
Reyhan Yalçındağ: İnsan haklarında ülke gerinin gerisine gidiyor
- 09:02 10 Aralık 2019
- Güncel
Şehriban Aslan
DİYARBAKIR - Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Avukat Reyhan Yalçındağ, “Toplumsal manada tüm kazanımların geriye itilmeye çalışıldığı ve kadınlar şahsında bütün bu kazanım alanlarının ne hale geldiğine bakarsanız ülkenin gerinin gerisine gittiğini söyleyebilirim. Ancak ve ancak ısrarlı hak mücadelesiyle başarıya ulaşabiliriz ” dedi.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni kabul ettiği olan 10 Aralık 1948’den bu yana 10-17 Aralık tarihleri arasında “İnsan Hakları Haftası” etkinlikleri düzenleniyor. 1950’de Türkiye’nin imzaladığı Bildirge, 1954 yılında yürürlüğe girdi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan haklarında referans alınabilecek en önemli belgelerden biri olarak görülüyor. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FİDH) Genel Başkan Yardımcısı Avukat Reyhan Yalçındağ ile İnsan Hakları Haftası’nda Türkiye’nin konumunu, kadın hak ihlallerini, olağanüstü halden (OHAL) sonra devam eden “sıkıyönetim”i konuştuk.
* 10 Aralık İnsan Hakları Haftası’na girerken Türkiye’nin bulunduğu noktayı ve kadın hak ihlallerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gönül isterdi ki İnsan Hakları Haftası’nı gerçekten bir kutlama ruhuyla geçirelim. Fakat biz insan hakları savunucuları olarak bugün bunu söylemekten oldukça uzak noktadayız. Çünkü bildirgenin de işaret ettiği gibi gerek bireyin doğuştan getirdiği ve onurda eşitlik ilkesine dayanan temel haklar ve gerekirse topluluk hakları ile ilgili olan birçok hak alanlarının sistematik bir biçimde ihlal edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu sebeple bu İnsan Hakları Haftası için bütün insanlık için kutlu olması temennimle başlamak isterim. Ayrıca kadınlara ilk seçme ve seçilme hakkı verilişine denk gelen bir haftadır. 5 Aralık 1934 senesinde Türkiyeli kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Mesela İsviçre’den 36 yıl önce, Fransa’dan 10 yıl önce, Almanya’dan 16 yıl önce bu hak kadınlara tanınmış ise de dönemine göre belki diğer ülkelere göre daha çağcıl bir adım gibi görünse de; o günden sonra fiiliyatta kadınlara ne kadar siyasette ve seçilmiş olanlara yer verildiği ayrı bir tartışma konusudur. En nihayetinde bilindiği gibi 31 Mart’ta yerel seçimlerin üzerinden birkaç ay geçmeden peş peşe önce büyükşehir belediyelerine, sonradan ilçe belediyelerine atanan kayyım mevzuları var. Tutuklanan kadın belediye eşbaşkanlarının sayısı ortadadır. Toplam 15 HDP’li belediye eşbaşkanı tutuklanmış bunun 10’u kadındır.
“Kadınlar şahsında bütün bu kazanım alanlarının ne hale geldiğine bakarsanız gerinin gerisi diye özetleyebilirim.”
‘İktidar geleneksel kodlara geri dönüşü hayata geçirdi’
Dolayısıyla sembolik hatırlamalar bu tür önemli hak kazanımlarının aradan neredeyse bir 100 yıl geçtikten sonraki halinin pratiğine dönüp baktığımızda maalesef toplumsal manada tüm kazanımların geriye itilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Kadınlar şahsında bütün bu kazanım alanlarının ne hale geldiğine bakarsanız gerinin gerisi diye özetleyebilirim. Bir diğer konu ise 2016 yılında belediyelere kayyım atandı ve hazırlanan iddianamelerde ‘sözde eşbaşkanlık’ diye bir tanım yer aldı. Mahkemelerde bunun üzerine yargılamalar hala devam ediyor. Bu kadar büyük bir öfke dili ki bu bir kere siyasi partinin tüzüğünde, parti programında var. Bu siyasi parti tüzüğünü oluştururken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurur, orada kabul görür ve ondan sonra siyasi hayatına başlar. Siyasi parti tüzüğünde kabul edildiği gibi bunu yerelde de uygulamak istedi. Fakat iktidar kalkıp bunun üzerine ‘sözde eşbaşkanlık’ diyerek bir hafızasızlık, geleneksel kodlarına, fabrika ayarlarına bir geri dönüşü hayata geçirdi. Özelde kadınların kazanımlarının zapturapt altına alındığı, kriminalize edildiği, tutuklamalarla, haksız biçimde açılan davalarla, belediyelere kayyım atamalarla bunların artık kullanılamaz bir hale döndüğü hak başlıklarıdır. Bir de bu insanları seçen seçmenlerin yarısının kadın olduğunu düşünün… Nüfusun iradesinin yok sayıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Bunu sadece bir programa sıkıştırmak o kadar güç ki yaygın, sistematik, geniş, birçok hak başlığına sirayet eden ciddi bir gerileme durumu var.
‘Muhalifleri düşman ilan eden dil iktidarın dilidir’
* OHAL’den sonra artan ve artarak devam eden bir saldırı politikası söz konusu. Bildirgede “Bir insan, suçlu olduğu kanıtlanıncaya dek masumdur” maddesi vurgulansa da son bir yıllık süreçte binlerce insan tutuklandı. Bir hukukçu olarak Türkiye yargısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Masumiyet karinesine göre bir kişinin bütün delilleriyle ortaya konulana kadar ve ceza hükmü kesinleşene kadar suçsuz olduğu kabul edilen bir ilke. Bugüne baktığımızda ise yargı, soruşturma aşaması ve akabinde devam eden kovuşturma aşamasında tamamen iktidara muhalif olan bütün kesimleri cadı kazanlarına atıp yakma ruh haline büründüğü süreçteyiz. Son birkaç yılda basının büründüğü tavırdan bağımsız olarak düşünmeden de şunu ifade edeyim: Yargının bir ayağı iktidar ise bir diğer ayağı da basın olduğunu unutmamak gerekiyor. Muhalif olan siyasetçileri, kadınları, STK’leri, insan hakları savunucularını, aktivistleri, muhalif gazetecileri, yazarları, hukukçuları bütün bu kesimi düşman eden dil iktidara ait bir dil. Bunu 81 ilde milyonlarca insanın üstüne boca eden medyadır, bunu unutmamak lazım. Asıl o noktada toplum bir bütünen ikiye bölünüyor. İktidar basınından sadece bilgiyi öğrenen bir kesimden bahsediyoruz. En vahimi muhalif olanın korkunç bir şekilde ötekileştirilmesi ve bu, davalara, yargılama diline de yansıyor.
‘Her bir kadının katledilmesi rakamların ötesinde’
* Türkiye’de kadın hak ihlalleri noktasında neredeyiz diye sorarsak nasıl bir cevap verirsiniz?
11 ayda 430 kadının katledilmesi rakamdan çok öte bir şeydir. Her bir kadının bir yaşam öyküsü var. Bunun yanına katledilen kadınların çocuklarını, ailesini, arkadaşlarını, komşularını, meslektaşlarını koyun. Ne kadar çok insan zarar görmüş oluyor. Hepimizi ilgilendiriyor ve uzağından yakınından hepimize dokunan bir cinayet oluyor. Geldiğimiz nokta o kadar vahim ki toplumdaki her sınıftan kadın benzer bir biçimde hedef alındığı kamusal alanda, gözaltında şiddete uğruyor. Boşanmak ya da ayrılmak istedikleri partnerleri tarafından katlediliyor. Her gün savaş gibi bir bilanço ile karşı karşıyayız. Bu süreçte kadına dönük yaşam hakkı ihlallerinin son bulması, etkin koruma tedbirlerinin alınması ve bununla etkin mücadele eden kadınlar olmasına rağmen bu kadar vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.
“Kayyım atanan belediyelerdeki kadın sığınma evlerine ne oldu? Sığınma talep eden kadınların akıbeti ne oldu? Bu soruların cevabını gerçekten bilmek zorundayız.”
Mesela kayyım atanan belediyelerdeki kadın sığınma evlerine ne oldu? Sığınma talep eden kadınların akıbeti ne oldu? Bu soruların cevabını gerçekten bilmek zorundayız. Ya da karakola giden kadına, ‘Eşindir döver de söver de’ diyen polis mantığıyla, kadının sığınma talebinin reddedildiği idari mekanizmalar mantığı, eşini katlettikten sonra sorgu esnasında geçmiş olsun diye hitap eden hakimleri biliyoruz. Bunların hepsi her yeni cinayetin habercisidir. Bu insan hakları haftasında altını döne döne çizdiğimiz noktalardan biri kadın haklarına, insan haklarına dönük ihlaller meseledir. Bu bilanço açığa çıkarıyor ki gerek bilanço, gerek önleyici tedbirler alınması gerek. Bunun bir ayağı da hak arama mekanizmalarında hak alanlarına erişimle alakalı kadının ne kadar bilgi sahibi olduğu meselesidir. Şiddet gören bir kadının evden çıkıp hak alanına erişmesi dahi öyle büyük bir mücadele ki bu da kadının örgütlülük meselesini açığa çıkarıyor.
‘Israrlı mücadeleyle başarıya ulaşabiliriz’
* 10 Aralık İnsan Hakları Haftası’na dair mesajınız ve umudunuz nedir?
Bir tespitte bulunmak o kadar zor ki bütün hak alanlarının hoyratça, fütursuzca ihlal edildiği ve faillerin cezasız kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Kolluğun fail olduğu hak ihlallerinde cezasızlık politikası devam ediyor. İşkence yasağına dönük hak ihlalleri devam ediyor. Toplantı ve yürüyüş hakkı neredeyse bu topraklardan silinmiş durumda. Bir kere daha ifade etmek gerekiyor ki farklılıkların zenginlik olarak atfedildiği bir dönem hepimiz için her zamankinden daha önem arz ediyor. Öyle tekçi bir bakış açısı var ki erkek, Türk, Sünni olan cinsiyetçi, devletçi erkek bakışının bütün alanlara yayılmış durumda olduğunu görüyoruz. Kadın katliamlarından tutun da anadilde eğitimden seçme ve seçilme hakkına kadar bütün bu hak alanlarının özetlendiği kümelendiği bir yer var. İşte o yerin adı da bahsettiğim devlet aklı. İnanıyorum ki ancak ve ancak ısrarlı hak mücadelesiyle başarıya ulaşabiliriz.
“Bugün Ortadoğu en acımasız halini yaşıyor olabilir ama şiddet dünyanın her yerine yayılmış durumda. Bu sebeple belki her zamankinden daha fazla örgütlü kadının sesine ihtiyaç var.”
Mesela Ortaçağ’da kilisenin mantalitesinden dolayı 6 buçuk milyon civarında kadın o dönem katlediliyor. Kadının çocuğu hastalanıyor şifalı ot ile iyileştirmeye çalışıyor, bundan dolayı büyücülük iddiası ile kadın yakılıyor. Bunun gibi bir sürü nedenden ötürü cadı ilan edilip kadın yakılıyor. Bugün Ortadoğu en acımasız halini yaşıyor olabilir ama şiddet dünyanın her yerine yayılmış durumda. Bu sebeple belki her zamankinden daha fazla örgütlü kadının sesine ihtiyaç var. Çünkü barışı da eşitliği de adaleti de getirecek olanın kadın olduğuna inanıyorum. Onun için İnsan Hakları Haftası’nda en çok üzerinde durmamız gereken şeyin adalet olduğuna inanıyorum.