
Leyla Güven: Öcalan’ı sahiplenmek Türkiye demokrasisini savunmaktır
- 16:08 14 Aralık 2019
- Güncel
DİYARBAKIR - ÖHD’nin New Garden Otel’de düzenlediği “Hak ve Adalet Arayışı” konulu panele katılan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridi anlattı.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Diyarbakır Şubesi New Garden Otel’de, “Hak ve Adalet Arayışı” konulu panel düzenledi. Panele avukatlar katılırken, Diyarbakır Barış Anneleri Meclisi, HDP Diyarbakır Milletvekilleri Dersim Dağ ve Remziye Tosun, Halkların Demokratik Partisi (HDP) il ve ilçe örgütü, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği (TUAY-DER) üyeleri ve çok sayıda kişinin katıldı. İlk bölümün Moderatörlüğünü avukat Muharrem Şahin’in yaptığı panelde Leyla Güven ve Avukat Özüm Vurgun konuştu.
Konuşmalara başlanılmadan önce açlık grevlerine ilişkin kısa bir sinevizyon gösterimi yapıldı.
‘Bugün kara gün olarak hafızlarımızda kalacak'
Söylenecek çok şeyin olduğunu söyleyen Leyla Güven, ÖHD’ye de kendilerini panelde buluşma imkanı verdiği içinde teşekkürlerini iletti. Leyla, “10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası. Bizler de kendi coğrafyamızda ne yaşadık, ne yaşayacağız diye konuşacağız. Bugünün özel bir anlamı daha var. Barış Anneleri, Rohat Aktaş’ın babası var. 14 Aralık Cizre bodrumlarında diri diri yakılan arkadaşlarımızı hatırlatıyor. Bugün Türkiye ve dünya açısından kara gün olarak hafızlarımızda canlı kalacaktır. Cizre bodrumlarında bir vahşet yaşandı. Onları yakarak teslim almak istediler ancak onların iradesini telim alamadılar. Onların orada verdiği mesaj bizim için talimattır. Bizler de boyun eğmiyoruz ve onları saygı ve minnetle anıyoruz” dedi.
‘Bunlar bir önderliğin vasıflarıdır’
Dünyada yaşanan tecrit yöntemlerine değinen Leyla, yaşadıkları coğrafyada tecridin nasıl uygulanmaya başladığını anlattı. Leyla, “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildiği andan itibaren tecrit uygulandı. Öncesi F Tipi’nde olan arkadaşlara uygulanıyordu. Onlar birkaç kişilik olarak koğuşta kalıyordu. İlk olarak tek kişilik hücre de Abdullah Öcalan üzerinde uygulandı. Ondan sonra tecridin nasıl olduğunu öğrendik. Uygulanan hiçbir tecrit Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride benzemiyor. Sayın Öcalan’ın ifade ettiği bir şey var. İmralı tecridi uluslararası komplodan bağımsız değildir. Aradan geçen 20 yılda biz bunu çok net görüyoruz. Zamanla bu tecride dayanamayıp imha olacak bir politika izlediler. Bu tecride dayanabilmek çok çok farklı bir şeydir. Evet, Sayın Öcalan buna nasıl dayandı? Cezaevleri zaten zor ve zahmetlidir. Evet, bir de tek başına ve konuşacak kimse yoksa sesinizi unutuyorsunuz. İşte önderlik olmanın vasıflarını taşıyan biri olarak bu sisteme teslim olmayıp kendini koruyabildi. Zaman zaman bizi eleştirerek doğru siyaset yapmamızı ve kendisini düşünmememizi kendisini yaşatabileceğini söyledi. Bunlar önderliğin vasıflarıdır” diye belirtti.
‘Öcalan’a neden tecrit uygulanıyor’
Tecridi uygulayanların amacına ulaşmadığını, Kürt halkının Ağrı, Zilan, Dersim’de darbe ve soykırımlara karşı küllerinden yeniden doğduğunu söyleyen Leyla, Kürt özgürlük hareketinin yeniden doğmayı başardığını ifade etti. Leyla, “Yüzlerce insan güneşimizi karartamazsınız diyerek bedenlerini ateşe verdi. Kimse 15 Şubat’ı hatırlamak istemez. Kürt sorunu artık dünyaya yayıldı. Kürt özgürlük hareketi küllerinden yeniden doğdu, yoluna yeniden yeniden devam etti. Kürtler haklı bir mücadele yürüttüğü için dört parça ve dünyanın her tarafında mücadelesine devam ediyor. Türkiye’ye dönecek olursak şu an mecliste bütçe konuşuluyor. Kürt sorunu çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Şimdi TBMM bütçe görüşmesi yapıyor hepsi Kürt sorununa kitlenmiş durumdadır. Televizyonlarda görüyorsunuz, isimlerinin önünde profesör yazanlar Kürt sorununu konuşuyor ama kendi bildikleri gibi konuşuyor. Ne Tansu Çiller, ne Mehmet Ağar güvenlik politikaları ile bu sorunu çözemedi şimdi de Süleyman Soylu aynı şeyi yapıp Kürt sorununu çözmeye çalışıyor. Fakat biliyorlar ki Kürtler ölümü göze aldı ve boyun eğmedi. Sorunun çözümü için adres bellidir daha önce başvurdunuz. 3 buçuk yıl insanlar rahat nefes aldı. Cenazelere gelmedi. Ülkede kalkınma ve refah sağlandı. Peki şimdi neden Sayın Öcalan üzerinde bu tecridi sürdürüyorsunuz? AKP bu politikalarla sonuç almaya çalışıyor fakat yaprak dökümü misali tek tek dağılıyor. Artık şansı yok ve bitmiştir. Nasıl ki diğer partiler soruna çözüm getirmedi çöp sepetine gitti. AKP’de tarihin çöp sepetine gidecek” sözlerine yer verdi.
‘Rojava’da her şeye rağmen güneş doğdu’
Leyla son olarak, “Sayın Öcalan üzerinde tecridi kaldıracaksınız sadece tecrit değil tahliye edeceksiniz ve halkı ile bir arada olacak. İşte o zaman Demokratik bir ülke olacaktır. Bunun olabileceğinin nüvelerini yaşıyoruz. Çözüm çok yakındır. AKP’ye ve MHP’ye rağmen çözüme kavuşacaktır. Sayın Öcalan’ın projesi olan Rojava’da bunu gördük. Kadın öncülüğünde gelişen bir devrim oldu. Dünyada tıkanan bütün sistemler gözünü Rojava’ya dikmiş. Orada 11 bin şehitten bahsediyoruz. Kolay örülmedi o devrim. Her şeye rağmen Rojava’da bir güneş doğdu. Bütün toplumu kendisi ile birlikte aydınlattı. Sonuç olarak bunu diyebiliriz. Tecrit insanlık suçudur. Bir an önce kaldırılmalıdır. Tecrit Öcalan şahsında herkese uygulanıyor. Gelin hep birlikte mücadele edelim. Öcalan’ı sahiplenmek Türkiye demokrasisini savunmaktır” diye konuştu.
‘Kayyımları kabul etmeyeceğiz’
Bir diğer konuşmacı olan Avukat Özüm Vurgun da, “Seçme ve seçilme hakkını” anlattı. Kayyımların belediyeye atanması ile birlikte yaptıkları uygulamalara dikkat çeken Özüm, “Türkiye geçmişinde bu yana Kürtlere Kürde fobi uygulanmıştır. Seçme ve seçilme hakkı Kürt bölgelerinde ihlal edilmiştir. Kayyımlar hukuken belediye başkanları değiller. Kayyım atamalarında iktidarda ne yaptığını bilmiyor. Kayyımlar anayasa aykırıdır ve gayrı meşrudur. Kayyımlarla birlikte Kürt sorunu baskı politikası ile birlikte sürdürülmeye çalışıyor. Kayyımları kabul etmeyeceğimizi her defasında söylüyoruz ve söyleyeceğiz” dedi.
‘Sokağa çıkma yasakları önceden planlanmıştı’
Sokağa çıkma yasaklarını ve cezasızlık politikasını anlatan avukat Newroz Uysal, “Sokağa çıkma yasakları salt terörle mücadele değildi. Bir kaç gün süren yasaklarla sokağa çıkma yasakları başladı. Bununla beraber bir gözaltı, işkence ve tutuklama yapıldı. Bunun bir plan olduğunu ve 2014 ten beri planlandığını gördük. İlk olarak Muş Varto da Kevser Eltürk’ün bedeninin teşhir edilmesi boyutu gözler önüne serdi. Ardından Lice, Hani ve başka ilçelerde uygulanmaya başladı. Yasaklar bir süre şehir ve bölgeyi kapsadı. Ardından süresiz sokağa çıkma yasakları yapıldı buda hukuku yerle bir etti. Kırsalda sokağa çıkma yasakları ardından güvenli bölge olarak devam ettirildi. Varto, Sur ve Cizre’de Valilik ve kaymakamlığın ilanlarının ne kadar yakın olduğunu ve daha önceden yasaklara nasıl hazır olunduğunu gördük. Ayrıca Türkiye’nin sokağa çıkma yasaklarında savaş suçu işledi. Bunu sa Mısır televizyonu belgelerle açıkladı” diyerek yaşananları anlattı.
‘Keşke çocuklarım o zulmü görmeseydi’
Çatışmalı ortamlarda yaşayan ve tanıklığını anlatan HDP’li Remziye Tosun ise, “İlk olarak Sur’da yazılamalar dikkatimi çekti. ‘Esadullah timi’, ‘Kürt kanı içmeye geldik’, ‘kaçın kızlar biz geldik’ ve bunun karşısında ‘dev je berde bı kenne heval’ ‘Sur Dım Dım kalesi’ oldu. Ben ve iki çocuğum, birde Abiş ailesinin çocukları ile birlikte kaldık Sur’da. Çocuklarımızla birlikte artık takatsiz duruma düştük. Özellikle son 3 günde bomba atarların altında kaldık. Camlar aşağı indi ve yastıklarla kapattık. Dinde diyorlar ya ‘mahşer gününde anne evladını atar’ aynı o şekildeydi. Su yoktu bir depo vardı ondanda paslı su geliyordu. Keskin nişancılar orayı görmüştü ve hedef aldılar. 3 Mart’ta Sur’dan tahliye olduk. O esnada Sur’u tanıyamadık ve baktık ki polisler ve askerler ötemizdeymiş, çok uzakta değillerdi. Keşke orda ölseydik de çocuklarım o zulmü, o günleri görmeseydi” diyerek yaşadığı süreci anlattı.
‘Aileler yas tutmak yerine cenazelerinin peşine düşüyor’
“Veda, gömülme ve yas hakkı”nı anlatan avukat Gulan Çağın Kaleli de şunları kaydetti: “Hasta tutsaklar konusunu son zamanlarda tartışıyoruz. Uzun süreli mahpusluk dönemi kronik hastalıkları getireceği tartışmasız. Kişi sağlığa erişim hakkında engelleniyor ve buda yaşamlarını yitirmesine neden oluyor. Aileler de veda haklarını kullanamıyor, yaslarını tutmak yerine cenazelerinin peşine düşüyor.”
Panel konuşmaların ardından sona erecek.