5. yılında İstanbul Sözleşmesi: Kadını meta olarak görenler bu sözleşmeye karşı!

  • 09:18 31 Temmuz 2019
  • Güncel
ANKARA - İktidarın feshedilmesi için tartışmaya açtığı İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği 1 Ağustos 2014’ten bu yana neler yaşandığını anlatan TKFD Başkanı Canan Güllü, sözleşmenin önemine dikkat çekerek, “Kadınları cinsel meta olarak kullanmak ve harem sayılarını arttıran yöntemlere karşı çıktığı için düşmanlar sözleşmeye” dedi.  
 
Nafaka tartışmalarında farklı boyutlara gelirken, bu kez de İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine dair tartışmalar başlatıldı. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye Kadın Federasyonu (TKFD) Başkanı Canan Güllü değerlendirdi.  
 
‘İstanbul Sözleşmesi insanlık için duruş kararlılığıdır’
 
Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan sözleşmenin, 2014 yılında yürürlüğe girdiğini hatırlatan Canan, “Orada bireysel olarak değil, kadınlar ve STK’lar olarak sahada çalışan birçok örgütün sorunların tespiti ve çözüm önerileri, desteği, kamu işbirliği ve iradesi söz konusu idi. Aslında Birleşmiş Milletler (BM) CEDAW sözleşmesi ile başlayan kadınlara her türlü ayrımcılık karşıtı söylemlere karşı devlet iradesinin ortaya koyma çabası süreci sonucudur. 4320 sayılı ailenin korunması kanunu, 6284 sayılı ailenin ve kadının korunmasına dair kanun bu sürecin yapı taşları iken ülkeler arası işbirliği ve kararlılığının yansıması olarak İstanbul Sözleşmesi insanlık için duruş kararlılığıdır. Uzun soluklu görüşmelerle atılan adımlarda üye ülkeler arasında sorunları çözme deneyimleri, ortak mücadele yöntemleri geliştirilmesi  ve denetim mekanizması işlerliği ile Avrupa Komisyonu nezdinde devam eden çalışmalar sonucunda yapılacak toplantının İstanbul’da olduğu bir dönemde ülkemizi temsilen BM CEDAW Komitesi üyesi Prof. Dr Feride Acar süreci yürütmüş ve sonuca bağlandığı ülke olan Türkiye de imza altına alındığı için adı İstanbul Sözleşmesi olmuştur” dedi.  
 
‘Sözleşme taraf devletleri kadına yönelik şiddetten sorumlu tutar’
 
Canan, İstanbul Sözleşmesi’ne imzalayan devletin yükümlülüklerini anlatarak, “Sözleşme, taraf devletleri hem kamu hem de özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerini kadınlara yönelik şiddet eylemlerinden sorumlu tutmaktadır. Madde 5 uyarınca, taraf devletler, kadına yönelik şiddet eylemlerinde bulunmaktan kaçınacaklar, devlet adına faaliyet gösteren devlet yetkilileri, görevliler, kurumlar, kuruluşlar ve diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun hareket ettiklerini temin edeceklerdir. Taraf devletler, devlet dışı aktörlerce işlenen ve sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin önlenmesini, kovuşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere, gerekli hukuki ve diğer önlemleri alacaklardır” ifadelerini kullandı. 
 
Canan konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Uluslararası hukuka göre bir devlet, emniyet görevlileri, göçmenlik bürolarında görev yapanlar ve cezaevi görevlileri gibi kendi çalışanlarının tutum ve davranışları nedeniyle kendisine atfedilebilecek haksız fiillerinden sorumludur. Bu ilke, BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 2001 tarihli Haksız Fiilleri Nedeniyle Devletlerin Uluslararası Sorumluluğu ile ilgili düzenlemelerinde belirlenmiştir ve uluslararası hukukta adet olarak geniş ölçüde benimsenmiştir. Uluslararası insan hakları hukukuna göre devletin hem negatif hem de pozitif görevleri vardır. Devlet görevlileri, hem hukuka saygılı olup uluslararası sorumluluğa yol açan haksız fiillerden kaçınmalı hem de kişileri devlet dışı diğer aktörlerin bu tür fiillerinden korumalıdır.” 
 
‘Sözleşme kadına yönelik şiddeti yasaklamıştır’
 
Canan, sözleşmenin hem özel alanda hem de kamusal alanda eş, partner gibi birlikte yaşanan kişiler tarafından yöneltilen şiddeti yasakladığı gibi iş yerlerinde, okullarda, karakollarda ve hapishane gibi yerlerde kadına yönelik şiddeti yasakladığının altını çizdi.  Canan, “Sözleşme, silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik cinsel saldırı ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam edegelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında, gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyelinin bilincinde olarak, taraf devletleri hem barış hem silahlı çatışma dönemlerindeki ve sonrasında devam eden, kadınlara yönelik şiddetten sorumlu tutmaktadır.
 
‘Yakın takipçisiyiz’
 
Sözleşme, taraf devletleri, yalnızca kendi vatandaşlarına yönelik şiddetten değil, sığınmacı, mülteci ve hukuki durumu ne olursa olsun, göçmen kadınlara yönelik şiddetten de sorumlu tutmaktadır. Bunun için devlet mekanizmalarının kurulması, profesyonelce işlemesi ve sözleşme gereği önleyici politikaları hayata geçirme gayretinde. Bu konuda karnesi kırıklarla dolu olsa da yolun yürünmesi gerekliliğinin farkında. Bu sözleşmeye imza koyma iradesini göstermesi, bu yolda kararlılıkla yürümeye dair bir emaredir. STK olarak sahada eksikliklerin farkında ve çözüme kavuşturma adına gayretteyiz. Aslında tepede bir politikasızlık görüntüsü verilse de taşra teşkilatlarda işbirliklerimiz ile bu konuda önleme ve cezalandırma sürecinin yakın takipçileriyiz” diye belirtti.  
 
‘Erkek egemen zihniyeti bitiren bir belge’
 
Nafaka tartışmalarının ardından İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik fesih tartışmalarına cevap veren Canan, şunları söyledi: “Bu metni hiç okumamış önyargılı kişilerin ve asıl önemlisi erkek egemen zihniyetin sona ermesini sağlayan bir belge olduğunun farkında olanlar, bu egemenlikten nemalanan daha çok sahte sanal din tacirlerinin feveranı olarak görüyorum. Nafaka konusu ve sözleşme aslında birbirini tamamlayan unsurlar. 
Bugün nafakada koparılan yaygara da kadının evden gitmesini önleme adına yapılan bir gayrettir. Sözleşme ile evdeki şiddete razı gelmesini, kabullenmesini isteyen zihniyet devletin kadına yaşam hakkı sunmasını engelleme gayreti ile yine onu eve kapatarak sözde erkeklik egemenliğinin sürmesini isteyen talepkarlardır. Açıkçası o camianın son feveranı ise bir siyasi hesaplaşmaya dönüşmüş ve rant paylaşımında dışarıda kalmamak adına pazarlık adına ortaya sunulmuş bir koz olarak karşımıza çıkmıştır.”
 
‘Önleyici politikalar üretmenin neresi yanlış?’
 
İstanbul Sözleşmesi’nin ‘aile birliğini bozma’ olarak görülmesine ilişkin de cevap veren Canan, “İçinde yaşadığımız yıllarda Adalet Bakanlığı’nın 2007 yılında açıkladığı verilerle kadına şiddetin yüzde bin 400 arttığı rapor olarak sunulmuşken, çocuk istismarının 3 katı arttığını beyan etmişken federasyonumuzun saha çalışmasında ensest oranını her 100 çocuktan 40’ının mağdur olduğu tespit edilmiş ve tablo aile yapısının halini ortaya koymuştur. Bu arızaların giderilmesi adına kendini sorumlu tutarak önleyici politikalar üretmeyi kendine görev alan ve onarıcı adalet ve rehabilitasyonu hayata geçirme çalışmalarını görev edinmenin neresi yanlıştır? diye sordu.
 
‘Çocuk istismarları cezalanacağı için düşmanlar sözleşmeye’
 
Canan, “Hangi açıdan aileyi bozmaktadır. Ruhsal fiziksel ve cinsel şiddet gördüğü evden kaçarak devletin güvenli kucağına yerleşmek mi ya da istismar gördüğü evden yine devlete koşan çocuğu sahiplenmek mi? Tüm bu ahlaksızların cezalanmasına yol açan sözleşme hangi dinin hangi kuralına karşı çıkmıştır? Çocuk istismarları cezalanacağı için düşmanlar sözleşmeye. Kadınları cinsel meta olarak kullanmak ve harem sayılarını arttıran yöntemlere karşı çıktığı için düşmanlar sözleşmeye. Bırakın sözde dindarlığı insan olarak insan hayatını zindan olmaktan çıkaran bu sözleşmeye el birliği ile sahip çıkmayı önersin dilleriniz. Her zaman söylediğimi bir kez daha dile getirerek diyorum ki uygulamadan kaynaklanan eksikliklerine rağmen ilk imzacı olarak sözleşmeye imza koyan AKP iktidarı süresince en doğru işi yapmıştır” ifadelerini kullandı.  
 
‘Bu çağdaşlaşma metnidir’
 
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması yönünde iktidarın irade ortaya koymayacağını düşündüğünü ifade eden Canan, “Bu çağdaşlaşma metnidir. Bu insan hayatına değer veren bir metindir. BM CEDAW sözleşmesine koyduğu imzasına çekmeye kadar gider, bu süreç kapalı bir ülke ve toplum olarak tarih yazar. Ancak ben bu iradeyi görmüyorum. Daha çok sorun çözümüne yönelik bilgi belge ve doküman üzerinde faydalarına şahit oldurdukça gayretle uygulamadaki eksikliklerin giderilmesi yönünde olacaktır. Örneğin İzmir’de bu önleme çalışmalarına bir örnek elektronik kelepçe konusudur. Şiddet uygulayıcısına takılan ve yer bildirimini sağlayan bu kelepçe 23 kişide uygulanmış Bu uygulama sonrası 23 kişi de şiddet olayı meydana gelmemiştir. Yani yüzde 100 başarı sağlanmıştır” diye belirtti.  
 
‘Politikasızlık en büyük sorunumuz’
 
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artarak devam etmesindeki etkenlerden birinin de siyaset dengelerindeki sorun olduğunu ifade eden Canan, son olarak şunları aktardı: “Eğer eğitimi devlet iradesi dışında din söylemi üzerinden yürütmeye izin verir ve bilimi çağdışılık olarak değerlendirirseniz karşımıza bu sorun çıkar. Bizde de son 19 yılda daha muhafazakâr bir söylem geliştirerek iktidar pazarlıkları gelişti. Bugün bunun acısını en çok yaşayan ülke biziz. 2016 yılı darbe girişimi bizim unutmamamız gereken dini bir yapılanmanın sonucuydu. Bu yapılanma gerçek bir din algısı üzerinden sömürü ile hayat buldu. Şimdi onlarla mücadele ederken yerlerine ikame olan gurupların baskısına taviz verilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Politikasızlık bu konuda en büyük sorunumuz. Kol kola yürürken birilerine bir şey vererek gelinen o kişiler sizden bedel ister. Ama biz Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesini çok iyi biliriz. Bedel ödemez görev neyse onu yaparız. İstanbul Sözleşmesi bir görevdir. Türkiye’nin çağdaş bir model olarak hükmünü yüzyıllarca sürdürmesi adına bir belge olarak kalacak ve uygulama hataları giderildikçe sorun çözülecektir. Sahada çok uzun yıllar kalmış biri olarak bunu başaracağımıza inanıyorum.”