
Gazeteci Kibriye: İktidar şunu anlamıyor kadınlar hep isyancı, mücadelecidir
- 09:02 8 Aralık 2019
- Güncel
Safiye Alağaş-Gülistan Azak
İSTANBUL - Diyarbakır’da tutuklanan ve 13 ay sonra tahliye edilen gazeteci Kibriye Evren ile Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde yaşadıklarını, açlık grevine dahil oluşunu, kadın direnişi ve gazetecilerin yaşadıklarına dair konuştuk. Kibriye, Diyarbakır zindanının tarihinden gelen bir direniş çizgisi olduğuna vurgu yaparak, “İktidar şunu anlamıyor kadınlar hep isyancıdır, her zaman mücadelecidir” dedi.
Diyarbakır merkezli yürütülen operasyon kapsamında geçen yıl 9 Ekim 2018’de gözaltına alınarak tutuklanan gazeteci Kibriye Evren, 13 ay sonra tahliye edildi. Kibriye, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden ağırlaştırılmış tecride karşı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevi eyleminde de ilk gruplar arasında yer aldı. 13 ay boyunca birçok hak ihlaline maruz bırakılan Kibriye, cezaevindeki baskı ve hak ihlallerini, gazeteciler üzerindeki baskıları ve açlık grevi sürecine dair sorularımızı yanıtladı.
*Gazetecilik faaliyetleriniz gerekçe gösterilerek tutuklandınız. 13 ay sonra serbest bırakıldınız. Cezaevinde yoğun bir süreç yaşadınız, nelerle karşılaştınız?
“Cezaevleri öncelikle insan onurunu inciten, yaralayan bir ortam. İnsanın yaşayabileceği bir yer değil. Çünkü devletin cezaevlerini yapmasının temel amacı bireyi rehabilite ederek, sindirerek kendi iktidarını birey üzerinde daha fazla pekiştirmektir.”
Cezaevleri öncelikle insan onurunu inciten, yaralayan bir ortam. İnsanın yaşayabileceği bir yer değil. Çünkü devletin cezaevlerini yapmasının temel amacı bireyi rehabilite ederek, sindirerek kendi iktidarını birey üzerinde daha fazla pekiştirmektir. Kendi sistemini de öyle kurmuş. Özellikle yüksek güvenlikli cezaevleri ve F tipleri diye nitelendirilen cezaevlerinde insan iktidarı ve iktidarın politikalarını daha fazla hissediyor ve çok rahat çözümleyebiliyor. Mesela avluda iki kamera, üç pencere var. O pencerelerden gardiyanlar aynı zamanda avluyu görebiliyor. Yine yaşam alanımızda mutfak ve ihtiyaçlarımızı gördüğümüz yerde kamera var. Sadece yattığımız yerde kamera yok. Ama yukardaki kamera yani avludaki kameranın bir kısmı da yattığımız yerin bir kısmını görüyor. Yine hemen kapının üstünde mazgal diye nitelendirdiğimiz yerde bir küçük pencere var oradan da saat başı gelip ne yaptığımıza bakıyorlar. Cezaevi koşulları öyle bir yaratılmış ki 24 saat kişiyi gözlemliyor. Bu gözlemlemenin, gözetlemenin temel amacı bireyi psikolojik ve sosyal olarak çözümlemek. Özellikle siyasi tutsakların günlük yaşam performanslarını denetleyebilmek, psikolojik, sosyal ve siyasal olarak analizler yapmak ve bunun üzerinden politikalar üretebilmek için bir sistem kurulmuş.
*Kadınların tutulduğu Diyarbakır T Tipi Cezaevi’nde kaldınız. Kadın olarak ayrıca yaşadığınız sorunlar var mı?
Kadın kapalı cezaevi ama sürekli erkek gardiyanlar, teknisyenler ve personeller var. Yani anlayacağınız 24 saat yaşam alanınızı gözetliyorlar. Bireyin özeli diye bir şey kalmıyor. Bu aynı zamanda özel yaşama müdahaledir. Yazın Diyarbakır'ın ne kadar sıcak olduğunu hepimiz biliriz. Hele taş duvarların arasında o sıcaklığı daha fazla hissediyorsunuz. Havalandırmaya çıktığımızda askılı veya daha ince giyme şansın yok çünkü sürekli kameralar ile kadın ve erkekler tarafından gözetleniyorsun. Bunun dışında da cezaevleri ne hasta tutsakların ne de çocukların kalabileceği bir ortam.
“Cezaevlerinde çok fazla hasta tutsak var. Bizim yanımızda Semire Direkçi vardı. 22 yıldır cezaevinde. 86 gün açlık grevinde kaldığından kaynaklı bağırsak sorunu yaşadı. 3 ay hastanede yattıktan sonra ameliyat edildi. Semire’ye 3 buçuk ay boyunca bağırsakları dışarıda bir halde, 12 kişinin yaşadığı bir ortamda bizler baktık.”
Cezaevlerinde çok fazla hasta tutsak var. Bizim yanımızda Semire Direkçi vardı. 22 yıldır cezaevinde. 86 gün açlık grevinde kaldığından kaynaklı bağırsak sorunu yaşadı. 3 ay hastanede yattıktan sonra ameliyat edildi. Semire’ye 3 buçuk ay boyunca bağırsakları dışarıda bir halde, 12 kişinin yaşadığı bir ortamda bizler baktık. Ortamı sürekli hijyen tutmak zorundasın çünkü en ufak bir enfeksiyon kapması durumunda ciddi risk ile karşı karşıya kalabilir. Cezaevi idaresi hiçbir ihtiyacını karşılamıyordu. Yine çocuklar içinde hiç hijyenik bir ortam değil. Semra Akgül arkadaşın oğlu Önder diye bir çocuk vardı. Önder bizim yanımızdaydı, ama çocuğa oyuncak verilmiyor. Süt, yoğurt, meyve, kuruyemiş gibi bir çocuğun temel ihtiyacı olan besinler verilmiyordu. Avlu çok küçük olduğu için çocuk koşup oynayamıyor ve sürekli huzursuz oluyordu. Kadın cezaevi olmasına rağmen kantinde kadınsal ihtiyaçlarını karşılayamıyorsun çünkü yok. Kantin çok pahalı. Sonuçta ekonomik durumu kötü olan aileler. Kıt kanaat cezaevlerine para gönderebiliyorlar. Mesela iki kardeş cezaevinde veya anne baba tutuklu, dışarı da olan çocuklar para gönderemiyor. Kantin inanılmaz pahalı en kalitesiz malı en pahalı fiyata satıyorlar.
Tutuklandığında cezaevinde ilk girişte özellikle çıplak arama dayatılıyor. Tacize varan aramalar yapılıyor. Yemekler çok kötü hasta arkadaşların dışında her hangi bir sağlık problemi olmayan bir tutuklu bile belli bir süre sonra o yemeklerden kaynaklı hastalanıyor. Çünkü yemekler çok yağlı, salçalı, baharatlı ve tuzlu. Kalitesiz ürünlerle yemekler yapılıyor. En önemlisi hijyenik değil. Örneğin yemek içerisinden çıkan cam parçası arkadaşımızın damağını kesti. Yemeklerin içerisinde fare pisliği, naylon parçası çıkıyor. Tanımlayamadığımız değişik cisimler çıkıyor.
Mektuplar geldiğinde siyasal süreç değerlendirmesi yapılmışsa, buna ilişkin kendi görüşünü yazmışsa ve iktidara ilişkin bir şey söylemişse bu kısımlar ya kesiliyor ya da üzeri karalanarak size veriliyor.
*Kürt kadın gazeteci olarak cezaevindeydiniz. Tutuklanmadan önce de hak ihlallerini işliyordunuz. Cezaevine girdikten sonra da yazmaya devam ettiniz. Orada kadınlarla röportajlar yaptınız. Görüştüğünüz kadınlar süreci, yaşadıkları hak ihlallerini nasıl değerlendiriyordu?
“Cezaevindeki tecrit bir tutsağın kendi ailesiyle görüşememesi, sadece o tutsak üzerinde bir tecrit değildir. Ailesinin üzerinde de uygulanan bir tecrittir. Aile kaygılanıyor. Sürekli kaygı halinde yaşıyor. Ailenle konuşmak istiyorsun ama tecrit uygulanıyor.”
Cezaevinde iken özellikle kadınlarla röportaj yaptığımızda şunu söylüyorlardı; İmralı’da uygulanan tecridin amacı kadınlar başta olmak üzere tüm toplum üzerinde tecrit yaratmak. Bunu cezaevlerinde çok net görüyorlar. İmralı’daki tecrit cezaevlerinin hepsine yansıyor. Orada uygulanan tecridin aynısını bu seferde diğer cezaevlerinde uyguluyorlar. Cezaevindeki tecrit bir tutsağın kendi ailesiyle görüşememesi, sadece o tutsak üzerinde bir tecrit değildir. Ailesinin üzerinde de uygulanan bir tecrittir. Aile kaygılanıyor. Sürekli kaygı halinde yaşıyor. Ailenle konuşmak istiyorsun ama tecrit uygulanıyor. Mektup yazmak veya almak istiyorsun ama cezalısın, spora çıkmak istiyorsun ama cezalısın, ceza adı altında yaygınlaştırılmış bir tecrit var. İmralı’dan başlayan diğer cezaevleri ve toplum üzerinde yaygınlaştırılan bir tecrit var. Her şey birbiriyle bağlantılı bu tür hak ihlalleri çok sık bütün cezaevlerinde yaşanıyor. Ve orada yaşayan kadınlar bunun bilincinde ve farkında olan kadınlar.
Keyfi cezalandırma yöntemi çok yaygın şöyle ki; Kürtçe stran söylemek, halay çekmek, gardiyanın tacize varan arama şekline itiraz etmek kısacası her insanı faaliyetin ve hak araman cezalandırma nedeni oluyor. Yine arama adı altında tüm eşyalarınız yerlere saçılmakta.
*Baskıların bu kadar yoğun olmasının nedeni nedir sizce?
“Cezaevlerini devlet için laboratuvar işlevi görüyor. AKP kendi istediği insan tipini korku salarak oluşturmak istiyor.”
Bu uygulamalar gerçekten bir devlet politikası. Şunun için bir devlet politikası olarak değerlendiriyorum. Orada bulunan herkes devlete karşı muhaliftir. Muhalif kimlikli insanlardır. Devlet gibi yani iktidar gibi düşünmedikleri için onların söylediklerine ve uygulamak istedikleri susturma politikalarına karşı biat etmedikleri, baskılarına karşı direndikleri için mevcut iktidar böyle rehabilite etmeye, sindirmeye, kimliksizleştirmeye çalışıyor. Tecrit altına alarak, temel insani ihtiyaçlarını kısıtlayarak, sağlık sorunlarını gidermeyerek sindirmeye çalışıyor. Ben cezaevinden sonra daha net olarak anladım ki cezaevi aslında toplumun küçük bir prototipi. Herkes orada. Yani 90 yaşında bir kadın da, bir aylık bebek de orada. Genci de orada yaşlısı da orada. Gerçekten toplumun küçük bir prototipi ve orada aynı zamanda toplumu analiz edebiliyorsunuz. Cezaevlerini devlet için laboratuvar işlevi görüyor. AKP kendi istediği insan tipini korku salarak oluşturmak istiyor.
*Bu politikaya karşı kadınlar nasıl bir yaşam oluşturuyorlar orada?
“Kadınlar en zor koşullarda bile çok yaratıcılar, ortak ve kolektif yaşayabiliyorlar, birbirlerine karşı müthiş emek veriyorlar, komünal emekle o taş duvarlara, soğuk demirlere ve kör pencerelere ruh ve sıcaklık veriyorlar.”
Devletin yanıldığı nokta işte tam da burası. Mevcut AKP iktidarının bu noktada çok yanılıyor. Şunun için söylüyorum. Başında da belirttim. Rehabilite etmeye çalışıyor. Kendi varlığını toplumun üzerinde böyle oluşturmaya çalışıyor. Ama şunu anlamıyor kadınlar hep isyancıdır, asidir, korkusuzdur. İnandığı şey uğruna amasız ve fakatsız mücadele verir. Bir cezaevi ancak kadınlar tarafından bu kadar güzelleştirilebilir. Yaşanılabilir kılınır. Kadınlar en zor koşullarda bile çok yaratıcılar, ortak ve kolektif yaşayabiliyorlar, birbirlerine karşı müthiş emek veriyorlar, komünal emekle o taş duvarlara, soğuk demirlere ve kör pencerelere ruh ve sıcaklık veriyorlar. Okuma yazma bilmeyen kadın arkadaşlarımız okuma yazma öğrendi. Kendi evinde kitap okumayan kadın arkadaşlarımız kitap okumanın zevkine erişti. Ortak bir komünal yaşamın nasıl örgütlenebileceğini cezaevinin o zor koşullarını nasıl kadınlarla düzeltilebileceğini, nesnelleştirilen kadınların nasıl kendini özne olarak tekrar var edebileceklerini gördük. Kadınlar ruhen beynen ve zihnen cezaevlerinde tüm baskılara rağmen kendilerini var edebiliyorlar.
Bütün bu baskılara, tehditlere, zor koşullara rağmen ilginçtir herkes çok morallidir. Bunun nedeni oraya gelen her insanın neden orada olduğunu bilmesindendir. Oraya gelen her insan politiktir. Kimlikleri olan insanlardır. Gazetecisi, siyasetçisi, avukatı, ressamı, yazarı hiçbir şeye karışmayan ev kadını, sadece basın açıklamasına gideni de oradadır. Hepsi çok moralli. Devlet işte burada yanılıyor. Onun için şunu söylemek istiyorum; cezaevlerine insanları koyarak toplumu, kadını, genci susturamazlar. Bir kimlik mücadelesidir. Kadın olarak kimlik mücadelesidir. Kürt olarak kimlik mücadelesidir. Herkes kendi mücadelesini sürdürüyor. Gazeteci topluma haber vererek kendi mücadelesini sürdürür. Kadın erkek devlet şiddetine karşı mücadelesini sürdürüyor. Bizleri tutan da bu.
“Bazen düşünüyorum o zor koşullarda herhalde insanlar politik olmasa, yaşam mücadelesi vermese, kimlik mücadelesi vermese çekilmez. Ama cezaevleri bu noktada insanın kendisini yeniden yoğunlaştırdığı, kimliğinin, kendisinin farkına vardığı alan. Kendisiyle beraber toplumun üzerinde de yoğunlaştığı bir yer olarak da değerlendirilebilir.”
Bazen düşünüyorum o zor koşullarda herhalde insanlar politik olmasa, yaşam mücadelesi vermese, kimlik mücadelesi vermese çekilmez. Ama cezaevleri bu noktada insanın kendisini yeniden yoğunlaştırdığı, kimliğinin, kendisinin farkına vardığı alan. Kendisiyle beraber toplumun üzerinde de yoğunlaştığı bir yer olarak da değerlendirilebilir. Bu noktada yine söylüyorum AKP iktidarı yanılıyor her yere cezaevi açarak toplumu ehlileştirmeye çalışıyorlarsa çok yanılıyorlar. Çünkü kadınlar ve toplum orada aslında daha fazla kendi kimliğinin farkına varıyor, bu aileler içinde böyle. En apolitik aile cezaevine gidip geldikten sonra politikleşiyor. İşte bu politikanın nasıl olduğunu bu yöntemle bir çözüm alınamayacağını AKP iktidarının da artık bilmesi gerekiyor.
*Cezaevinde yaşatılan tecritten söz ettiniz. Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan ağırlaştırılmış tecride karşı açlık grevine siz de girdiğiniz. Diyarbakır E Tipi Cezaevi açlık grevleri noktasında tarihi bir yere sahip. Siz de bu dönemde büyük bir direnişin sesi oldunuz. E tipindeki kadınların morali, o süreçte yaşanılanları sizden dinlemek isteriz.
“Derler ya mekanların ruhları, kimlikleri vardır. E tipinin her yerinde ilmek ilmek örülen bir mücadele vardı. O mekanın dili vardı sizinle konuşuyordu. Onların seslerini, öğütlerini, çığlıklarını dinliyorduk. Çok ruhani seslerdi. O sesler bize yol gösterdi.”
Leyla Güven’in başlatmış olduğu 200 günü bulan bir süreçti. Şunu söyleyebilirim ki gerçekten oradaki ruh çok başka bir ruhtu. E tipindeki atmosfer çok farklıydı. E Tipi’nin özellikle bireyin psikolojisi üzerinde yaratmış olduğu bir maneviyat, aidiyet duygusu vardı. Çünkü orası zaten direnişin kalesiydi. Oradan Mazlum’lar, Kemal Pir’ler, Saralar, Dörtler geçti. Kürt kimliğinin oluştuğu bir mekandı. Kürt mücadele tarihinin oluştuğu mekandı. Dolayısıyla E tipi çok başka bir direniş ve birlik ruhu yarattı. Biz açlık grevine başlarken de böyle başladık. Derler ya mekanların ruhları, kimlikleri vardır. E tipinin her yerinde ilmek ilmek örülen bir mücadele vardı. O mekanın dili vardı sizinle konuşuyordu. Onların seslerini, öğütlerini, çığlıklarını dinliyorduk. Çok ruhani seslerdi. O sesler bize yol gösterdi.
“Greve girerken de Sayın Abdullah Öcalan’ın avukatları 8 yıla yakındır kendisiyle görüşemiyordu. Aileleri yine yıllardır görüşemiyordu. Türkiye’de toplumsal ve siyasi olarak büyük bir tıkanıklığın yaşandığı bir ortamda bunu ancak Sayın Öcalan çözebilirdi.”
Biz greve başlarken bu ruhla başladık. Bu ruh hep devam etti. Bu ruhun getirmiş olduğu bir direniş çizgisi vardı. Her ne olursa olsun bu direniş çizgisi kendini gösteriyordu. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz. Greve girerken de Sayın Abdullah Öcalan’ın avukatları 8 yıla yakındır kendisiyle görüşemiyordu. Aileleri yine yıllardır görüşemiyordu. Türkiye’de toplumsal ve siyasi olarak büyük bir tıkanıklığın yaşandığı bir ortamda bunu ancak Sayın Öcalan çözebilirdi. Biz de bunun farkındaydık. Bizimle beraber kalan ancak greve girmeyen arkadaşlarımızın üzerinde büyük bir etkisi oldu. Herhalde dünyada ilk defa bu kadar büyük bir açlık grevi yapıldı. Cezaevlerinde altı ay süren bir açlık grevi oldu. Ama bununla beraber dışarıda Avrupa’da süren bir mücadele oldu. Herkesin içerisinde olduğu birleştiği bir açlık grevi oldu.
“Bir gazeteci olarak cezaevine konuluyorsan, toplumla bağın koparılıyorsa bedenini enstrüman olarak topluma ulaştırmak ve onların taleplerini böyle dile getirmek zorundasın.”
Bizler açısından bu tabi çok önemliydi. Biz bunu başarmak zorundaydık. Çünkü E tipinin aynı zamanda Kürt halkına, Kürt kadınına emrettiği bir direniş çizgisi vardı. Bu direniş çizgisini yerine getirmek zorundaydık. Biraz o duygularla başladık açlık grevine. Çünkü oranın getirmiş olduğu manevi duygu bize emretmiş olduğu mücadele çizgisi vardı. Bir Kürt kadını olarak bir gazeteci olarak sesini topluma duyurmak zorundasın. Gazetecilik topluma haber verme, ulaştırma işidir. Bir gazeteci olarak cezaevine konuluyorsan, toplumla bağın koparılıyorsa bedenini enstrüman olarak topluma ulaştırmak ve onların taleplerini böyle dile getirmek zorundasın.
*Tecrit hala devam ediyor. Tecridin devam etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Her gün çocuklar cinsel istismara uğruyor, taciz ve tecavüze maruz kalıyor. Kendi bekası için hiç gözünü kırpmadan savaş kararı alıp çocukları katlediyor. Til Rıfat en son yaşadığınız katliamdır. Tüm bunların nedeni devletçe çözülmek istenmeyen Kürt sorunudur.”
Devletin Sayın Öcalan üzerindeki tecridi bir an evvel kaldırarak demokratik müzakereye geçmesi lazım. Şu anda yapılan şey AKP’nin kendi iktidarını ne pahasına olursa olsun sürdürme çabasıdır. Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik sorun var. Kadın sorunu var. 17 yıllık AKP iktidarı dönemi de 15 bin kadın katledilmiş. Her gün çocuklar cinsel istismara uğruyor, taciz ve tecavüze maruz kalıyor. Kendi bekası için hiç gözünü kırpmadan savaş kararı alıp çocukları katlediyor. Til Rıfat en son yaşadığınız katliamdır. Tüm bunların nedeni devletçe çözülmek istenmeyen Kürt sorunudur. Sayın Öcalan ile yapılan görüşmede "Bana fırsat verilirse Kürt sorunu bir haftada çözerim" dedikten sonra yeniden tecrit uygulandı. Bakın ben gazetecilik yaptığım süre zarfında görüştüğüm her kadın, her anne, her çocuk, her yaşlı, gittiğim köylerdeki insanlar Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılarak görüşmenin olmasını istiyorlardı. Öcalan’ın üzerindeki tecrit Öcalan’ın üzerindeki baskı bizim kırmızı çizgimizdir diyorlardı. Yani artık AKP iktidarının bunu algılayarak imha, inkar politikalarından vazgeçmesi gerekiyor. Örneğin Rojava’da büyük bir devrim gerçekleşiyor. Büyük kazanımlar var. Kürt halkının büyük bir kazanımı var. Sadece açlık grevini bile ele alırsak bir halk Sayın Öcalan için gözünü bile kırpmadan kendini ölüme yatırdı. Sekiz kişi tecride karşı yaşamına son verdi. Sadece Kürt halkı için değil Türkü, Laz’ı, Abaza’sı, Süryani’si, Ermeni’si için Sayın Öcalan büyük bir umuttur. Tecritle halkların umudunu kırmak istiyorlar. Halklar artık bunu kabul etmiyor ve öyle görünüyor ki etmeyecekler de.
*Cezaevinden yeni tahliye oldunuz. Siz tahliye olduğunuzdan bu yana bir gazeteci gözaltına alındı, 4 gazeteci tutuklandı. Gazetecilerin tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Gazetecileri tutuklayarak gerçekleri toplumdan halktan gizlemeye çalışıyorlar. Ama gerçeklerin ne olursa olsun kendisini gösterme gibi bir huyu var. Bu gün susturduğunu düşündüğün gerçekler toplumun yarıklarında kendine yer buluyor ve açığa çıkıyor. Gazeteciler tarih yazıyor aslında.”
Melike, Ruken, Sadiye ve Sadık mesai arkadaşlarım. Gazeteci olarak tanıdığım insanlar. Tutuklanmalarına şaşırmadım. Ama üzüldüm. Gerçekten Türkiye artık bir gazeteciler mezarlığı. Gazeteciler üzerindeki baskıların temel nedeni Sayın Öcalan üzerinde ki tecrittir. Gazetecilerin sesi kısılmak isteniyor. Bir ülkede eğer gazetecileri susturmaya çalışırsan aslında toplumu susturmaya çalışırsın. Dolayısıyla toplumu susturmaya çalışıyorlar. Gazetecileri tutuklayarak gerçekleri toplumdan halktan gizlemeye çalışıyorlar. Ama gerçeklerin ne olursa olsun kendisini gösterme gibi bir huyu var. Bu gün susturduğunu düşündüğün gerçekler toplumun yarıklarında kendine yer buluyor ve açığa çıkıyor. Gazeteciler tarih yazıyor aslında. Halkların, kadınların, ötekilerin tarihini yazıyor. Tarihini nakşediyor. Belki tarihçilere haksızlık ediyorum ama öyledir. Hafızasıdır, belleğidir, arşividir. Bir toplumun belliğini bitirmek istiyorsan gazetecileri tutuklarsın. Bir toplumdan gerçekleri saklamak istiyorsan gazetecileri susturursun. Arkadaşlarımızın tutuklanmasının amacı da tamamen bu. İktidar gazetecilerden sistemin bekçiliğini yapmalarını istiyor. O zaman bunun adı gazetecilik olmaz. Birilerinin çıkarlarını korumanın bekçiliği olur ki özgür basın geleneğine terstir. Daha önce gazeteler bombalanarak yıldırmak istiyorlardı. Şimdi tutuklayarak, baskılayarak bunu yapmaya çalışıyorlar.
“Gazetecilere dönük yoğun baskı, gözaltı ve tutuklamalar yaşanıyor. Diliyorum tutuklanan meslektaşlarımız bir an önce serbest bırakılırlar.”
Her şeyden önce kendi mesleklerini icra ettikleri için tutuklandılar. Mevcut iktidar şunu bilmeli ki gazeteciler susarsa toplum susar. Biz gerçeklerin peşinden giden muhalif gazetecileriz. Eğer bizler muhalif olmasak bu gün havuz medyasındaki gazeteciler gibi her şey yapabiliriz. Mesela biz orada çok televizyon izleme koşulumuz yoktu. İzlediğimiz boyalı medyaydı. Ben gazetecilerin sorduğu soruları dinlediğimde bu bir gazeteci değildi. Onlar mevcut iktidarın borazanlığını yapan gazetecilerdir. Ama bizler gerçek gazetecileriz. Bizim eleştiri yapma hakkımız var. Bir de bu insan haklarının temel ilkesidir. Senin haber yapma yayma hakkın var. Muhalif gazetecilik eleştirir. Mevcut iktidar eleştiriden çok korkuyor. Mevcut iktidar yaptığı politikaların hepsinin yanlış olduğunu biliyor. Bu yüzden gazetecilere dönük yoğun baskı, gözaltı ve tutuklamalar yaşanıyor. Diliyorum tutuklanan meslektaşlarımız bir an önce serbest bırakılırlar.