
15 ay tutsak kalan gazeteci Reyhan Hacıoğlu: Sırtımızı dayadığımız gerçekler var
- 09:01 12 Temmuz 2019
- Güncel
İSTANBUL - Özgürlükçü Demokrasi gazetesi davasından 15 ay tutsak kalan gazeteci Reyhan Hacıoğlu, iktidarın Efrin’e yönelik saldırı sürecinde basını kontrol altına almak ve toplumda algı oluşturmak için gazetelerine yöneldiğini belirterek, “Ama hakikatin er geç ortaya çıkma özelliği var ve biz de gücümüzü bu gerçeklerden aldık” dedi.
Özgürlükçü Demokrasi gazetesi çalışanı Reyhan Hacıoğlu, 28 Mart 2018 tarihinde gazeteye yapılan operasyon kapsamında gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Yaklaşık 15 ay tutsak kalan Reyhan, İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 5’inci duruşmasında “örgüte yardım etme” iddiasıyla 3 yıl hapis cezası verilerek tahliye edildi. Reyhan, tutuklanma gerekçelerini ve cezaevinde 15 ay boyunca yaşadıklarını anlattı.
Tutuklanmalarının hukuksuz bir sürecin başlangıcı olduğunu belirten Reyhan, hükümetin Êfrîn’e dönük başlattığı operasyonun ardından kendilerinin de tutuklandığını hatırlattı. Bunun hem basına dönük bir saldırının başlangıcı hem de savaşın halktan saklanması için yapılan bir siyasi operasyon olduğunu ifade eden Reyhan, bu durumun mahkeme sürecine de yansıdığını kaydetti.
‘İktidarın başlattığı operasyonu yargı devam ettirdi’
Savunmalarda cezaevinde yaşadıklarını anlatmak için her türlü girişimde bulunduklarında bir şekilde susturulmaya çalışıldıklarına dikkat çeken Reyhan, “İktidar eliyle başlatılan operasyon yargı eliyle devam ettirildi. Öyle bir öfkeydi ki cezaevinde Êfrin’deki savaş süreci haberlerini yansıtan gazetelerin nüshaları toplatıldı. Toplumda önce bir savaş psikolojisi yaşatıldı. Sonrasında da unutturulmaya çalışıldı. Gazete nüshaları toplatılarak, gazete kapattırılarak, gazetecileri içeri attırarak gerçekleri bir şekilde karartmaya çalıştılar. Bizim yaşadığımız sürecin özeti biraz böyle idi. Ancak hakikatin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği var. Yaşadığımız bu 15 aylık esaretimizin ardından gelen bu özgürlüğü de biraz öyle yorumluyorum” dedi.
‘Hep daha umutluyduk’
Cezaevinde de Türkiye toplumunun yaşadığından çok farklı bir durum yaşanmadığını ifade eden Reyhan, “Sık sık Türkiye’nin açık bir cezaevine dönüştüğünü söyleriz, duyarız. Türkiye siyasetinde dışarıda yaşanan her şey nihayetinde içeride de yaşanıyordu. Aslıda öyle bir an geldi ki dışarıda sosyal medyadan yaptığı tek bir paylaşım yüzünden insanlar tutuklanıyordu. Gazete almanın bir okuyucu için bile cesaret gerektirdiği duruma geldi. Toplum üzerinde o kadar büyük bir korku imparatorluğu yaratılmak istendi ki. O açıdan içerisi aslında daha inançlı daha dirençliydi. Hep öyle olmuştu. Belki son 6 aylık açlık grevleri süreci itibariyle yaşadığımız bunun bir örneğiydi. Hep daha inançlı, hep daha umutluydu. Tabi ki dışarıda toplumun yaşadığı sorunlar, sıkıntılar içeriye hep yansıyordu. Sürekli bir tutuklama, her hafta gelen insanlar oluyordu” diye belirtti.
‘Haberini yaptıklarımızı yaşama deneyimi oldu’
Tutuklanmak için Türkiye vatandaşı olmaya ihtiyaç olmadığını kaydeden Reyhan, “Son süreçte 6 aylık bir bebeğimiz vardı. Biz ona ‘direniş bebeği’ diyorduk. Çünkü Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi eyleminden bir gün önce doğmuştu. Avrupa’da annesi ile birlikte eylemleri takip ediyorlar. Türkiye’ye tatile geliyor, giderken havaalanında gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Şuan cezaevinde. Yani aslında bir bebekten dahi korkan bir sistem var karşımızda. Sadece Newroz’a gittiği için tutuklanan 60-70 yaşındaki insanlar vardı. Bir gazeteci olarak haberini yaptığınız şeyi yaşamak başka bir şey. Bizim de tutsaklığımız öyle idi. Sürekli haberini yaptığımız, uzun tutukluluk süreleri, dosyalar, suçsuz yere uzun yıllar cezaevinde kalan hasta tutsaklar var. Onlarla birebir yaşama deneyimi edindik. Haberini yaptığınız insanlarla birebir soluk almak ve paylaşmak, eksik yaptığımız duygusunu hissettiriyor. Yani iktidar fazla yaptığımızı düşünerek bizi tutukladı. Ama biz içerideki atmosferden de daha da eksik yaptığımızı hissettik. Aslında cezaevlerinin toplumun en dinamik kaynağı olduğunu ne kadar yansıtabilirsek toplum bağı o kadar sağlanabilecek” ifadelerini kullandı.
‘Keşke yaşananlar olmasaydı da biz yazmasaydık’
Ciddi hak ihlalleri olduğunu ve iletişim konusunda büyük sorunlar yaşandığını aktaran Reyhan, aynı dosyadan tutuklanan gazeteci Mehmet Ali Çelebi’nin bir mektup yazdığını ancak bu mektubu 6 ay sonra alabildiğini dile getirdi. “Mektubunda bir yanlışlık olduğunu bizi birkaç haftada bırakabileceklerini ifade etmişti. Aslı da öyleydi. Deliller ve dosya içeriği itibariyle bir hafta bile tutuklu kalmamamız gereken bir durum. Çünkü hepsi gerçekleri yansıtan haberlerdi” diyen Reyhan, şöyle devam etti: “Keşke olmasaydı da bizde yazmak zorunda kalmasaydık. Ama hepsi yaşandı ve biz sadece aracıydık. Büyük bir algı operasyonu yapıldı. Êfrîn’de yaşananlar olmamış da sadece bu gazete abartıyor, toplumu korkutuyorlar gibi ibareler vardı. Ülke bütünlüğünü bozma iddiaları vardı. Tutukluluğumuzun uzun sürmesinin nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Yoksa çok daha erken bırakılabilirdik.
‘Hakikatin bizim dışımızda bir işleyişi var’
Türkiye’de tek sesli basın oluşturulmak isteniyor. Gazeteler tek kalemden çıkmış gibi basılıyor. Bir haberi yaparken bir bedel olduğunu biliyorsun. Ya tutuklanırsın ya soruşturma açılır. Bir taraftan da topluma karşı bir sorumluluğun var. Bir fotoğrafı yayınladığınızda dahi gerçekliği ifade edebilir. Son üç dört senedir de toplum ciddi anlamda çok büyük katliamlar yaşadı. Çok büyük travmalar atlatıldı. Sahada daha çok olmak gerekirken ne yazık ki birçok gazeteci geri çekilmek zorunda kaldı. Birçok gazeteci yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Yine cezaevleriyle korkutulmaya çalışılıyor. Sahada gazeteci bulmak zor. Ancak hakikatin bizim dışımızda bir işleyişi var. Gerçekliği var. İnanıyorum ki hep bunu dile getiren insanlar olacaktır. Bir halk nezdinde bütün halkların mücadelesini, daha güzel, daha farklı koşullarda yaşayabilmenin mücadelesini veriyor. Sırtınızı dayadığınız gerçekler var. O sorumluluk bir yandan güç veriyor. Çünkü biz yalan söylemedik. Çünkü biz iftira atmadık. Biz de tek tip manşetleri atsaydık o zaman hak gazeteciliği nerede kaldı diyecektik. Bu sorumluluk bize güç verdi. Kalemini iktidardan yana kullanan birçok gazeteci oldu ama hem özgür basın hem muhalif basın bu anlamda ciddi bir geleneği sürdürüyor. Bununda bedellerini ciddi ödedi ve ödemeye devam ediyor.”