Ayşe Acar Başaran: Hasta tutsaklar için daha fazla ses ve mücadele!

  • 09:03 28 Ocak 2020
  • Güncel
Rengin Azizoğu
 
DİYARBAKIR - “Cezaevi fiili, uzatılmış bir ölüm cezası olarak karşımızda duruyor” diyen HDP’li milletvekili Ayşe Acar Başaran, “Türkiye cezaevleri insanların göz göre göre ölüme sürüklendiği bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Tek başına bir yerden bir yere on adım yürüyemeyen insanların kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle tahliye edilmiyor” dedi.
 
Türkiye cezaevlerinde yaklaşık 280 bin tutsağın bulunduğu kaydedilen İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Hapishaneler Komisyonu'nun 2019 yılı raporuna göre cezaevlerinde 457’si ağır olmak üzere bin 334 hasta tutsak bulunuyor. İHD verilerine göre son 17 yılda yaklaşık 3 bin 500 hasta tutsak yaşamını yitirdi. 2017 yılı başından 2019 yılı sonuna kadar cezaevlerinde 44 hasta tutsağın yaşamını yitirdiği ifade edilirken, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, cezaevindeki hak ihlallerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘450’den fazla ağır hasta tutsak bulunuyor’
 
Hasta tutsakların uzun süreli bir gündem olduğunu söyleyen Ayşe, PKK Lideri Abdullah Öcalan’la 2013-2015 yılları arasında yapılan görüşmelerde de en önemli gündem maddelerinden birinin hasta tutsaklar olduğunu hatırlattı. Ayşe, bu konu üzerine yol ve yöntemlerin arandığını ifade etti. Ayşe, “Cezaevlerindeki ölümleri sıradan ölümler olarak görmüyoruz. Şu anda cezaevlerinde 450’den fazla durumu ağır hasta tutsak bulunuyor. En son Siirt’te yaşamını yitiren Nebi İlhan gibi, Erzurum Cezaevi’ndeki Fatma Özbay gibi, iki kolu olmayan Engin Aktaş gibi ya da Diyarbakır Cezaevi’ndeki Mehmet Emin Özkan gibi ağır, tek başına yaşamını idame ettiremeyen çok sayıda tutsak bulunuyor. Cezaevinde tutsakların sağlıklı bir şekilde, uygun bir ortamda tedavileri yapılmıyor” diye konuştu.
 
‘İnfaz ertelenmesi gibi bir mekanizma var’
 
Hiçbir demokratik ülkede hasta tutsakların Türkiye’deki gibi cezaevinde yaşamını yitirmediğini ifade eden Ayşe, “Cezaevleri kişilere ceza üstüne ceza uygulanan bir mekanizma olarak değerlendirilemez. Ancak Türkiye cezaevleri insanların göz göre göre ölüme sürüklendiği bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Bunun için biz tutsak diyoruz” diye vurguladı. Ayşe, infaz kanununda “kişinin ağır hasta olması, cezaevi koşullarında tedavisinin yapılamaması, koşullarının cezaevine bağlı olarak artması ya da kişinin cezaevinde yaşamını idame ettirememesi” durumlarında infaz ertelenmesi mekanizmasının olduğuna dikkat çekti.
 
‘ATK taraflı yaklaşan bir kurum’
 
Ölüm sınırına gelen hasta tutsakların hastanelerde yataklara kelepçe ile bağlı olarak yaşamlarını yitirdiklerini dile getiren Ayşe, bunun Türkiye’nin ayıbı olduğunu vurguladı. Ayşe, “Bunun yanında iktidar ATK üzerinden çok ilginç bir savunma geliştirdi. ATK, taraflı olarak yaklaşan bir kurum. Şizofreni hastalığının tedavi edilebileceğini ifade edecek kadar bilimden uzak bir noktada duruyor. Bu noktada vicdani ve etik değerlere göre hareket eden hekimleri bir tarafa bırakıyorum. Hekimlerin büyük bir kısmı giden hastanın kimliğine, yargılandığı dosyaya, ideolojik eğilimlerine, cinsiyetine göre tavır alan bir yaklaşım içerisinde. Bağımsız ve tarafsız bir biçimde kişinin koşullarını değerlendiren ve buna göre rapor hazırlayan bir kurum yok karşımızda. Ağır derecede kanser hastası Fatma Özbay gibi kişiler için ‘Cezaevinde kalabilir’ raporu veriliyor. Kanser hastalığı bırakalım cezaevini, dışarıda bile özel koşullarda bakılması gereken bir hastalık. Hastaneye ulaşım çok sıkıntılı ve cezaevlerinin ortak problemidir. Tutsakların defalarca başvuru yapmalarına rağmen cezaevi idareleri tarafından hastaneye sevkleri geciktiriliyor” dedi.
 
‘Su tutsakların bedenlerinde yaralar açtı’
 
Tutsakların ölümlerinin izlendiğini vurgulayan Ayşe, “Bir kişi velev ki suçlu olsun, bir dosyadan ceza alsın iktidarın ya da devletin görevi bu kişi için en uygun koşulları sağlamaktır. Patnos Cezaevi’ndeki gibi suyun kendisinin bir hastalık sebebi olduğu koşullarda ‘Ben sorumlu değilim’ demek hiçbir biçimde uygun olmayacaktır. Patnos’ta alt yapı çalışmaları sonlanmadığı için tutsaklara kuyu suyu veriliyor. Defalarca yapılan başvurular sonrasında dahi bir sonuç alınamadı. Tutsaklar o sudan kaynaklı sağlık sorunu yaşıyor. Son yaşamını yitiren hasta tutsağın sudan kaynaklı vücudunda bakterilerin ürediği ve bu sebeple yaşamını yitirdiği gibi bir iddia söz konusu. Avukatların tutsaklarla yaptığı görüşmelerde suyun tutsakların vücutlarında, bedenlerinde ve yüzlerinde yaralar açtığı ifade edildi” diye konuştu.
 
‘84 yaşındaki hasta tutsak nereye gidebilecek?’
 
Ayşe, Türkiye’deki mevcut durumu şu sözlerle niteledi: “Hukukun hukuk olmaktan çıktığı, politik tutsaklığın yükseldiği, kabile kanunlarının dahi işlenmediği, tek bir kişinin isteği ile insanların cezaevine tıkıldığı toplama kampı benzeri yapılar ortaya çıktı.”
 
Türk hukuk sisteminin darbe anayasasına dayanan milliyetçi militarist, cinsiyetçi olduğunun altını çizen Ayşe, “Buna rağmen kocama durumunda tahliyenin önü açılır. Belli bir yaş üzerinde yaştan kaynaklı kendine bakamayacak durumda olan insanların tahliye olması için bir düzenleme var. Biz bunu uygulatamadık. 84 yaşındaki bir insanın cezaevinde kalmasını ‘toplumun güvenliği’ olarak açıklıyorlar. Elif Kısa Elbistan’da. Kendisi 64-65 yaşında. Birçok hastalığı var. Bakıma ihtiyacı olan iki engelli çocuğu dışarıda. Defalarca başvurmalarına rağmen neredeyse iki aydır tutuklu. 84 yaşındaki hasta tutsak nereye gidebilecek? Tek başına bir yerden bir yere on adım yürüyemeyen insanların kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle tahliye edilmiyor” ifadelerini kullandı.
 
‘Sayın Öcalan bir adım atmıştı’
 
Ayşe, cezaevlerinin “ölüm çukurları” haline getirildiğini vurgularken, “Cezaevi fiili, uzatılmış bir ölüm cezası olarak karşımızda duruyor. İmralı’dan başlayıp tüm cezaevlerine yayılan tecrit ortamıyla insanları tamamen izole eden ve sağlığını kaybetmesine sebep olan bir ortam yaratılıyor. Bu bir sistem, mekanizma ve siyaset olarak üretiliyor. Onun için net, katı bir tavırla karşı karşıya kalıyoruz. Biz daha önce defalarca çağrıda bulunduk. Bunun için Sayın Öcalan bir adım atmıştı. Bir öncelik olarak karşısında durmuştu. Dünyada çok az örneği olan bir durumdur. Kendisi de bir cezaevinde, çok ağır koşullarda kalıyor, kendi sağlığı açısından da tehlike oluşturabilecek koşullar içerisinde. Adanın kendisi bir cezaevi. Kendi koşullarından önce politik tutsakların koşullarını önceleyen, bunun için çaba sarf eden, mücadele eden, önünü açmaya çalışan ve bir nebze de olsun bazı insanlar açısından da sonuç alabildiği bir durumdu. Tüm toplumun da bu bakış açısı ile yaklaşması gerekiyor. Maalesef Türkiye’de artık her an herkes tutsak olabilir. O yüzden herkesin bu konuda daha hassas davranması gerekiyor” dedi.
 
‘Yaşamı örebileceğimize inanıyorum’
 
Hasta tutsaklar için siyasetçilerin de toplumun da sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini söyleyen Ayşe, şunları kaydetti: Mecliste çok sık ifade etmemize rağmen ortak bir tepki çıkmadı. Bu insanlar suçlu değil. Bu insanlar kendini ifade ettikleri, bir bakış açısı sundukları, iktidara göre ‘diğerleri’ oldukları için oradalar. Onların özgürlüğü ve koşullarının düzeltilmesi için, hasta tutsaklar için daha fazla ses yükseltmemiz ve mücadele etmemiz gerekiyor. İnanıyorum ki bu mücadele her zaman sonuç alacaktır. Hasta tutsaklar etrafında kenetlenir, öncelikli gündemlerimizden biri haline getirirsek bu konuda başarılı olacağımıza inanıyorum. İktidar her tarafta ölüm, savaş, kırım, kötülük üretirken bizler iyiliği yaşamı özgürlüğü hep beraber üretebiliriz. Ölümleri değil yaşamı örebileceğimiz bir gelecek inşa edebileceğimize inanıyorum.”