
Şebnem Korur Fincancı: İşkence topluma yönelik işlenen bir suçtur
- 09:02 11 Aralık 2019
- Güncel
Hikmet Tunç - Zeynep Durgut
VAN - OHAL sürecinde artan işkencelere ilişkin konuşan TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “Kuşaktan kuşağa aktarılan bir travmatik süreçten söz ediyoruz. O yüzden işkence doğrudan topluma yönelik bir suçtur” dedi.
Türkiye cezaevlerinde hak ihlalleri artarak devam ederken, olağanüstü halin (OHAL) ilan edildiği 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile işkence normalleştirilmeye çalışıldı. Bu işkence kadınlar ve çocuklar üzerinden de sürdürülüyor. Hamilelik sürecini cezaevinde geçiren, doğumhane önünden gözaltına alınan, hastaneye doğum yapmaya getirilip, tekrar cezaevine gönderilen ve bırakabileceği kimsesi olmadığı için çocuğu ile birlikte cezaevi koşullarında yaşamak zorunda bırakılan kadınlar, cezaevi işkencesinin diğer yüzü. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Türkiye ve bölge cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ile özelde kadınların ve çocukların kaldığı cezaevi koşullarını değerlendirdi.
‘Gözaltı süreleri uzatıldı, avukat kısıtlaması getirildi’
İnsan hakları mücadelesi yürütenlerin cezaevlerindeki işkenceye yönelik bir takım koruyucu önlem mekanizmaları oluştuğunu belirten Şebnem, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde de bu mücadelenin yankı bulduğunu kaydetti. Bu koruyucu mekanizmalarla hem gözaltı süreçlerinde hem de cezaevi koşullarında olumlu gelişmelerin olmasını sağlayabildiklerini ancak darbe girişimin ardından kazanılmış koruyucu mekanizmaların yok sayıldığını belirten Şebnem, “Gözaltı süreleri uzatıldı. Gözaltı süreleri 4+4+4 olarak toplamda 12 gün uzatıldı. ‘Avukat yasağı’ kavramı ortaya çıktı. Avukat görüşüne 5 günle başlayan, şimdilerde 24 saat olarak değişen yasakla, yine de 24 saat boyunca hiç kimseyle görüştürülmemesi ciddi bir problemdir” dedi.
‘Cezasızlığı KHK ile yasal hale getirdiler’
Şebnem, OHAL ile cezaevinde “tutsağı düşmanlaştırma” durumunun yaşandığını ifade ederken, şunlara dikkat çekti: “Cezaevindeki grupların avukat görüşleri sırasında kamera kayıtlarının alınması, içerde infaz koruma memurlarının bulunması gibi mahremiyeti ortadan kaldıracak yaklaşımlar oldu. Çıplak arama olağan bir rutine dönüştü. Çıplak arama dayatmasıyla birlikte tabi ki ciddi bir işkence uygulamasının önü açılmış oldu. Ayrıca OHAL’in oluşturduğu, devletin elinin güçlendirilmesi süreci bir KHK ile de pekişmiş oldu. Cezasızlığı yasal hale getirdiler. ‘Terörle mücadele sırasında ortaya çıkan olumsuzluklardan, kolluk kuvvetli görevlileri sorumlu tutulmaz’ şeklinde düzenleme ve bu artık yasamızda var olan bir durum. Oysa kabul edilebilir bir durum değil. Biliyoruz ki devletlerin işkencenin önlenebilmesi için bir adım atması gerekiyor.”
‘Geçmişte kalan işkenceler kolluk eliyle yeniden yapılmakta’
Darbe girişiminin hemen ardından özellikle KHK ile işten atılan insanlara yönelik bir “ihbarcılık” mekanizmasının yaratıldığını dile getiren Şebnem, “Kollukta, infaz koruma memurları arasında gözaltındakilere, cezaevindeki mahpuslara şiddet uygulamayanlar ‘örgüt mensubu’ olmakla suçlanarak, haklarında gizli tanık ifadeleri tutuldu. KHK listelerine isimleri kondu. Dolayısıyla inanılmaz bir korku imparatorluğu oluşturuldu” diye konuştu. Gizli tanık belgeleriyle gerçek dışı suçlamalar oluşturulduğunu kaydeden Şebnem, “Gerçekten pek çok yerde çok ağır, ciddi işkence olgularıyla karşı karşıya kalıyoruz. Geçmişten bildiğimiz, uzun zamandır karşımıza çıkmayan işkence yöntemlerini, yeniden uygular halde buluyoruz kolluğu. Askı işkencesi, pozisyonel işkenceler, falakalar, elektrik uygulamaları, karşımıza çıkan uygulamalardır” dedi.
‘Tutsaklar neredeyse hiçbir sosyal alanda bir araya getirilmiyor’
TİHV’e daha önce yaşanan hak ihlallerine dönük, işkenceye maruz kalan başvurucuların arttığını belirten Şebnem, başvurucuların artmasıyla birlikte işkencelerin belgelenip kaydedildiğine dikkat çekti. Şebnem, “Cezaevlerinde yalnızca şiddet, işkence değil, bir takım gereksinimlerden yoksun bırakma, süngerli oda uygulamaları, tekrar gözaltına alma ve gözaltında işkence ve tekrar cezaevine gönderilme. Bunların dışında tutsaklar neredeyse hiçbir sosyal alanda bir araya getirilmemeye başlandı. Onun dışında kendilerini geliştirecek olanakların sınırlandırılması, kitap sınırlandırılması getirildi” ifadelerini kullandı.
‘Sağlık sorunları tedavi edilmiyor’
Tutuklandığı süreçte hak ihlallerini de yaşayan ve tanıklık eden Şebnem, cezaevlerindeki hasta tutsakların durumuna işaret etti: “Tutuklandığım 2016 yılında kitap sınırlandırması getirilmişti. İnsanların hijyen olanaklarını sağlama koşulları sınırlandırıldı. Sağlık hakkı yine eskiden bu yana çok ciddi bir sorun, ciddi sağlık sorunları yaşayan insanlar var cezaevlerinde. Bu ciddi sağlık sorunlarına dönük tedavi arayışı, bir işkenceye dönüştürülebiliyor. Çünkü uzun bir süredir ciddi sağlık problemleri olan tutsaklar gereken uzmanlara gösterilmiyor. Sağlık sorunları tedavi edilmiyor. Ciddi hastalıklar tedavi edilmediği için sonuçları ölümcül noktaya kadar ulaşabiliyor.”
‘İşkence topluma yöneliktir’
İşkencenin sadece kişiye değil, topluma karşı işlenen bir suç olduğunun altını çizen Şebnem, “Toplumdaki sessizlikten anlıyoruz ki, aslında toplum bunun mesajını alıyor. Kaygısı çok yükselmiş durumda. Olabildiğince kendini gizleyen, görüşlerini özgürce ifade etmekten kaçınan bir topluma dönüştük” dedi. Şebnem, birbirini ihbar eden bir toplumla karşı karşıya kalındığını belirtirken, “Bunların tamamı aslında işkencenin devlet eliyle uygulanması ile cezasız bırakılması davranışlarının bir sonucudur. Bundan yalnızca deneyimleyen insanlar değil, kuşaklar boyunca tüm bireyler etkileniyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan bir travmatik süreçten söz ediyoruz. O yüzden işkence doğrudan topluma yönelik bir suçtur” dedi.
‘Doğumhane kapısında gözaltına alınan kadınlar var’
İşkencenin normalleştiği bu süreçte kadınlara ve çocuklara yönelik “şaşırtıcı” işkencelerin uygulandığını kaydeden Şebnem, “Doğumhane kapısındayken gözaltına alınan kadınlar, doğum yapar yapmaz bebekleriyle birlikte cezaevine girebiliyorlar. Gebe kadınlar cezaevine gönderiliyorlar. Cezaevinden doğumhaneye gidip yeniden cezaevine giden kadınlar olabiliyor. Oysaki ceza infaz kurumunda kurallar var. Gebelik sürecinden, doğumdan sonraki aylarda infazın ertelenmesi söz konusudur. Gebeliğin olması ve yeni doğum yapmış olma koşulu olduğunda. Ama bu asla uygulanan bir durum değil, bunun dışında daha büyük çocukları olanların cezaevinde özellikle çocuğun bakımını üstlenen başka biri yoksa da çocukların da birlikte kalmış olması ve ceza alması, hapsedilmesi anlamına geliyor. Cezaevi koşulları uygun değil, var olan koşullar da yeterli değil” diye konuştu.
‘İşkencelerin sorumluları yargılanmayı beklesinler’
Anneleriyle birlikte cezaevinde kalan çocukların eğitim alma haklarının sınırlandırıldığını kaydeden Şebnem, annelerin çocuklarının gereksinimlerini karşılamakla ilgili birçok sıkıntı yaşadığını söyledi. Şebnem, “Yakını olmayan kadınlar ve mülteci kadınların daha da ağır koşullarla yaşaması söz konusu. Çünkü onların hiç kimsesi olmuyor. Bu kadınlar bazen atölyelerde çalışarak üç kuruş gelir elde edip çocuklarının gereksinimlerini karşılamaya çalışıyorlar. Çocukların bakımından, eğitiminden, devlet sorumludur. Eğer gereksinimlerinden yoksun bırakma davranışı varsa, biz buna işkence diyoruz. İşkenceyi ağırlaştırıcı bir takım maddeler var. Bu ağırlaştırılmış etkenlerden biri de bu işkencenin çocuğa karşı yapılıyor olması. Dolayısıyla çocuğa karşı yapıldığı için en üst sınırdan işkenceden yargılanmayı göze alması gerekiyor. Bunlar sadece orada bu işkenceyi yapan infaz koruma memurları değildir; cezaevi müdürleri, cezaevi savcıları, başsavcılar, Adalet Bakanlığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanıdır. Doğrudan bu işkenceden sorumlu olanlar eğer bir zincirleme işkence tanımı yapacaksa bu Cumhurbaşkanına kadar gider. Dolayısıyla bu süreçler önümüzdeki dönemler için yargılanmayı gerektiren suçlardır. Sorumlular da yargılanmayı beklesinler” dedi.
‘İlk adımları beraber atalım’
İşkenceye maruz kalan yurttaşların TİHV’e başvurmaları gerektiğini söyleyen Şebnem, şunları söyledi: “Gözaltındakiler için yapılması gereken suç duyurusunda bulunmak, suç duyurusunda bulunmaları için de bu durumun belgelenmesi gerekir. Bu belgeyi koruma mekanizmalarından birisi, düzenli olarak muayene olabilmesidir. Bu muayeneler eksik olabiliyor. Hekimler muayenenin nasıl yapılacağını bilmeyebiliyor. Hekimler bu muayeneden kaygı duyabiliyor. Bu işkenceler çok ağır olduğu için ihmal edebiliyorlar ya da tehdit altında hissediyorlar. O nedenle yalnızca o muayenelerle yetinmemeliler, mutlaka TİHV’e başvurmalılar. Çünkü bunlar ilerde belge niteliği taşıyor. Tarihe not düşüyoruz bir taraftan. Yalnızca kendileri için değil. İşkence toplumsaldır, topluma yönelik bir suçtur. Toplumun bundan sonra bu acıyı yaşamaması için bu başvurular yapılmalı. Cezaevinde bulunanlar için, vakfa başvuramayanlar için avukatlarıyla iletişim halinde nasıl bir belgeleme süreci olacağını TİHV’e başvurup belgeler alabilirler. Bu belgelemelerin ilk adımlarını birlikte yapalım.”