'Öldürmenin erkek zihniyetindeki devamlılığını muhafazakar kültür sağlıyor’
- 16:57 7 Aralık 2019
- Güncel
ANKARA - Kadın Sağlık Kurultayı’nda konuşan TTB MK Üyesi Selma Güngör muhafazakarlığın aileden yana olduğunu ve kadınların siyasal yaşama katılmasına karşı olduğunu belirterek, “En tipik örneği kayyım atamalarında gördük. Orada bir eşbaşkanlık sistemi vardı. Kadınla erkeğin yerelleri birlikte yönettiği belediyelere kayyım atayarak kadınların birlikte yönetmesi ve seçenlerin seçme hakkı ellerinden alındı” dedi.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) ilkini düzenlediği Kadın Sağlık Kurultayı, Eğitim Sen Genel Merkezi Konferans Salonu’nda sunumlarla devam ediyor. İlk sunumu, KHK ile görevinden ihraç edilen Doç. Dr. Melda Yaman, “Kadın sağlık emeğinin tarihsel dönüşümü” konusuyla yaptı.
‘Yeni bir alanın inşasında kadınları yakacak düzeye gelmiş’
Şifacıların birbirleri ile dayanışma ilişkisi kurduğunu ve kadınların yıllarca ebelik ve doktorluk yaptığını söyleyen Melda, kadınların bu bilgileri birbirlerine aktardıklarını belirtti. Bu mesleklerin kadınlara toplumda saygınlık da kazandırdığını vurgulayan Melda, “Sümerlerden, Hititlerden, Mısır’dan bahsettiğimizde bile keskin bir ataerki görüyoruz ama yine de sağlık alanı ve kadınlara bir emek alanı sunmuş. Kapitalizmin şafağı ile birlikte bambaşka bir süreç başlamış. Kadınlar sağlık emeği alanından erkekler, devlet ve kilise tarafından itilmişler. Yeni bir alanın inşasında kadınları yakacak düzeye gelmiş” dedi.
‘2 bin yıl önce Sokrates sembolik olarak ebeliği ele geçiriyor’
Erkeklerin ücret ve gelir alanını kadınların alanından söküp aldığına dikkat çeken Melda, “Bununla ilgili bir örnek vereceğim; yaklaşık 2 bin yıl önce Sokrates ebeliği ele geçiriyor. Platon’un yapıtında Sokrates kendini akıl ebesi olarak nitelendiriyor. ‘Ben de ebelik yapıyorum ama ben bedeni değil aklı doğurturum. Ben kadınlara değil erkeklere hizmet ederim’ diyor. Burada kadını küçümsemeyi ve yüzyıllar sonra gerçekleşecek dönüşümün Sokrates tarafından sembolik olarak gerçekleştiğini görüyoruz” diye konuştu. Melda, “Ebeler Maya dilinde kadını doğurtmak anlamın çok daha ötesinde dayanışma, moral verme gibi pek çok toplumsal kavramı da içeriyor. Tarih içerisinde ebelerin bu rolleri olduğunu görüyoruz. Mesela; Hitit yazılarında Ummeda geçer ebelik tanrıçası ama aynı zamanda dayanışma ve toplumsal destek unsurlarını da görüyoruz” dedi.
‘Bilim kadınların bilgisinden devşiriliyor ama kadın bu sürece alınmıyor’
Kadınların konumunun sağlık hizmeti ile güçlense dahi bu gasp sürecinin kadınların kazanımlarını aşağı çeken haneye kapatan ve emek etkinliklerini ele geçiren bir süreç olarak çıktığını ifade eden Melda, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu aynı zamanda sınıfsal bir süreç. Tıp bilimini erkek bilimi olarak inşası devletin ve kilisenin desteği ile beraber yürüyor. İlk tıp okulu Paris’te açılıyor ancak kadınların bu okula girmesi yasak. Tıp bilgisi anlatacak, ama tıp bilgisi yok. Öte yandan bir bilim gelişiyor kadınların bilgisinden devşiriliyor. Sorun şu: Bilginin devşirildiği kadınlar bilginin yeniden üretildiği sürece alınmıyorlar. Kadınlar yakıldı, işkence gördü davalarda yargılandı. Bugünde ciddi bir eşitsizlik var tıp alanında. Kadınlar hâlâ pek çok alanda görünür değil. Öte yandan bu rolleri hâlâ hane içindeki emek rollerinde de görüyoruz. Bu işin cazibeli olduğu yerler ‘erkek’ işi. Bu süreç politik bir süreç. Aynı zamanda bir mücadele hattı.”
‘Bilimsel olarak kadın sağlığı 1970’lerde araştırılmaya başlanıyor’
Ardından Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen Doç Dr. Özlem Özkan “Neoliberal ekonomi politikalarla sağlıkta dönüşüm ve kadın sağlığına etkileri” konusunda bir sunum yaptı. Kadın sağlığının bilimsel olarak 1970’lerde araştırılmaya başlandığına dikkat çeken Özlem, “Bu sistemin her türlü etkilerini bedende gören kadın sağlığı çok geç başlıyor. 80’lerin ortalarında ağırlık kazanıyor. Kadın buralarda ne olarak var: Kadın bu bilimsel araştırmalarda ‘etkileyen faktör’ olarak var. Kapitalist ataerki ve dinin siyasallaşması ile kadın sağlık ilişkisini hiç görmüyoruz. Neo-liberal politikalar sağlık reformlarının kadın sağlık emek gücüne zarar verdiğini ama kadınları çok fazla olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz” şeklinde konuştu.
‘Hiç bitmeyen bir süreç söz konusu’
Öğleden sonraki oturumda Doç. Dr. Feryal Saygılıgil, “Kadın Bedeninin Denetimi ve kendi bedenine yabancılaşma” konu başlığıyla sunum gerçekleştirdi. 19 yy. tıp tarihi kitaplarına bakıldığında sağlık meselesinin bir insanlık meselesi olduğunu ve bütün hastanelerin kapılarını insanlara açar’ denildiğini aktaran Feryal, “Bu insanlar dediklerinin adamlar olduğunu biliyoruz” ifadesini kullandı. Osmanlı’da 1921 yılında kadınların Tıp Fakültesi’ne kabul edildiğini aktaran Feryal, şöyle devam etti: “Gayrimüslimler hekimlik yapıyorlar Müslüman kadınlar neden yapamıyor diye bir tartışma var. 1940’larda Ankara Üniversitesi’nde şöyle bir habere rastlamıştım: ’Kadınlar hekim olmalı mı olmamalı mı?’ Erkek hocalar kadınlar hekimlik kesinlikle yapamaz’ diyor. Cerrahlık hiç düşünülecek şeyler değil zaten. Çocuk doktorluğu kutsal annelik meselesi üzerinden tartışılıyor. Dolayısıyla hiç bitmeyen bir süreç söz konusu.”
‘Patriyarka bedene çeşitli anlamlar yüklüyor’
Beden tartışmalarına da değinen Feryal, şöyle konuştu: “Bedenimiz üzerinden tanımlanıyoruz. Bedenin bu kadar önemsenecek bir şey olmadığını biliyoruz. Beden bütünün parçasını oluşturan bir şey ama patriyarka bedene çeşitli anlamlar yüklüyor ve onun üzerinden bizi tanımlıyor.” Dünyada cinsiyetçi atasözlerinden bahseden Feryal devamında “Dudaklar, kulaklar, aklınıza gelebilecek pek çok şey şiddetle ilgili olanlar da var. Namus ve şiddet ile ilgili Haremler ve Kuzenler kitabının yazarı, kitapta namusun aslında dinle ve Ortadoğu ile ilgisi olmadığını Akdeniz coğrafyasını paylaşan toplulukların ortak bir özelliği olduğunu söylemişti” diye belirtti.
‘Kadın mülteciler çok sayıda sağlık sorunu yaşıyor’
“Göçmen, mülteci ve mevsimlik kadın işçilerin sağlığa erişimi” sunumunu yapan Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şevket Bahar Özvarış, Suriyeli mülteci sayısının resmi kayıtlara göre 3 milyon 684 bin olduğunu söyledi. Hem kadın hem de mülteci olmanın çifte yük taşıma anlamına geldiğini vurgulayan Bahar, “Toplumsal cinsiyet normları yaşamlarının pek çok alanını olumsuz etkiliyor. Kadınlar göç öncesi ve sonrası taciz açısından risk altındadır. Pek çok sağlık sorunu yaşıyorlar. Fiziksel ve cinsel şiddet, kronik hastalıklar, uyku bozuklukları vs. gibi sorunlar yaşıyorlar. Irkçı tutumlara ek olarak kadın ve yabancı olmak kadınları evde, sokakta, işyerlerine fiziksel şiddet açısından daha savunmasız hale getirmektedir. Şiddete uğrayan kadınlar ne yapacaklarını bilmiyor” diye konuştu.
‘Kirli, tehlikeli ve nitelik getirmeyen işlerde çalıştırılıyorlar’
Mülteciler açısından dil sorununun da çok önemli bir engel olduğunun altını çizen Bahar, “Ayrıca hizmet sunanların farkındalığı çok düşük. Kültürel engeller elbette önemli. Eğitim, sosyal hizmetlere ulaşım, kimlik sorunu bu en çok yaşadıkları sorun. Bir kimliği yoksa hizmetlerden yararlanamıyorlar. Türkiye’de bulunan örgütlenmemiş ve sendikalaşmamış mülteciler kirli, tehlikeli ve nitelik getirmeyen işlerde çalıştırılıyorlar” ifadelerini kullandı.
‘DOM çocuklar tarlada bir lira karşılığında çalıştırılıyorlar’
Suriyeli mültecilerin yanı sıra Suriye’de de öteki olan DOM’lara değinen Bahar, savaş sonrası Suriye’den yaklaşık 50 bin DOM’un Türkiye’ye göç ettiği bilgisini verdi. Bahar, “DOM’lar bizim romanlar gibi en alt gruplar. Zaten bulundukları yerde izolasyon ve baskı altında oldukları için kamplarda kalmayı tercih etmiyorlar. DOM’lar 99’lu kimlikleri olmadığı ve bir yerde sabit kalmadığı için sağlık hizmetlerine erişemiyorlar. Özellikle kadınların, çocukların koruyucu sağlık hizmetlerine erişimi sınırlı. Çocuklarda ciddi beslenme yetersizliği görülüyor. Barınma koşulları dolayısıyla bulaşıcı hastalıkları bu gruplarda daha fazla görüyoruz. Tarlalarda çocuklar günlük bir lira karşılığında çalıştırıyorlar” dedi.
‘İlk örneklerini çok önceden yaşamıştık’
Kurultayda son olarak “Kadın Sağlığı ve muhafazâkar politikalar” konusuyla Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konsey üyesi Selma Güngör sunum yaptı. Muhafazakarlığın kavram olarak Fransız Devrimi’nde hayatımıza girdiğini söyleyen Selma, Avrupa karşısında AKP’nin kendini muhafazakar demokrat olarak tanımladığını ifade etti. Muhafazakarlığın AKP ile başlamadığını cumhuriyet döneminde de var olduğunu aktaran Selma, Türkiye’de ikinci dünya savaşından sonra Necmettin Erbakan ile birlikte dine dayalı olarak bir egemenlik çizgisi içinde devam ettiğini dile getirdi. Muhafazakarlığın kadın erkek eşitliğini yok saydığını ‘fıtratımız farklı’ diyerek kadın haklarının gasp edilmesini sağladığını vurgulayan Selma, “Hukuk dışı olmak durumunu fiilen yaşıyoruz. Bunun ilk örneklerini çok önceden yaşamıştık. Özellikle Kürtler bunu yaşadı. KCK davaları da böyleydi. 15 Temmuz darbe sonrası keyfi hukuk devam etti” ifadelerinde bulundu.
‘En tipik örneğini kayyım atamalarında gördük’
Muhafazakarlığın aileden yana olduğunu ve kadınların siyasal yaşama katılmasına karşı olduklarını kaydeden Selma, “En tipik örneği kayyım atamalarında gördük. Orada bir eşbaşkanlık sistemi vardı. Kadınla erkeğin yerelleri birlikte yönettiği belediyelere kayyım atayarak kadınların birlikte yönetmesi ve seçenlerin seçme hakkı ellerinden alındı” dedi.
'Kadınların mücadelesi ile değişti'
“Bizde ‘devlet kutsaldır, devlet için ölebilir öldürebiliriz’ anlayışı hala devam ediyor” diyen Selma, sözlerine şöyle devam etti: “Kadın politikalarına baktığımızda kadını aileye indirgeyen ve aile bireylerini devlet için baskılaması beklenen ve hane içinde kocaya evleninceye kadar aile içindeki bireylere hizmet edilmesi beklenen bir rol biçilmiş durumda. Bunun dışına çıkmak isteyen kadınlara baskı uygulanıyor. Bu baskının başında şiddet geliyor. Ve şiddetin giderek arttığını görüyoruz. Çalışarak özgürleşmek istediğimizde ya da boşanarak özgürleşmek istediğimizde öldürülüyoruz. Öldürülmenin erkek zihniyetindeki devamlığını sağlayan da bu muhafazakar kültür. Çünkü kadının erkeğe tabi olduğunu ve kadını hükmetme emretme ve hayatını belirleme hakkını tanıyor. Ne yazık ki daha önceki yasal süreç ve hukuksal uygulamalar bu anlayışa uygun olarak kadınlara uygulanan şiddeti çok az cezalandırıyordu. Ama kadınların mücadelesi ile değişti.”
Kurultay yarın, “Kadın işçi sağlığı ve güvenliğe bakış”, “Sağlık ve Sosyal Hizmet kadın emekçilerin sağlığı” ve forumla son bulacak.