
‘Yeniden yargılamalarda eşitlik istiyoruz'
- 09:05 15 Ağustos 2019
- Hukuk
İSTANBUL - DGM’de yargılananların tahliye talepleri doğrultusunda yüzlerce Hizbullah sanığının tahliye edildiğini ve diğer siyasi tutsakların taleplerinin kabul edilmediğini belirten Avukat Gülizar Tuncer, “Egemenlerin hukuku, onların çıkarları doğrultusunda hareket eder, fakat buradaki çok açık biçimde bir hukuksuzluk. Özellikle Kürdistan baroları bu konuda ses çıkarmalı” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 1998’de İbrahim İncal davasında, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) askeri yargıç bulunmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde yer alan "adil yargılanma hakkının ihlali” olarak değerlendirip, mağduriyetin ortadan kaldırılmasına hükmetti. Diyarbakır, Van, Erzurum, İstanbul, Ankara, İzmir, Malatya, Adana olmak üzere 8 şehirde kurulan DGM'lerde yargılananların birçoğu, AİHM'e başvurdu. AİHM'in peş peşe verdiği mahkumiyet ve mağduriyetin ortadan kaldırılması kararı, Türkiye tarafından uzun süre uygulanmadı.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ise emsal kararıyla 20 yıl cezaevinde yatan Abdullah Altun için tahliye yolu açıldı. Ancak tahliye talebi uzun süre kabul edilmezken, DGM’de yargılanıp hüküm giyen birçok hükümlü, Abdullah Altun kararını emsal göstererek yeniden yargılanma talebiyle tahliye istedi. Talep doğrultusunda, birçok Hizbullah hükümlüsü tahliye edildi. Yüzlerce siyasi tutsak infaz durdurma için başvuruda bulunduğu halde onların başvuruları kabul edilmiyor.
Başvuruların kabul edilmemesi nedeniyle İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 2 Ağustos’ta yaptığı açıklama ile “Yeniden yargılamalarda eşitlik istiyoruz” başlıklı kampanya başlattığını duyurmuştu. Kampanyada yer alan Avukat Gülizar Tuncer, DGM davalarını ve kampanyanın nasıl yürütüleceğini anlattı.
‘Özel soruşturma yargılama usulleri vardı’
İlk olarak DGM davalarında son dönemde yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Gülizar, DGM ve sonrasında kurulan CMK 250 ile yetkili ve TMK 10 ile yetkili mahkemelerin hepsinde özel soruşturma ve yargılama usulleri olduğunu, eşitliğe aykırı ayrımcı bir mevzuata bağlı olarak bir uygulamayla yürütüldüğünün altını çizdi. Gözaltı süreçlerinden itibaren insanların uzun süre ağır işkenceler gördüğünü hatırlatan Gülizar, “Yasak sorgu yöntemlerinin uygulandığı, hukuka aykırı yollarla elde edilen, delil niteliği taşımayan ifade tutanakları, yer gösterme, teşhis tutanakları, şeklinde yürütülüyordu. Zora dayalı olarak imzalatılan belgelerden yargılandılar. Bütün bu hukuk dışı belgeler, iddianamelerde sonrasında mütalaaların asıl dayanağını teşkil etti. Yargılamada zaten bir bütün olarak bu argümanlara bağlı olarak yürütüldüğü için hükmü esas alınmaması gereken bu belgelere dayalı olarak haksız hukuksuz mahkumiyet kararları verildi. Yani DGM yargılamalarının tamamı, bugünkü haliyle tartışılan askeri hakimlerin varlığından ötürü adil yargılama hakkını ihlal etmiyordu, başlı başına tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesini ihlal ediyordu. Bunların hiçbirini adil yargılama olarak tanımlamak mümkün değil” dedi.
‘AYM’nin PKK davası ile ilgili verdiği karara dayalı olarak serbest bırakıldılar’
Hizbullahçıların serbest bırakılmasının DGM’lerin hak ihlal edilişiyle bir ilgisinin olmadığının altını çizen Gülizar, “Abdullah Öcalan 1999 yılında Türkiye’ye getirildiğinde DGM’de askeri yargıçların görevine son verildi. Avrupa’ya karşı ‘adil yargılama yapıyoruz’ görüntüsü vermek için. Dolayısıyla Hizbullah davasından hükümlü olanların yargılamalarının esas olarak DGM mahkemelerine indirgeniyor. Oysaki bununla hiçbir alakası yok. 2000 yılından sonra yargılandılar. Yargılandıkları yıllarda askeri yargıçlar yoktu. Yine Hizbullahçılarla ilgili verilmiş herhangi bir mahkumiyet kararının, adil olmadığına ilişkin AİHM veya Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararı yok. Yüzlerce Hizbullahçı, PKK davasından hükümlü olan Abdullah Altun davası ile ilgili verilen bir Anayasa Mahkemesi kararına dayalı olarak serbest bırakıldı. Böyle bir emsal gösterme olayı olmaması lazım. Abdullah Altun ile ilgili verilmeyen infaz durdurma kararı, onunla ilgili verilen AYM kararına bağlı olarak Türkiye’nin dört bir yanında dilekçe vererek Hizbullah davası sanıkları hakkında uygulandı. Sonraki süreçte artık gelen tepkiler üzerine Abdullah Altun serbest bırakıldı. Daha sonra sayıları 10’u bulmayan PKK davası sanığı bırakıldı. Burada kamuoyuna dediler ki, bakın biz sadece Hizbullahçıları bırakmıyoruz. Diğer dava sanıklarını da bırakıyoruz. Oysaki bu göstermelik bir durum. Üç binin üzerinde ağır mahkumiyet kararının verildiği insanlar var. Bu insanlar 20 yılı aşkın cezaevindeler” diye konuştu.
‘Soru işareti uyandırmalı’
Yaşananların soru işareti uyandırması gerektiğini, Hizbullah, İBDA-C, El Kaide ve IŞİD üyelerinin serbest bırakıldığına dikkat çeken Gülizar şöyle devam etti: “Bu insanlar neden bugün toplu bir şekilde tahliye ediliyor? Devlet açısından baktığımızda neyin hazırlığı olabilir? Geçmişi de düşünerek bunu sorgulamak gerekiyor. Yeni kontra faaliyetlerinin hazırlığı mı? Karanlık bir tablo mu var önümüzde? Ancak siyasi gerekçelerle açıklanabilecek bir şey. Yargı dediğimiz, hukuk dediğimiz zaten hep egemenlerindir. Egemenlerin hukuku, onların çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Fakat buradaki çok açık biçimde ortaya çıkan bir hukuksuzluk. Mesele sadece basit bir eşitsizlik istiyoruz meselesi değil. Biz de serbest bırakılmak istiyoruz mevzusu değil. Öyle olmaması lazım. Bakış açısı böyle olursa bizi yanlışa götürür.”
‘Kürdistan baroları ses çıkarmalı’
“Yeniden yargılamalarda eşitlik istiyoruz” kampanyasına değinen Gülizar, bunun geç kalınmış bir karar olduğunu söyledi. Gülizar, yaşanan hukuksuzluğa karşı baroların sessiz kalmasını da eleştirerek, şunları dile getirdi: “İnsan hakları örgütleri, hukuk örgütleri, ailelerin oluşturduğu mahpus yakınları dernekleri sessiz. Partileri, dernekleri, sendikaları bir yana bıraktım. Bu konuyla yakinen ilgili olması gereken kurumlar bile çok ilgisiz, alakasız. Dolayısıyla en azından onları da harekete geçirebilecek, bir çalışma olsun diye böyle bir girişimde bulunduk. Olay esas olarak Diyarbakır’da yaşanıyor. Bu kararları Diyarbakır mahkemeleri veriyor. Diyarbakır Barosu başta olmak üzere Kürdistan baroları bugüne kadar onlarca kez açıklama yapması gerekiyordu. Çok farklı biçimde tepkilerini ortaya koymaları gerekiyordu. Kamusal görevin bir gereği bu. Baroların böyle bir yükümlülüğü de var. Kamuoyu yaratmak, tepki örgütlemek. Biz sadece avukatlar olarak duruşmalara girip çıkan, dilekçe yazan insanlar değiliz. Biz buradan İstanbul Barosu’nu zorlayabiliriz. Gittik İstanbul Barosu’na. Dosyalar götürdük. Bir takım girişimlerde bulunacaklarını söylediler. Evveliyatla bu işe el atması gereken Kürdistan baroları. Hizbullah katliamları orada yaşandı. Faili meçhuller orada yaşandı.”
‘Aileler ile hareket edeceğiz’
Gülizar son olarak, “Ortak açıklamalar yapacağız. Dosyalar hazırlayacağız. Kürdistan barolarından Hizbullah dosyalarının teminini talep edeceğiz. Onların toparlanıp bakanlıklarla görüşmeler gerçekleştirmeye çalışacağız. Konu Meclis’te gündeme getirilmeli. Yeni yasa teklifleri, soru önergelerinin verilmesi için çabalarımız olacak. Aileler ile hareket edeceğiz. Gerekirse Ankara’ya giderek Anayasa Mahkemesi’nin önünde, bakanlığın önünde, meclisin önünde bekleriz” dedi.