çocuğun psikolog eşliğinde ifadesi alınıyor. Polis ya da savcı, psikoloğa soru sorup o çocuğa yönlendiriyor. Ama bizim şahit olduğumuz, çocuklar çoğunlukla mahkemeye getirilip tekrar aynı travmalara maruz kalabiliyor. Yetişkinlere zaten bu yapılıyor, Şule Çet davasında, “Bakire miydi değil miydi”, “Çok sık dışarı çıkar mıydı”, “Eve erkekler gelir miydi” gibi soruları duyduk.
 
Hülya: Sonuçta karşınızda devletin gücünü temsil eden bir hâkim ve bir heyet var. Cesaret alıyor. Karşısındaki bir kudreti simgeliyor ve sen bu kudretin gücüyle “çok normal” diyerek o sürece girebiliyorsun. 2010 dönemlerinde hukuk fakültelerinde atölyeler vardı. Bizim dönemimizde bu atölyeler sayesinde birçok arkadaşımız kadını yargılayan zihniyetten vazgeçtiğini ve olaylara başka bir boyutla bakmaya çalıştığını söylüyordu. Ancak şu an toplumsal cinsiyet derslerinin kaldırıldığı bir dönemdeyiz. Bir dönem YÖK’teki bütün derslerde toplumsal cinsiyete dayalı dersler tartışılıyordu. Bunların değişmesi gerekiyor. Bir öğrenci yetiştirirken, bir hâkimin geçtiği üniversitede bunları çoktan aşmış olması lazım. Bir hâkimin bu kadar dar bir noktadan, çıktığı yerden aynı fikirle o salona giriyor olması üniversitelerin ne kadar başarısız olduğunu da gösteriyor.
 
* Kadın katliam davalarında sanıkların kadınlara “iftira” atma üzerine bir savunma yaptıklarına şahit olurken, hayatta kalan ve hukuk mücadelesi  yürüten kadınların tüm özel hayatının teşhir edildiğini görüyoruz. Y.O.’nun duruşmasında da sanığın savunma adı altında “iftira” attığına şahit olduk. Bu anlamıyla farklı yargılamalarda sanıkların benzer savunmalar yapmalarına dair ne söylersiniz?
 
Nergiz: Sanık Ömer Faruk A. daha önce Konya’da başka bir kadını yaralamaktan yargılanmış. Dosyamızdan önce de müvekkilimizle aralarında çok fazla dosya var. Şiddete uğramadan önce müvekkilimizi arayıp “Seni öldüreceğim, yarın ki duruşmaya çıkamayacaksın” gibi tehditlerde bulunuyor. Müvekkilimizin anlattığı kadarıyla bir süre koruma kararı verilmemiş. Sanık müvekkilimizi öldürmeye kalkıştığında en son müvekkilimiz hâkimin kapısına dayanmış. Yüzü gözü sargılı bir halde mahkeme başkanının kapısına dayanarak, “Senin yüzünden bu haldeyim, koruma kararı verilmedi, yaptın mı beğendiğini” diye tepki göstermiş. Sonra bütün işlemler hızlı bir şekilde yapılıyor. En başta kadınların koruma kararına yardım edilse ki bunlar çok zor şeyler değil.  Etkili bir yargılama sürecinden geçilseydi bugün bunlar yaşanmayacaktı.
 
Hülya:  Sanık, sanık yakınları ve mahkeme heyeti karşılarında bunca saldırıya uğramasına rağmen dik duran bir kadını görmekten rahatsız oluyorlar. Bu saldırı sonucu, bitkin halde bir kadın görmek istiyorlar. Karşılarındaki kadının inatla mücadele vermesi onları rahatsız ediyor. 
 
Kübra: Sanık yakınları da sanık gibi aynı tavrı sergiliyorlar. Bu dosyanın başında sanıkların annesi bizim müvekkilimizden yana tavır alıyor. “Ben oğullarımın nasıl olduklarını biliyorum, sen ondan uzak dur” gibi bir tavır sergiliyorken, bu saldırı olayı gerçekleştiğinde bir bütünen sanığın yanında yer alıyorlar. Bizim dosyamızda da diğer dosyalarda olduğu gibi yılışık bir tavır sergiliyorlar. Tecavüz ve katliam dosyalarında inanılmaz laubali bir tavır var. Biz olabildiğince mesafeli durmak istiyoruz. Keşif sırasında polislerle sohbet halinde olabiliyorlar. “Buradan bir şey çıkmaz, çıksa bile biz kurtuluruz” düşüncesi içindeler. Yargı ve emniyetin tavırları onların bu yaklaşımlarına izin veriyor.
 
*Her geçen gün bu tür davalar cezasızlıkla sonuçlanıyor. Bunun hukuki ve toplumsal ayağını nasıl örmek gerekiyor?
 
Hülya: Kadın davalarının takibi noktasında kadın örgütlerinin ciddi yol aldıklarını görüyorum. Herkese sirayet eden bir mücadele var. Bunun organize edilmesi, örgütlü hale gelmesi, her yere sirayet etmesi ve politikaya dönüştürülmesi nasıl olur onu kestiremiyorum. Karşınızdaki kişinin sizinle eşit olması için gücün eşit olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece bir fikirle, yargıyla mücadele edecek noktada değiliz. Toplu bir katliamdan söz ediyoruz, feminist olmanızdan bile rahatsız olan bir cinsiyetten söz ediyoruz. Bu durumun ancak eşitlik sağlanınca çözülebileceğini düşünüyorum.
 
*Sanık avukatlarının söylemleri de eril yargının ne durumda olduğunu gösteriyor. En son duruşmada sanık avukatı “Susun kız gibi oturun, sessinizi kesin” gibi cinsiyetçi söylemlerde bulundu. Duruşmalarda kadın avukatları sürekli bir “makul kadın” kategorisine sokma çabası var. Sizler itiraz edince de mahkeme başkanı tarafından uyarılıyorsunuz. Bu yaklaşımları nasıl görüyorsunuz?
 
Nergiz: Mahkemelerde alışkın olduğumuz durumlar. “Bunlar buraya yaygara çıkarmaya gelmişler”, “Şov yapmaya gelmişler” gibi söylemleri çok sık duyuyoruz. Bunları sanık avukatı çok açık bir şekilde söyleyebiliyor. Hâkim ya da savcının da bizim duruşumuzdan rahatsız olduğunu görebiliyoruz. Her meslek grubunda, kendi iktidarınızı ancak yaşlanınca karşılayabiliyorsunuz. Hem genç hem de avukat olmak o mahkemelerde dezavantaj oluyor. Bilginizin hiçbir hükmü yok, herkes yüksek sesle konuşurken, bizim yüksek sesle konuşmamız “cazgırlık” olarak nitelendiriliyor. Bu yüzden dayanışma bizim için çok önemli.  Feminist bir bilinçten gelmemiz çok önemli.
 
Bu dosyada da sanık avukatının “Bu kadın evinde otursaydı başına bu gelmezdi, bu kadın erkeklerle olan bir kadın” söylemleri var. En son duruşmada bu söylemlerden kaynaklı Kübra’nın tepki göstermesiyle tutanağa geçti.
 
Hülya: Bu olaylar yaşandı, sözlü saldırılarda bulundu. Bu bir iktidar çatışmasıydı. Bunu yapamadığı için bize saldırmaya başladı. Dosya özelinde hiçbir şey yok, sadece kadının yaşamı üzerinde bir saldırı söz konusu. Erkek, yaşlı ve avukat olmak tek başına bir iktidar kurmanıza yeterli değil. Demek ki, bir mücadele sizi geriye düşürebilir. Bu saldırı da bunun örneği. Bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. 
 
Kübra:  Onların da çok alışkın olmadıkları yeni deneyimledikleri bir durum. Erkekliklerine ve yaşlarına yıllardır hürmet edilmiş. Hâlâ girdikleri ortamda böyle hürmet görüyorlar. Bu yüzden bilinçli ve feminist olmamız çok önemli.  Sanık avukatı bizden önceki dava süreci boyunca istediği gibi davranmış,  çok iyi bir avukatlık pratiği sergilemediği halde iyi bir sonuç elde etmiş. Aynı şekilde devam ederken, bizimle karşılaşan sanıklar ve sanık avukatı şaşkına uğradı. Tepkileri de mahkemeye yansıdı.