Sebahat Tuncel ile sürece dair: Sayın Öcalan’ın sunduğu 7 madde Türkiye’nin krizden çıkışını sağlayacak

  • 09:01 14 Temmuz 2019
  • Güncel
Bêrîtan Elyakut
 
DİYARBAKIR - DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği “toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış” başlıklarının Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve ekonomik krizden çıkışını sağlayacak başlıklar olduğunu belirterek, “Gelinen süreci yeni yol ve yöntemlerle yükseltmek ve süreklileştirmek gerekir. Önemli olan doğru öncülük etmek” dedi. 
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturma kapsamında 2016 yılının Ekim ayında hayata geçirilen tutuklama ve kayyım politikalarına karşı sokaklarda tepkisini getirdiği sırada yerlerde sürüklenerek gözaltına alınan ve ardından tutuklanarak Kandıra F Tipi Cezaevi’ne gönderilen Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, sürece ilişkin sorularımızı yanıtladı. Sebahat, söyleşide açlık grevlerini, gelinen aşamayı ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın sunduğu 7 maddeye ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, ülkede derinleşerek süren kaosa karşı önerilerini aktardı.
 
* 100 günü aşkın sürdürdüğünüz grev ile ilgili bir değerlendirmede bulunur musunuz? Bu süreç nasıl geçti? Greve başlarken ki hedefiniz neydi?
 
DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekilimiz Sayın Leyla Güven Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan işkence sistemine, mutlak tecride son verilmesi, yasal ve anayasal haklarını kullanmasının önünün açılmasının, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünde önünü açacağı belirterek süresiz dönüşümsüz açlık grevini başlattı. Bu direniş sürecine zindanlarda ve dünyanın birçok yerinde binlerce insan dahil oldu. Bizde Selma Irmak ile birlikte 15 Ocak'ta bu sürece dahil olduk. Kendi siyasal tarihimiz açısından ilk kez bu kadar uzun süreli ve kitlesel bir eylemlilik süreci yaşanmış oldu. Bu sürecin başarı ile sonuçlanması sadece Kürtler açısından değil tüm Türkiye toplumu açısından umudun yeniden yeşermesine, kararlı bir mücadelenin ve direnişin başarıyı da beraberinde getirdiği inancını güçlendirmiş oldu.
 
Bu başarıda büyük pay yaşamlarını feda eden 8 devrimciye aittir. Onları bir kez daha saygıyla, minnetle anıyor, anılarını mücadelemizde yaşatacağımızı belirtmek istiyorum. Yine bu süreçte annelerinde önemli bir rolünün olduğunun altını çizmek gerekir. Anneler zindandakilerin seslerini kamuoyuna duyurmak için yürüttükleri mücadele, ortaya koydukları kararlı ve ısrarlı duruş, direnişin başarmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu vesile ile bu süreçte direnen anneleri, barış anneleri ve cumartesi annelerini saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
“Bu sürecin süreklileşmesi, tecridin tamamen ortadan kaldırılarak işkence sisteminin son bulması için mücadeleyi, yeni yol ve yöntemlerle süreklileştirmek gerekmektedir.”
Bu direniş süreci İmralı işkence sisteminde, tecrit politikalarının kırılması noktasında bir kapı aralamış oldu. Sayın Öcalan 8 yıl sonra avukatları, 4 yıl sonra ailesi ile görüş yapabildi. Ancak bu sürecin süreklileşmesi, tecridin tamamen ortadan kaldırılarak işkence sisteminin son bulması için mücadeleyi, yeni yol ve yöntemlerle süreklileştirmek gerekmektedir. Bu mücadele aynı zamanda eşitlik, demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. İmralı’da uygulanan işkence ve tecrit düzeni tüm Türkiye toplumlarına yayılan, tüm toplumu baskı altına alan, hak ve özgürlüklerin, demokratik değerlerin ortadan kaldırıldığı, halklar arası çelişki ve çatışmaların derinleştiği, toplumsal barışı zedeleyen, tekçi, cinsiyetçi, milliyetçi faşist bir düzen ile birlikte sürdürülmektedir. İmralı işkence sisteminin son bulması, Kürt sorunun çözümü başta olmak üzere toplumsal sorunların çözümü, demokratikleşme ve barışın gelişme olasılığını da güçlendirecektir.
 
O nedenle açlık grevi ve ölüm oruçları direnişinin başarıyla sonuçlanması direnişin bittiği anlamına gelmez, aksine mücadele ve direniş ile belli bir noktaya gelen süreci, mücadeleyi yeni yol ve yöntemlerle yükseltmek ve süreklileştirmek anlamına gelir. Yine özlemini duyduğumuz özgür, eşit, demokratik ve barış içinde bir geleceği kurmak için oldukça önemlidir.
 
* Eylem PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın mesajı ardından sonlandı. Bu çağrıyı ve Abdullah Öcalan’ın sunduğu 7 maddeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Sayın Öcalan'ın çağrısı ile sonuçlandırılan açlık grevleri belirttiğim gibi bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir düzen kurulana kadar sürdürülecektir. Burada acil olan Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü ile Ortadoğu halklarının barışının sağlanmasıdır. İnsanların yaşamını yitirdiği, doğanın talan edildiği, insanca yaşam koşullarının ortadan kaldırıldığı, temel insan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının olanaklarının ortadan kaldırıldığı, şiddet, taciz, tecavüz, zorunlu göç, yoksulluk, açlık vb. sorunların güncel yaşamın bir parçası haline geldiği bir ortamda acil olan görev barış koşullarının oluşmasıdır. Sayın Öcalan kamuoyuna sesini, duyurabildiği ilk anda demokratik, özgür ve onurlu bir barışın önemine dikkat çekmiş ve 7 maddelik deklarasyonunda da hem Ortadoğu halklarının barışı hem sorunların diyalog ve müzakere ile çözümü hem de yerel demokrasinin önemine dikkat çekmiştir.
“Sayın Öcalan’ın sunduğu ‘toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış’ başlıkları Türkiye’nin krizden çıkışını sağlayacak temel başlıklardır.”
2013 yılında Amed'de milyonların katılımı ile gerçekleşen Amed Newrozu’nda okunan deklarasyona dikkat çekerek, sorunların savaş, çatışma ile değil diyalog ve müzakere ile çözülmesinin gerekliliği ve önemini dünya kamuoyu ile paylaşmış oldu. Sayın Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmede ifade ettiği, ‘toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış’ başlıkları Türkiye’nin siyasal-toplumsal, ekonomik krizden çıkışı için gündeme alınarak tartışılması gereken temel başlıklar olacaktır. Son dönemlerde neredeyse bütün partilerin dile getirdiği kutuplaşma, bunun ortaya çıkardığı toplumsal sorunların çözümünü de bu başlıklar etrafında tartışılacaktır.
 
Kürt sorunun çözümü Ortadoğu halklarının geleceğini belirleyecek bir konumdadır. Kürt halkının kendi kaderini, birlikte yaşadığı halkların kaderi ile birleştiren, ortak bir gelecek için mücadele etmesi Rojava deneyiminde olduğu gibi tüm insanlığa kazandırmıştır. Sayın Öcalan'ın kamuoyu ile paylaştığı ilk metinde Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan tarihsel sorunlara değinerek, savaş, kriz ve kaosun derinleştiğini, yaşanan sorunların ‘akli, politik ve kültürel’ yaklaşımlarla çözülebileceğini değerlendirmiş Rojava ve Suriye'ye de yaşanan savaşın, sorunların müzakere ile çözülmesinin önemli olduğuna ve anayasal çözümün önemini vurgulaması oldukça anlamlıdır. Önümüzdeki süreç Ortadoğu halklarının sorunlarının ‘demokratik özerk yönetimler, demokratik cumhuriyet ve demokratik Ortadoğu konfederasyonu’ perspektifiyle çözülebileceği bunun tüm halklara ve insanlığa kazandıracağı bugünden görülmektedir. Bu açıdan baktığımızda İmralı tecrit sisteminin kırılması sadece Türkiye açısından değil tüm Ortadoğu’nun geleceğine etki bulacaktır.
 
* Öz yönetim ve kayyımlar sürecinde sürekli alanlarda tepkinizi dile getirdiniz. Bu süreç daha sürerken tutuklandınız. Dönemin siyasetçileri olarak yeterli mücadeleyi yürüttüğünüze inanıyor musunuz?
 
Kürt halkının eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinin önemli bir alanını demokratik siyaset oluşturmaktadır. Kürt halkı 1990’lı yıllardan günümüze Kürt halkına karşı yürütülen inkar, imha ve asimilasyon politikalarına karşı legal demokratik sahada kurulan partiler ve sivil toplum örgütlenmeleri sahada mücadele etmeye, eşitlik, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi yürütmeye çalışmaktadır. Ancak bu alanda devletin zor ve baskı politikaları ile karşı karşıya kalmış, partiler kapatılmış, üye ve yöneticileri gözaltı, tutuklama ve her türlü devlet şiddeti ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen mücadeleyi yükseltmiş, direnmiş demokratik siyaset alanında asla vazgeçmemiştir. Bu durum Kürt halkının bu alanda önemli kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Kürt siyasi geleneği bir yandan yerelde iktidar olurken diğer yandan Türkiye demokrasi güçleri ile kurduğu ilişki ve ittifaklarla parlamentoda Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi haline gelmeyi başarmıştır. Ancak devletin Kürt halkına, Kürt halkının temsilcilerine yaklaşımı değişmemiştir.
“Cizre'den Sur'a Nusaybin'den İdil'e Gever'e kadar yaşanan öz yönetim direniş süreçlerinde yaşananlarda siyaset kurumunun da sorumluluğu olduğu açıktır.’
2009 yerel seçimlerinde büyük bir başarı kazanan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) yönelik ‘KCK’ adı altında başlatılan siyasi soykırım operasyonunun bir benzeri 7 Haziran 2015 yılında büyük bir başarı elde eden HDP/DBP’ye yönelik başlatılmıştır. İlk önce eşi benzeri görülmemiş bir yöntemle DBP'li belediyelere kayyım atanmış, belediye eşbaşkanlarımız ve meclis üyelerimiz tutuklanmış, daha sonrada HDP eşbaşkanları, milletvekilleri ile binlerce yönetici ve meclis üyemiz rehin alınmış tutuklanmıştır. Bu durum hükümetler değişse de Kürtlere yönelik yaklaşımın değişmediğini, inkar imha ve asimilasyon politikalarının güncellenerek sürdürüldüğünü göstermektedir.
 
AKP’de 2013-2015 yılları arasında İmralı’da Sayın Öcalan'la sürdürülen diyalog sürecini sonlandırarak ‘çöktürme planını’ devreye koymuştur. Kürt halkının dil, kimlik, kültür haklarının anayasal güvenceye alınası talebini yok saymıştır. Devletin devreye koyduğu yeni şiddet politikasına karşı yaşanan direniş sürecinin birçok boyutu ile ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Demokratik siyaset alanında sorumluluk üstlenenlerin de kendi açısından bu süreci kapsamlı değerlendirmesi ve öz eleştirisini vermesi önümüzdeki sürecin daha iyi yönetilmesi açısından oldukça önemli diye düşünüyorum. Yaşanan tüm siyasal ve toplumsal sorunları kendi dışımızda değerlendirmek, kendi eksik, yetmezliklerimizi, hatalarımızı değerlendirmeden güçlü bir çıkış yapmamızda mümkün değildir. Kaldı ki bizler eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını güçlü işleten bir siyasi gelenekten geliyoruz. O nedenle Cizre'den Sur'a Nusaybin'den İdil'e Gever'e kadar yaşanan öz yönetim direniş süreçlerinde yaşananlarda siyaset kurumunun da sorumluluğu olduğu açıktır.
“Birçok eksik ve yetmezliklerimizi ele alarak yeni bir başlangıç yapmak gerekiyor.”
Hem yerel yönetim deneyimimizle yerel demokrasiyi yeterince geliştiremeyişimiz hem de siyasetimizin toplumsallaşma sorunları, halkın süreçlere katılımının istenilen düzeyde olmasını engellemiştir. Aslında bu sorunu aşmış değiliz. Açlık grevleri ve ölüm oruçları sürecinde de anneler dışında toplumda sokağa yansıyan güçlü bir duruşun açığa çıkmamasının bir yönü devletin 2015 yılından bugüne çeşitli yöntemlerle toplum üzerinde uyguladığı sistematik şiddet politikası iken diğer yön de bizlerin kendi siyasetimizi toplumla güçlü bir şekilde buluşturamamamızdan kaynaklıdır. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadele tarihinde onlarca serhıldan deneyimini görüyoruz. Bu süreçte bunun yaşanmamasının tek nedeni olarak devletin uyguladığı zulüm politikası ve faşizm olarak açıklayamayız. Tarihin her döneminde Kürt halkına karşı ‘özel savaş politikası’ devlet şiddeti vardı ve Kürt halkı buna karşı çok büyük direnişler sergiledi. Bugün elde edilen kazanımlar bu direniş ve mücadele sayesindedir. Kadınların, halkımızın bizlerden beklediği öncü görev ve sorumlulukları tam anlamıyla yerine getirememek, örgütlü toplum gerçeğini açığa çıkaramamak, katılımcı, demokratik yerel demokrasinin gelişiminin mekanizmalarını yeterince oluşturmamak vb. birçok eksik ve yetmezliklerimizi ele alarak yeni bir başlangıç yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.
 
* Tutukluluk süresince yaşanan siyasi atmosferi nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz?
 
Türkiye'nin içine girdiği ekonomik siyasi krizin temel nedeninin Kürt sorununa yaklaşım olduğunu defalarca dile getirdik. Bugün yargılama konusu yapılan birçok davanın özünde Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin görüş, öneri ve iktidarın güvenlikçi politikalarına karşı yaptığımız eleştiriler oluşturmaktadır. Kürt sorunun çözümsüzlüğü, savaş politikası sadece Kürtleri değil Türkiye'de yaşayan halkları ve hatta tüm Ortadoğu halklarını etkilemektedir. Türkiye’de yaşanan son 4 yıllık süreç bile bu gerçeği çok çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Kürt halkının iradesine, kazanımlarına yönelik saldırılar. Türkiye'de hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi, toplumsal muhalefetin baskı altına alınması, demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına neden oldu. Aynı zamanda ülkenin kaynakları toplumun eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması yerine savaşa ayrılması, savaşın yükünün yoksul emekçilere yüklenmesi yaşanan ekonomik hayatı daha da yaşanmaz hale getirmiş durumdadır.
“31 Mart Yerel Seçimleri ve tekrarlanan İstanbul seçiminde halkların tek adam rejimine karşı olduğu ve bu gidişata dur denilmesi gerekliliğini çok net ortaya koymaktadır.”
Yaşanan ekonomik krizin temel nedeni AKP-MHP faşist iktidarının yürüttüğü, tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi ve militarist politikalardır. Bundan çıkışın tek yolu da demokratik, özgürlükçü, toplumsal uzlaşı ve barışı esas alan, halkların eşit birliğine dayalı özgürlükçü bir sistemin inşa edilmesidir. Kaldı ki toplumda bu talep çok güçlüdür. 16 Nisan ‘başkanlık’ referandumundan bugüne yapılan tüm seçimlerde en son 31 Mart Yerel Seçimleri ve tekrarlanan İstanbul seçiminde halkların ‘tek adam’ rejimine karşı olduğu ve bu gidişata dur denilmesi gerekliliğini çok net ortaya koymaktadır. Önemli olan halkların ortaya koyduğu bu iradeye doğru öncülük etmek ve halkın yeni yaşam umudunu gerçek kılmak için sorumluluk üstlenmektir. Bu konuda HDK ve HDP’ye çok büyük sorumluluk düşmektedir.
 
Kadınlar olarak da bu süreçte kendimizi örgütleme, kadınların, özgürlük mücadelesi ile halkların özgürlük mücadelesini, ekolojik bir yaşam mücadelesini birleştirmek ve sürece öncülük etme sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Yaşanan siyasal-ekonomik kriz ve kaos en çok biz kadınların hayatını etkiledi. Kadına yönelik şiddetin artması, kadın katliamları, taciz, tecavüz vakalarının çoğalması, çocuklara yönelik istismar, çocuk ölümleri, hayvanlara yönelik şiddet hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Mevcut erkek egemen -kapitalist sistem, bizi nefessiz bırakıyor, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Kamusal alanı, sokakları bizlere kapatıyor, açlıkla terbiye etmeye çalışıyor. Farklı halklardan kadınları karşı karşıya getirmeye çalışıyor, mülteci olarak yaşamak zorunda bırakılan kadınları her türlü erkek- devlet şiddetine, istismarına açık hale getiriyor, kadın dayanışmasının olanaklarını ortadan kaldırmak için her türlü hileye başvuruyorlar.
 
Peki tüm bunları yaşamak mecburiyetinde miyiz? Tabii ki hayır. O zaman nefes alacağımız, ağız dolusu kahkaha atacağımız, sokaklarında özgür dolaşacağımız bir ülke için kadın örgütlülüğünü güçlendirme, kadın dayanışmasını büyütme, savaşa karşı barışı, ırkçılığa karşı halkların eşitliğini ve kardeşliğini geliştirmek tekçiliğe, tek adam diktasına karşı demokrasiyi inşa etmenin zamanıdır.
 
* Tüm bunları toparlarsak mevcut siyasi atmosferin demokratikleşmesi noktasında öneri ve mesajınız ne olur?
 
Türkiye’de yaşanan siyasi-ekonomik krizden çıkış yolunun Kürt sorunu başta olmak üzere tüm toplumsal sorunlara çözüm geliştirebilmek için demokratik, özgürlükçü, evrensel insan hak ve özgürlüklerini güvenceye alan bir anayasal sürecin başlatılması ve bunun için tüm demokrasi güçlerinin yan yana gelmesi gerekir. Kadınlar da bu çerçevede kadın dayanışmasını ve kadın örgütlülüğünü geliştirerek sürecin kadın eksenli gelişmesini sağlayabilir.
 
Demokratik siyaset alanının öncelikle kadın örgütlenmesini önümüzdeki sürece hazır hale getirmesi gerekir. Bunun için siyasetin toplumsallaşması, halkın sorunlarına çözüm geliştirmek ve toplumsal sorunların çözümünü geliştirmek gerekir. Demokratik, eşit, özgür bir yaşam ve onurlu bir barış ancak mücadele ve direnişle gelişebilir. Bu nedenle şimdi her zamankinden daha çok çalışmak, örgütlenmek ve eylemsellik geliştirmek gerekir.